Risâle-i Nur ve Müceddidlik

MÜCEDDİD HADÎSİ

Peygamberimiz (s.a.v)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah, bu ümmetin dinini tecdid etmek (yenilemek) için her yüz sene başında, bir müceddid gönderir.”

Bu hadis, Sünen-i Ebu Davud, (Kitab’ul Melahim, Bab. 1, hn. 4291), Hakim ve Taberani tarafından sahih olarak rivayet edilmiştir. Hadîs imamları bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. (Aclunî, Keşfü’l-Hafa, Dar’ül Kütübü’l-İlmiye, 1988, c. 1, s. 243)

Ayrıca bu hadise benzer şu hadis de nakledilmiştir: “İslam ve Müslümanların kandırıldığı her bidat vaktinde, Allahü Teala'nın   (yönlendirdiği, İslâm’ı) savunan, onun alametleriyle konuşan salih veli bir kulu olacaktır. O (Salihlerin olduğu) meclislerde bulunmayı zayıfları koruma konusunda fırsat ve ganimet bilin, Allah'a tevekkül edin, Vekil olarak Allah yeter.” (Ali Müttaki, Kenzü’l-Ummal, hadis no: 34624)

TECDİD VE MÜCEDDİD

Peygamberimiz (s.a.v) 23 yıl içinde, cahiliye dönemi insanlarını ıslah ederek onları bütün insanlık âlemine örnek Asr-ı Saadet toplumuna dönüştürdü. Asr-ı Saadet toplumu, kendisinden sonraki bütün İslâm toplumları için ideal toplum oldu. Bir toplum ne kadar sahabe toplumuna benziyorsa o kadar iyi, ne kadar benzemiyorsa o kadar da kötüdür.

Yenileme’, mânâsına gelen ‘tecdid’ kelimesi, Asr-ı Saadetten sonra İslâm toplumlarında fısk, bid’at ve küfrün zuhuruyla, Kur’ân ve Sünnet’ten uzaklaşmalar olduğunda, bu bozukluklarla mücadele ederek İslâm toplumunun düşünce ve davranışlarını yeniden, aslî kaynaklara (Kur’ân ve Sünnete) rabtetmek mânâsına gelir. Diğer ifadeyle tecdid, yeniden ideal toplumu oluşturma faaliyetidir.

‘Yenileyen’ mânâsına gelen ‘müceddid’ kelimesi ise, Kur’ân ve sünnete son derece bağlı, İslâmî ilimlerde en yüksek mertebede olan, bid’at ve küfürle mücadele eden, ümmetin problemlerini hallederek toplumdaki dini havayı yenileyen âlim kimse mânâsına gelmektedir.

İslâm’ın ilk yüzyılından günümüze kadar, İslâm toplumlarında fısk, bid’at ve küfürle mücadele eden müceddidler eksik olmadı. Onlar daima bid’atları izâle, Kur’ân ve sünneti ihya ederek, toplumu Asr-ı Saadete dönüştürmenin mücadelesini verdiler ve mânevî havayı yenilediler.

Yukarıda Müceddid ümmetin problemlerini çözen şahıstır demiştik. Herhangi bir âlim veya evliya ile müceddid arasındaki en önemli fark, müceddidin ümmetin problemlerini diğerlerinin yapamadığı bir şekilde çözümlemesidir. Örneğin, İmam Gazalî ümmetin ittifakıyla 5. Asrın müceddididir. Çünkü o, kendi zamanındaki problemleri halletmiş, bilhassa revaçta olan Meşşaî felsefeyi yıkmıştır. Elbette İmam Gazalî döneminde âlimler ve evliyalar vardı. Onlarda İmam Gazalî gibi salih insanlardı, etraflarındaki insanlara ilim öğretiyorlar, emr-i bilmaruf yapıyorlar, ümmetin problemlerini çözmeye çalışıyorlardı. Fakat onlar ümmetin problemlerini çözmede, İmam Gazalî kadar tesirli ve başarılı olamadılar. Bu yüzden müceddid ünvanı onlara değil yalnızca İmam Gazalî’ye verilmiştir.

Günümüzde her tarikat veya cemaat müntesibi şeyhinin veya liderinin -hatta ümmete problem olmuş kişilerin bile- müceddid olduğunu ilan edebiliyor. Bu tarikat ve cemaatlerin kendi liderlerini müceddid olarak kabul ettirmesi için, liderlerinin ümmetin hangi problemini hallettiğini, çözdüğünü ortaya koyması gerekir. Bu konuda yalnızca salah, ilim, faaliyet veya muhabbet yeterli değildir.

