Risale-i Nur'da, hissiyat ve hassasiyet

Risale-i Nur'da, hissiyat ve hassasiyet

Risale-i Nur Külliyatından, 23. Söz, 2. Mebhas, 3. Nükte’de geçen, duyguların fazla inkişaf etmesiyle ilgili bölümün açıklaması...

Soru:

23. Söz, 2. Mebhas, 3. Nükte’de geçen; “Akıl ve fikir sebebiyle, insanın hasseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peydâ etmiştir. Ve ihtiyacâtın kesreti sebebiyle, çok çeşit çeşit hissiyât peydâ olmuştur. Ve hassâsiyeti çok tenevvü’ etmiş ve fıtratın câmiiyeti sebebiyle, pek çok makàsıda müteveccih arzulara medâr olmuş ve pek çok vazife-i fıtriyesi bulunduğu sebebiyle, âlât ve cihazâtı ziyâde inbisat peydâ etmiştir. Ve ibâdâtın bütün envâına müstaid bir fıtratta yaratıldığı için, bütün kemâlâtın tohumlarına câmi’ bir istidad verilmiştir.”  (1) ifadelerini izah eder misiniz?

Cevap:

İnsan Nasıl Bir Varlıktır?

İnsan çok özel, çok güzel ve çok zengin bir varlıktır. Cenab-ı Hak “insanı en güzel bir surette yarattığını” buyurmaktadır. İnsanın vücuduna takılan cihazların da dünyada başka hiçbir varlıkta olmayan ve paha biçilemez cihazlar olduğunu ifade edecek olursak, zenginliğinin özel ve güzel oluşunun derecesi anlaşılacaktır.

İnsana takılan bu cihazların sürekli gelişebilir bir özellikte yaratılmış olmaları ve hiçbir sınırlama konulmamış olması büyük bir ayrıcalıktır. Bu zenginlik ve gelişime açıklık, ihtiyaçları da çoğaltmıştır. İnsanın nefsinin ve duygularının isteklerinin sonu olmadığı gibi ihtiyaçlarına da bir sınır konmamıştır.

Cenab-ı Hak bir kudsi hadisinde: “Ben yerlere göklere sığmam ama mümin kulumun, velî kulumun kalbine sığarım.” buyuruyor. Mümin kulun kalbi ayna gibidir. Nasıl güneş cam gibi parlak şeylere ısısı, ışığı ve yedi rengiyle girebiliyorsa, Cenab-ı Hak da müminin kalbine misali olarak sığabilmektedir. Allah’ın sıfatlarının ve isimlerinin tecellileri sonsuz olduğuna göre müminin kalbi de sonsuz ihtiyaç sahibidir, sonsuz tecellilere müştak ve mahzar bir vaziyettedir.

İnsan kalbinin dışında zahiri ve batıni, yani maddi ve manevi birçok duyguları, cihazları vardır. Çoğu zaman insanlar, bu duygularının pek çoğunun farkında bile değillerdir. İnsanlar, yeni yeni karşılaştıkları olaylar veya durumlar karşısında duygularını geliştirir ve farkına varmaya başlarlar. Sebepler dairesinde yaşadığımız için insandaki bu duyguların gelişmesini, genişlemesini veya farklı farklı duygular hâsıl olmasını temin ve tahrik eden motor güç akıl ve fikirdir.

Akıl ve Fikir

Akıl, bir nevi duygu ve düşüncelerin hâkimi veya kumandanı konumundadır. Aklın, sağlam fikirleri ve verileri kullanarak kendisine en doğru ve sağlıklı olanı seçme, ona göre hükmetme görevi vardır.

Fikretme zihni bir faaliyettir. “Zihin, insan beynine gelen bilgilerin ilk durak yeridir. Zihne gelen bir bilgi birinci mertebede (tahayyül) hayalde canlandırılmakta, ikinci mertebede (tasavvur) zihinde tasarlanmakta, üçüncü mertebede (taakkul) akıl erdirmeye çalışılmakta, dördüncü mertebede akla uygun gelmişse tasdik edilmekte, beşinci mertebede (iz’an) gönülden inanma, altıncı mertebede (iltizam) kendisi için lüzumlu görme, yedinci mertebede de (itikad) tam bir bağlılık süreçlerinden geçmektedir." (2)

Zihni faaliyetlerimiz biz istemesek de devam etmektedir. Toplum hayatında sürekli iletişim ve ilişki içerisinde olduğumuzdan zihne gelen bilgileri beyin hücreleri işler, biçimlendirir ve daha çok bağlantılar kurmak suretiyle yeni bir senteze dönüştürür. Bu sentezler neticesinde de insanda değişik duygular meydana çıkar. Daha önce hiç tatmadığı zevkleri veya acıları alır, ruhen ve psikolojik olarak gelişim ve genişleme sağlar.

İhtiyaçlar

Birinci Nüktede; “İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyacâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyâret etmek için, o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi, berzaha göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyâret etmek ve firâk-ı ebedîden kurtulmak için, koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acâib olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticâya muhtaçtır.” (3) denilerek insanın bir nevi ihtiyaç listesi çıkartılmıştır ve müracaat etmesi gereken kapıya işaret edilmiştir.

