Risale-i Nur'da Geçen Şerh ve İzah Üzerine Bir Mülahaza
Risale-i Nur Külliyatı içine, ana metne dokunmamak şartıyla, lügat, şerh ve izah gibi, herhangi bir şey yazılabilir mi?
Ali İhsan Erdemir-Abdulkerim Baybara-Sabri Okur
Bazı kardeşlerimiz, "Risale-i Nur Külliyatı içine, ana metne dokunmamak şartıyla, lügat, şerh ve izah gibi, herhangi bir şey yazılabilir mi?" diye soruyorlar.
Cevaben deriz ki: Hayır yazılamaz! Çünkü Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ve onun varis ve vekilleri, Risale-i Nur külliyatı içine, lügat, şerh ve izah gibi herhangi bir ilaveye, kat'iyen müsaade etmemişler ve razı olmamışlardır.
Bunun bir çok sebep ve hikmetleri vardır.
Evvela hikmetine dair bazı misaller yazıp, sonra da bir kaç sebebini beyan edeceğiz.
Mektubat'ta: "Sözler ta'lim‑i hakàik ettikleri gibi, irşad vazifesini de görüyorlar."
Kastamonu Lahikası'nda: "Sekerâtta bulunan talebelerine, îmânını kurtarmak için, mürşid gibi yetiştiğine müteaddid vâkıalar şübhe bırakmıyor."
Yine Mektubat'ta: "Sözler ve Kur'ân’dan gelen nurlar, aklıma ders verdiği gibi, kalbime de îmân hâli telkin ediyor, rûhuma îmân zevki veriyor ve hâkezâ… Hattâ dünyevî işlerimde − kerâmet sâhibi bir şeyhin bir mürîdi, nasıl şeyhinden hâcâtına dair medet ve himmet bekliyor − ben de Kur'ân‑ı Hakîm’in kerâmetli esrârından o hâcâtımı beklerken, ümîd etmediğim ve ummadığım bir tarzda bana çok defa hâsıl oluyor."
Ve yine Kastamonu Lahikasında:
"Ben, pek kat'î bir sûrette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat'î kanâatim gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki; Risale‑i Nurun hizmetinde bulunduğum günde, o hizmetin derecesine göre kalbimde, bedenimde, dimağımda, maîşetimde bir inkişaf, inbisat, ferâhlık, bereket görüyorum..."
Şualar'da da: Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyâkatim olmadığı hâlde bana verilen “ Bediüzzaman ” lakabı, benim değildi; belki Risale‑i Nurun manevî bir ismi idi. Zâhir bir tercümânına âriyeten ve emâneten takılmış. Şimdi o emânet isim, hakîki sâhibine iâde edilmiş."
Bunun gibi daha çok misaller var!
Bu misaller gösteriyor ki, Risale-i Nur sadece akla hitap eden bir eser değil ki; lügat ve şerh veya haşiye yazmakla mesele tamam olsun. Belki insanın hem aklına, hem kalbine, hem ruhuna, hem sır ve letaifine hitap eden ve onları irşad edip en yüksek ve ulvi mertebelere terakki ettiren, kerametli adeta canlı bir eserdir, yani bir mürşidi kamildir.
Hatta Üstadımız hayatta iken, kendisini ziyarete etmek isteyenlere, ziyarete bedel Risale-i Nurları okumalarını tavsiye ediyor. Emirdağ lahikasında: "Risale‑i Nurun herbir kitabı bir Said’dir. Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyâde hem faydalanır, hem hakîki bir sûrette benimle görüşmüş olursunuz." Diyor. Bu da gösteriyor ki, Risale-i Nur demek, Bediüzzaman demektir.
Hatta Sungur ağabey çok zamanlar diyordu: "Ben çok düşündüm ki; Allah büyük zatların hepsine bir hasiyet vermiş, acaba Üstadımıza bu manada ne vermiş, diye.
Sonra anladım ki; Allah (CC), onun her bir kitabını, yani her bir risaleyi, canlı bir Said kılmış. Yani Üstad Risale-i Nur'la yaşıyor, aynen hayatta gibi talebelerini irşad ediyor."