Günümüzde bazı şahıslar tecdidle reformu aynı göstermeye çalışıyorlar ki, bu büyük bir hata ve cehalettir. Çünkü tecdid, toplumu ıslah ederek, toplumun yeniden dine olan bağlılığını tazelemek, reform ise, toplumu değil, dini yaşanan çağa uyarlamak, dinde değişiklikler ve yenilikler yapmaktır. Tecdid toplum bünyesinde, reform dinin muhtevasında yapılır. Bu özelliklerinden dolayı ikisi birbirine tamamen zıttır. Biri din tarafından övülmüş, diğeri ise, zındıklık olarak kabul edilmiştir.

MÜCEDDİDLER

Tarih boyunca her asırdaki müceddidler merak konusu olmuş ve bu alanda araştırmalar yapılmıştır. Fakat müceddidi tesbit konusunda elde kesin kriterler olmadığından ihtilaflar ortaya çıkmıştır. Her mezhep müntesibi müceddidleri tesbit ederken, kendi mezhebini ön plana çıkarmış, ona göre listeler hazırlamışlardır. Bazı âlimler bu konunun ihtilaf ve münakaşa mevzuu olmaması için hadisde zikredilen (من) lafzının bir ve birden fazla kişiye işaret edebileceğini, her ilim sınıfından –tefsir, hadis, kelam vs- bir asırda birden çok müceddid olabileceğini söylemişlerdir. Nitekim bu konuda Peygamberimiz’den bu manayı teyit eden şu hadisler rivayet edilmiştir: “Her asırda ümmetimden (dini konularda) önde olanlar olacaktır” (Ali Müttaki, a.g.e.,, hadis no: 34626, 34627). “Allahü Teâlâ devamlı olarak bu dinde (bazı güzide kullarını) bir tohum (gibi) eker, (Onlarla dini güçlendirir), kıyamet gününe kadar da onları orada ibadetiyle istimal eder. (Ali Müttaki, a.g.e., hadis no: 34625)

Burada kesin bir hüküm olarak değil, ancak fikir vermesi için İmam Suyutî’nin müceddidlerle ilgili listesini takdim ediyoruz. (Bu listedeki Ömer b. Abdülaziz hariç bütün isimler Şafi mezhebindendir.) İmam Suyuti yazdığı şiirde müceddidleri asırlara göre şöyle sıralamıştır:

  1. Ömer b. Abdülaziz                            (60-101)
  2. İmam-ı Şafii                                    (150-204)
  3. Ebu’l-Hasan El-Eş’ari                          (260-324)
  4. Bakıllani (veya Ebu Hamid İsferayini)    (344-406)
  5. İmam Gazali,                                   (450-505)
  6. Fahreddin Razi, (veya İmam Rafii)       (544-606)
  7. İbn Dakik El-İyd,                              (625-702)
  8. Bulkini,                                           (720-805)
  9. İmam Suyuti                                    (849-911)

İmam Suyuti yazdığı şiirin sonunda “Ümid ederim ki bu asrın müceddidi benimdir” diyerek kendisinin 9. Asır müceddidi olduğunu açıkça ifade eder. (Azimabadi, Avnu’l-Mabud Şerhi Ebu Davud, c, 11, s, 385 vd; Aclunî, Keşfül Hafa, c, 1, s, 243.)

Yaygın kanaate göre günümüze kadar gelen diğer müceddidler de şöyle:

  1. İmam-ı Rabbani                              (971-1034)
  2. Şah Veliyullah Dihlevi                        (1114 -1176)
  3. Mevlana Halid                                 (1193-1242)
  4. Üstad Bediüzzaman Said Nursi,          (1293 – 1379)

20. YÜZYIL VE TECDİD

19. yüzyıldan itibaren İslâm toplumlarında tesirini hissettiren materyalist Batı felsefesi, 20. yüzyılda daha da yaygın bir hal aldı. Batı felsefesinin yaygınlaşması ve İslâm aleyhtarı propagandalar neticesinde, halkın İslâm’a bağlılığında gevşemeler, zihinlerde şüpheler ortaya çıktı. Ahlâk bozuldu, İslâm aleyhinde fikirler arttı, halk İslâm’ı yaşamaktan uzaklaştı. Hatta Müslüman olmak gericilik, utanılacak bir durum haline gelmeye başladı. Bütünüyle değilse de kısmen İslâmi değerlere itimadı olmayan, hatta düşman, dinsiz nesiller de ortaya çıktı.