İnsanın bütün bu ihtiyaçlarını karşılama çabası, birçok yeni ilişkileri de beraberinde getirmektedir. Mesela bir iş aradığınızda, bir işverenin davranış biçimleri, insafı, vicdanı, adaleti ve cömertliği gibi duygularla tanışır ona göre siz de davranış biçimleri geliştirir, dürüst değilse ya dürüst olması için elinizden geleni yapar ya da ondan uzaklaşırsınız. Bunun gibi çok misaller verilebilir. İnsan kendisi hangi alanı seçerse o yönde gelişir, meleke ve tecrübe sahibi olur, uzmanlaşır. Duyguları da aynı çerçevedeki ilişkiler etrafında değişik renkler alarak gelişir.

Hissiyat ve Arzu Zenginliği

Hissiyat konusunda hayvanla insanı karşılaştırmak yeterli olacaktır. Hayvanda birkaç hissiyat varken insanda sınırsızdır. İnsan ne görse elde etmek, ne hayal etse, anında kavuşmak istiyor. Bu nedenle duyguları çok çeşitlenmiş ve dal budak salmıştır. İnsan yaratılış itibariyle çok geniş bir mahiyete sahip ve kâinatın birçok özelliklerini içine alan çok kapsamlı bir varlıktır. Çünkü insan kâinatın süzülmüş bir hülasası ve meyvesi hükmündedir. Dolayısı ile her bir özellik ve duygusunun ayrı ayrı maksatları, lezzetleri ve vazifeleri vardır. Bu maksatlar ve duygular gelişip açıldıkça, çeşitleri çoğaldıkça istekler de artmaktadır. Bunların özellikle fıtri birer vazifesi olduğundan aynı zamanda ibadetlerin bütün nevilerini yapmaya da müsaittirler. İbadet yaptıkça da gelişim ve kemale doğru yüceliş devam etmektedir. Olaya diğer cepheden bakacak olursak bütün kemalatın patlamaya hazır tohumlarını fıtratında barındıran insan kemalatın zirve noktasında bulunan Peygamber Efendimizin rehberliğinde Rabbini tanıyarak en yüce ve kâmil mertebelere çıkabilir.

En güzel bir surette yaratılan insan bütün sermayesini dünya hayatına ayırmış veya sarf etmiş olsa sermayesi hiçe iner ve hayvandan daha aşağılara düşer. Lezzet de alamaz. İnsandaki mânevi cihazlar ve latif duyguların her birisi hayvana nisbeten yüz derece gelişmiştir. Meselâ, güzelliklerin bütün mertebelerini fark eden insan gözüyle, bütün yiyeceklerin çeşit çeşit özel zevk ve lezzetlerini ayırt eden insanın dilindeki tat alma duygusuyla, hakikatlerin bütün inceliklerine nüfuz eden insanın aklıyla ve kemâlâtın bütün nevilerine müştak olan insanın kalbiyle hayvanın pek basit, yalnız bir iki mertebe inkişaf etmiş âletleri (4) arasında elbette çok büyük farklar vardır.

Yeni doğan bir bebeğin saat saat, gün gün gelişiminin izlenmesi halinde insana verilmiş olan bu kabiliyetlerin nasıl genişlediğini ve çeşitlendiğini, daha sonra da eğilimlerine, aldığı eğitimlere ve karşılaştığı olaylara göre duygularının ve düşüncelerinin değişim ve gelişim gösterdiği pek ala görülebilir. Sadece köyde doğup büyümüş bir insanla şehirde büyüyen, yüksek eğitimler alan ve dünya ile irtibatı bulunan insan arasındaki farkı anlamak hiç de zor olmayacaktır. Aynı zamanda insan kabiliyetlerinin gelişmişliği oranında hayatından ve istifade ettiği şeylerden lezzet alacağı muhakkaktır.

Kâmil İnsan

İnsan sadece bu dünyada yaşamak için gönderilmemiştir. Ebedi bir âlemin levazımatını kazanmak için geçici olarak inşa edilmiş bir misafirhanede bulunmaktadır. Dünya ahiretin tarlasıdır. İnsan, kendisine verilen bu kabiliyet ve cihazları veriliş maksadına uygun olarak kullanılırsa, toprağın altındaki tohumlar gibi çürüyüp gitmezler, aksine yeni filizler vererek gelişirler.

“İşte, eğer insan enâniyetine istinad edip hayat-ı dünyeviyeyi gàye-i hayal ederek, derd-i maîşet içinde muvakkat bâzı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir daire içinde boğulur, gider.” (…)“Eğer kendini misafir bilse, misafir olduğu Zât-ı Kerîmin izni dairesinde sermâye-i ömrünü sarf etse, öyle geniş bir daire içinde uzun bir hayat-ı ebediye için güzel çalışır ve teneffüs edip istirahat eder; sonra âlâ-yı illiyyîne (en yüksek derece) kadar gidebilir.” (5)

Âla-yı illiyyine erişen bir insan, kâmil insandır. Kâmil insan da güzelliğin bütün mertebelerini fark eden, yiyeceklerin çeşit çeşit özel lezzetlerini ve zevklerini alan, hakikatlerin bütün inceliklerine nüfuz eden ve kemalatın bütün nevilerini idrak eden insandır.

Kaynaklar:

1-Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, s: 292
2-A.g.e., s: 647; Aytar, Kadir, Zihinlerin Tanzimi, Rinap Makaleleri, risaleakademi.com
3-A.g.e., s: 289
4-A.g.e., s: 293
5-A.g.e., s: 293

www.RisaleAkademi.com