Bununla alakalı misaller getirilse, bir cilt kitap yazmak lazım gelir. Öyle ise, biz de şimdilik bu ciheti bırakıp, yalnızca bizim için burada esas olan meseleyi, yani Üstadımızın bu meseledeki tavrını ve tarzı hizmetini ve varis ve vekillerinin bu husustaki hassasiyetini gösteren bir kaç misal zikredeceğiz.
1- Hem Mustafa Sungur ağabey, hem de Hüsnü Bayram ağabeyden, defaatle bu mealde bir hatıra dinlemiştik:
Bir ağabeyimiz Üstadımıza gelerek, şimdiki gençlerin daha kolay anlaması için, Risale-i Nur'a lügat eklemek istediğini söylemiş. Üstadımız, olur, fakat Risale-i Nur yüksek tefekkürü imani dersi verdiği için, okuyan talebe nazarını manadan çekip lügata bakacağı için, mana kaybolur, BEN MÜSAADE ETMİYORUM demiş.
2- Yine bir gün Mustafa Sungur ağabey ile beraber oturuyorduk. Üstadımızı çok defalar ziyaret etmiş bir ağabeyimiz geldi. Dedi ki; Avrupa'da bazı kardeşlerimiz, sırf altında lügat olduğu için başka neşriyatlardan külliyat alıyorlar, buna mani olmak için biz de Külliyata lügat eklesek. Mustafa Sungur ağabey ona: "Ben bilsem ki bütün Dünya'yı fethedeceğim, bütün dünya Nurcu olacak, ben yapmam" dedi.
Gelelim şerh ve izah ve haşiye meselesine:
Sahifelerin altına dahi olsa, lügat eklemeyi müsaade etmeyen Üstadımız ve varisleri, haşiye ve şerh ve izah gibi herhangi bir ilaveye hiç müsaade eder mi? Elbette ki müsaade etmez!
Bunu yapanlar, ekseriyetle Risale-i Nur'dan şu iki cümleyi delil getiriyorlar:
"Vazifem bitmiş gibi, bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşâallâh vazifeniz şerh ve izâhla ve tekmîl ve tahşiye ile ve neşir ve ta'lim ile, belki Yirmibeşinci ve Otuzikinci Mektûbları te'lif ile ve Dokuzuncu Şuâ’nın dokuz makamını tekmîl ile ve Risale‑i Nuru tanzim ve tertib ve tefsir ve tashih ile devam edecek."
"Bu dürûs‑u Kur'âniye’nin dâiresi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm‑u îmâniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler’in şerhleri ve izâhlarıdır veya tanzimleridir."
Madem Üstad böyle demiş, izin vermiş, öyle ise biz de şerh ve izah edebilir ve haşiyeler yazabiliriz, diyorlar.
Bunu da bir kaç noktada izah edeceğiz:
1- Üstadımız bu şerh ve izahın ne olduğunu ve nasıl yapılacağını, aynı mektubun başında açıkça belirtmiş, Şöyle ki:
"Evet, Risaletü'n‑Nur, size mükemmel bir me'haz olabilir. Ve ondan erkân‑ı îmâniyenin her birisine, meselâ Kur'ân’ın Kelâmullâh olduğuna ve i'câzî nüktelerine dair, müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhânlar cem'edilse ve hâkezâ, mükemmel bir izâh ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir."
2- Burada görüldüğü gibi, Üstadımız, allame ve müçtehitler de olsa, kendi ilimlerinden bir şey katamayacaklarını açıkça belirtmiştir.
Yapabilecekleri tek şey varsa o da, Risale-i Nur'da geçen birbiriyle alakalı bazı bahisleri aynen alıp bir araya getirmektir ki; yukarıda geçtiği gibi, Üstadımızın şerh ve izah dediği de budur. Zaten Üstadımız hali hayatında bazı küçük kitaplar halinde bunu bizzat yine kendisi yapmış, kimseye ihtiyaç bırakmamış. İman ve Küfür muvazeneleri, Gençlik rehberi, vesaire gibi...