Üstad Bedîüzzaman, 20. yüzyılda İslâm toplumlarını etkileyen materyalist Batı zihniyetinin sebep olduğu fısk, bid’at ve küfürle mücadelesindeki başarısıyla, bu asrın müceddidi olduğunu isbat etmiş bir şahsiyettir. Kanaatimizce Üstadın müceddidliğine delil olabilecek 6 madde vardır. Onlar da kısaca şunlardır:

1.  İMAN HİZMETİ

Son iki yüzyıl hem Müslümanların hem de bütün insanlık âleminin en büyük problemi ateizmdir. Modern çağlarda bilimden, fenden kaynaklanan ateizm, hiçbir asırda görülmeyecek bir şekilde bütün dünyaya yayılmıştır. Üstad Bediüzzaman, insanlık âleminin bu en büyük problemi üzerinde hassasiyetle durmuş, telif ettiği Risale-i Nurların büyük bir bölümünü bu konuya ayırmış, imânî konuları çürütülemeyecek kadar güçlü delillerle ortaya koymuş, müminlerin imânını kuvvetlendirirken, dinsizleri de susturmuştur. Örneğin Tabiat Risalesi’nin başında “Tabiattan gelen fikr-i küfrîyi dirilmeyecek bir surette öldürüyor, küfrün temel taşını zîrüzeber ediyor.” Diyerek bu risalenin ehemmiyetine dikkat çekilir.

Ayrıca Kelam âlimleri “Her insanın imânını tahkikî hale getirmesi farzdır. Taklidî imân sahihse de, imânını tahkikî hale getirmeyen günahkâr olur” diyerek, imâni konular üzerinde durmanın ehemmiyetine işaret etmişlerdir.

20. Yüzyılda elbette küfürle mücadele eden âlimler olmuştur. Fakat hiç biri Üstad Bediüzzaman kadar konuyu geniş ve başarılı bir şekilde ele almamıştır. Bu hal Üstadın bu asrın müceddidi olduğunun en büyük delilidir.

2.  İRŞAD

Dünya menfaatlerinin ve lezzetlerinin ön plana çıkarıldığı, ahiretin umursanmadığı, mümin insanların bile günahlarda tiryaki olabildiği bir zamanda yaşıyoruz. Risâle-i Nur böyle bir ortamda, gayr-ı meşru haram lezzetlerde daha dünyada iken cehennem elemlerinin, imân hakikatlerinde ve İslâm’ı yaşamakta ise, cennet lezzetlerine benzer lezzetlerin var olduğunu isbat ederek, pek çok insanı irşad etmiş, günahlardan kurtarmıştır.

Günümüzde irşad faaliyeti yapan pek çok şahıs ve gruplar olmakla beraber, Risâle-i Nur’un tesir itibariyle daha kuvvetli ve geniş çapta olduğu görülmektedir.

3.  İSLÂM’A HÜCUMLAR VE CEVABLARI

19. yüzyıl sonlarından günümüze gelinceye kadar İslâm düşmanları tarafından daima gündeme getirilen İslâm’ı tenkide yönelik bazı konular vardır. Tesettür, taaddüd-ü zevcat, kadınlara mirastan yarım hisse verilmesi, peygamberimizin çok evliliği, miraç, şeytanların yaratılması, kader gibi konular bunlardan sadece bir kaçı. Üstad Bedîüzzaman bu ve benzeri konulara mukni izahlar getirerek İslâm düşmanlarını susturmuş, İslâm’ı en güzel şekilde müdafaa etmiştir.

4.  HER TABAKAYA HİTAB

Üstad risâleleri te’lif ederken yediden yetmişe herkese hitap etmiştir. Ezcümle:

  • Çocuklar için Üstad, “Onlar Risâle-i Nur’un fıtri talebesidir” der.
  • Gençler için ‘Gençlik Rehberi’,
  • Hanımlar için ‘Hanımlar Rehberi’
  • İhtiyarlar için ‘İhtiyarlar Risâlesi’
  • Hastalar için ‘Hastalar Risâlesi’ te’lif edilmiştir.