3- Üstadımızın burada hitap ettiği ve muhatap olduğu kişiler, doğrudan doğruya kendi talebeleri ve talebeleri içindeki büyük alimlerdir, başkaları değildir. Ama onlar Risale-i Nur'a tam kanaat ettiler, böyle bir işe tevessül etmediler.
4- Mektubat'ta geçen Onbirinci mektup ile alakalı: "Hâlbuki tanzimsiz, müşevveş bir sûrette idiler. Onlar ne hâl ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye me'zun değiliz!" Cümlesi meselemiz hakkında güzel ve vazıh bir delildir.
Yine yukarıda bahisi geçen "belki Yirmibeşinci ve Otuzikinci Mektûbları te'lif ile.." cümlesi var.
Şimdi biri çıkıp yirmibeş ve otuzikinci mektupları telif mi edecek? Bunu kim yapabilir? Bediüzzaman hazretleri hayatta iken, ondan ders almış ilmin zirvesindeki şahsiyetler yapmamış da, ondan sonrakiler mi yapacak! Haşa!
Ben burayı Mustafa Sungur ağabeye sormuştum. Dedi ki; "kardeşim Üstad'tan sonra bu manada hiç kimse bir şey yazamayacak!"
Üstadımız, Mehmet Feyzi ağabeye Kızıl Îcâz'dan verdiği ders için: "Bugünlerde, Feyzi’ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak…" diyor.
Bu cümleyi Mehmet fayzi ağabeye sorduklarında onlara, Üstadımız bizi imtihan için böyle söylemiş yoksa herhangi bir şey yazmamız için değil...! Cevabını vermiş.
Halbuki Mehmet Feyzi ağabey üstadımızın sır katibi olup, yüzbin hadis hıfzetmiş ve kerametleri zahir olan allame bir şahsiyetti. O zat böyle derse, başkasının ne haddine düşmüş k, böyle meselelerde kalem oynatsın!
Hastalar Risalesi'nin altıncı devasının haşiyesinde şöyle bir cümle var:
"Fıtrî bir sûrette bu Lem'a tahattur ettiğinden, altıncı mertebede iki devâ yazılmış. Fıtrîliğine ilişmemek için öylece bıraktık; belki bir sır vardır diye değiştirmedik."
Burayı okurken Mustafa Sungur ağabey dedi ki: Bakın Allame Bediüzzaman, telif anındaki Bediüzzaman'a hürmet ediyor, bir hikmeti vardır deyip öylece bırakıyor, sonradan değiştirmiyor.
Bu manada çok misaller var, uzun olmasın diye kısa kesiyoruz. Arife işaret yeter!
Bütün bunlar gösteriyor ki; hiç kimse kendi ilmine güvenerek böyle bir işe teşebbüs etmesin. Eğer haddini tecavüz edip, müellifin ve vekil ve varislerinin rızası haricinde parmak karıştırmağa kalkarsa, büyük bir vebalin altına gireceğini unutmasın.
Elhasıl: Madem Üstadımız hayatta iken izin vermemiş, ondan sonra onun vekil ve varisleri izin vermemiş, bize düşen onlara tam ittiba etmektir. Başka çığırlar açmakla bu kudsi hizmete zarar vermek yerine, Risale-i Nur'a tam ve sadık bir talebe olmağa çalışmaktır. Yani onu çok okumak, neşriyatında hizmet etmek, muhtaç ellere ulaşması için gayret göstermek, derslere katılmak ve medrese-i nuriyelerin açılmasına vesile olmaktır. Vesselam.
NOT: Eğer bazı kardeşlerimiz, akademik manada Risale-i Nur üzerine bir çalışma yapmak isterlerse, o çalışmalarını, Risale-i Nur külliyatından hariç, tamamen müstakil ve ayrı bir eserde toplayıp, eserin üzerine kendi ismini yazıp, öylece neşredebilirler.

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.