5. HAYAT-I İCTİMÂİYEDEKİ GURUPLAR

Üstad Bedîüzzaman hayat-ı ictimaiyedeki pek çok mesele ve guruplar hakkında İslâmî hükmü, doyurucu ve ikna edici bir üslupla ortaya koymuştur. Biz burada Risalelerde üzerinde durulan konu ve gurupları kısaca izah ederek, numune kabilinden birkaç risaleye de işaret edelim:

  1. İTTIHAD-I İSLÂM

Müslümanlar arası ihtilafın sebepleri ve ihtilafı ortadan kaldırarak, Müslümanlar arası birliği sağlamanın yolları değişik risalelerde ele alınmıştır. Örnek olarak 20. Lema (İhlas Hakkında), 22. Mektup (Uhuvvet Risalesi), Hutbe-i Şamiye (Şam’da Camii Emevi’de Türk ve Arapların ittihadı hakkında verilmiş bir hutbedir.)

  1. TASAVVUF

Değişik risalelerde tasavvufun ne olduğu, faydaları, ona hücum edenlerin hata ettiği, vahdet-i vücut ve benzeri tasavvufi meseleler ele alınmıştır. Bazı yerlerde ehl-i tasavvufun dikkat etmesi gereken konular ele alınır. Bu konuda en güzel risale 29. Mektubun 9. Risalesi olan Telvihat-ı Tis’a’dır.

  1. SİYASET

Üstad Bediüzzaman Yeni Said döneminde siyasetten çekilmiş ve talebelerinin de siyasetten uzak durmalarını istemiştir. Değişik risalelerde bunun sebepleri üzerinde durur. En çok nazara verdiği, imana Kur’ân’a hizmet edenlerin toplumun her kesimine hitap etmesi ve onların güvenini kazanması için siyaseti terk etmesi gerektiğiyle ilgilidir. Bu konuda 13. Ve 16. Mektupta geniş izahları vardır.

  1. ŞİİLİK

Dördüncü Lem’a (Minhacü’s-Sünne) risâlesinde, Peygamberimizin ümmetine şefkati, ‘ehl-i beyt’i sevmenin ehemmiyeti ve Şia ile Ehl-i Sünnet arasında medar-ı münakaşa olmuş ‘hilafet meselesi’ni ele alınır. Hatimesinde, Ehl-i Sünnet ile Şia arasındaki münakaşaların bırakılmasıyla ilgili mühim tavsiyeler vardır.

  1. MEZHEBSİZLİK

27. Söz, Sahâbelere ve İctihad’a dairdir. İctihad kapısının açık olmakla beraber bu zamanda o kapıyı açmanın mahzurları oldukça ikna edici bir üslupla ele alınır.

  1. VEHHABİLİK

28. Mektub’un 6. Risâlesi’nde bugünkü Suudi Arabistan’ın resmi mezhebi, aynı zamanda günümüz Müslümanlarına bazı konularda tesiri olan ‘Vehhabilik’in tarihî mahiyetinden ve günümüzdeki durumlarından bahsedilir.

  1. MİLLİYETÇİLİK

26. Mektub 3. Mebhas’ında Milliyetçilik konusu ele alınır. Bu risâlede Allah’ın insanları millet millet yaratmasının hikmeti, milliyetçiliğin müsbet ve menfi olmak üzere iki kısım olduğu, müsbet kısmının faydaları, menfi yönünün zararları ve tarihi delilleriyle isbatı ile İslâm milletlerinin ittifak etmesine işaret edilir. Hutbe-i Şamiye Risalesinin Zeylinde ise din duygusuyla milliyetçilik duygusu kıyaslanarak, din duygusunun daha ehemmiyetli olduğu, faydalarıyla beraber isbat edilir.

  1. MATERYALİZM – POZİTİVİZM

19 ve 20. Yüzyıllar materyalizm ve pozitivizmin yaygınlaştığı yüzyıllardır. Üstad telif ettiği değişik risalelerde –örneğin Tabiat Risalesinde- bu iki inkâr felsefesini yıkmıştır.

  1. KAPİTALİZM – SOSYALİZM

Bazı risalelerde Kapitalizm, Sosyalizm ve İslâm kıyaslanarak İslâm’ın üstünlüğü ortaya konulmuştur.

  1. AHİR ZAMAN FİTNELERİ

Beşinci Şua isimli bir risalede yanlış anlaşılan ahir zaman fitneleriyle ilgili hadisler izah edilerek, bazı toplumsal olaylara izah getirilmiştir.

  1. EHL-İ BİD’A

Türkiye’de 1932 ile 1950 yılları arasında -18 yıl- Türkçe ezan ve kamet okutturulmuştur. 29. Mektubun 7. Risalesinde Türkçe ezan ve kametin yanlışlığı delilleriyle ortaya konulur.

  • EHL-I KITAB

Değişik risalelerde yahudilik ve hıristiyanlık hakkında izahlar yapılmıştır. 19. Mektup risalesinde tarihi, akli delillerin yanı sıra, Tevrat ve İncil’den delillerle Ehl-i Kitab’a Peygamberimizin risâletini isbat edecek deliller ele alınmıştır.

  1. BATI MEDENİYETİ İLE İSLÂM MEDENİYETİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

Değişik risalelerde Batı medeniyeti ile İslâm medeniyeti arasındaki farkları ortaya konularak İslâm medeniyetinin üstünlüğünü ispat edilmiş, gelecekte İslam’ın bütün dünyaya yayılacağı anlatılmıştır. (12. Söz.)

6.  ÜSTADIN ŞAHSİYETİ

Üstadın müceddidliğine bir delil de, onun herkes tarafından kabul edilen ilmî kişiliği ve İslâmî yaşantısıdır. O İslâmî bütün ilimlerde otorite idi. Hayatını zühd ve takvâ üzere yaşamış; İslâm’ı yaşama ve yaşatma yönünde hareketli, cesur, çileli, işkence dolu, tavizsiz bir hayat sürmüştür.

Hülâsa; altı maddede sıraladığımız özellikler, -ki bunlara daha başka maddeler de eklenebilir- kanaatimizce Üstad Bedîüzzaman’ın bu asrın müceddidi olduğunu göstermektedir.

***

Üstad Bedîüzzaman Risâle-i Nur’un bu asrın müceddidi olduğunu yazdığı risâlelerde açıkça ifade eder. Onlardan bazıları şöyledir:

“Eski Harb-i Umumî’den evvel ve evâilinde, bir vâkıa-i sadıkada gördüm ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ, müdhiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum vâlidem yanımdadır. Dedim: ‘Ana korkma! Cenâb-ı Hakk’ın emridir; o Rahîm’dir ve Hakîm’dir.’ Birden o halette iken, baktım ki mühim bir zât bana âmirane diyor ki: ‘İ’caz-ı Kur’ân’ı beyan et.’ Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılabdan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek, i’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nev’ini şu zamanda izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak ve namzed olduğumu anladım.” (Mektubât, 28. Mektubun 7. Risalesi’nden, Altınbaşak Neşriyat, s. 218.)

“Aziz, Sâdık ve Muhterem Hoca Haşmet Efendi,

Sizin müceddid hakkındaki mektubunuzu hayretle okuduk, Üstadımıza söyledik. Üstadımız diyor ki: ‘Evet, bu zamanda hem îman ve din, hem hayât-ı içtimaiye ve şeriat, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için gayet ehemmiyetli bir müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakâik-i îmaniyeyi muhafaza noktasındaki tecdid, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri, ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor. Rivayet-i Hadîsiyede tecdid-i din hakkındaki ziyade ehemmiyet ise, îmanî hakâikdeki tecdid îtibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede ve hayat-perest insanların nazarında zâhiren geniş ve hâkimiyet noktasında câzibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve siyaset-i dîniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakıyorlar, mâna veriyorlar.

Hem bu üç vezaif birden bir şahısta veyahut bir cemaatte, bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi, pek uzak, âdeta kabil görülmüyor. Ahir zamanda Âl-i Beyt-i Nebevî’nin cemaat-i nûraniyesini temsil eden Mehdî’de ve cemaatindeki şahs-ı mânevîde ancak içtimâ edebilir.

Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, bu asırda Risâletü’n-Nur’un hakikî şâkirdlerinin şahs-ı mânevîsine hakâik-i îmaniyenin muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmıştır. Yirmi senedenberi o vazife-i kudsiyede te’sirli ve fâtihâne neşriyatıyla gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip yüz binler ehl-i îmanın îmanlarını kurtardığını kırk bin adam şehadet eder.

Amma benim gibi âciz ve zaif bir bîçârenin böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklenmek tarzında bîçâre şahsımı medar-ı nazar etmemeli’ diyor ve size selâm ediyor. Biz de zât-ı âlinize ve oradaki Risâletü’n-Nur ile alâkadar olanlara selâm ediyoruz. Risâle-i Nur şâkirdlerinden Emin, Feyzi.” (Kastamonu Lâhikası.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
13 Yorum