Risale-i Nur olmasaydı Türkiye’ye gelmezdim

Risale-i Nur olmasaydı Türkiye’ye gelmezdim

Mekke Seyyitler Cemaatinden Muhammed El-Mas röportajın ikinci bölümünde Türkiye ziyaretini anlatıyor

Röportaj: Abdurrahman Iraz
Tercüme: Muhammed Nur Sungur - Risale Haber

Mekke'de bulunan Seyyitler Cemaatinden Muhammed El-Mas ile yaptığımız röportajın ikini bölümü. Muhammed El-Mas bu bölümde Türkiye ziyaretini anlatıyor...

Rusya’daki hizmetlerden size bahsettiler mi?

Evet oradaki hizmetleri anlattılar. Gerçekten çok enteresan gelişmeler.

Oradaki hizmetleri duyunca kendi kendime ağladım. Kendimden utandım. Yarın hesap gününde Rabbim sorduğu zaman ne diyeceğim, nasıl cevap vereceğim? ‘Sen bu hakikatleri, bu risaleleri okudun, öğrendin, muhtaç gönüllere niye anlatmadın’ diye sorulunca nasıl cevap vereceğim diye ağladım. Mesuliyet yükünü Cenab-ı Hak bizlere yüklemiş yani tebliğ vazifesi üzerimizde farz

Evet ve bu da şükür gerektirir.

Sahabe misal bir hayat ibadet, Kur’an, hizmet ve Risale-i Nur. Başka hiçbir şey yok.

Maddi varlık ve hayatını yerli yerine koyuyor. Enaniyet ve ilahlıktan sıyrılıp, maddi hayatını hakiki olarak olması gereken yerde kullanıyor. Allah için yaşıyor, ahiret için yaşıyor, Mabud-u Hakikinin yolunda nefsini harcıyor; öte yandan diğer mecazi dünyevi mabudların hepsinin şirk olduğunun idrakine varıyor.

RİSALE-İ NURLARLA İSLAM’I BULUNCA HAYATTAN ZEVK VE LEZZET ALMAYA BAŞLIYORLAR

Hayretimi mucib olan bir mesele var. Arap halkı Kur’an-ı Kerim dışında kitap okumuyor, tefsir okumaya gerek duymuyor. Mesela bir çok Arap kardeşlere risalelerden bahsetmeye çalıştığım anda ‘bu kitaplara gerek yok. Kur’an var ve bize yeter’ diyorlar. Medine-i Münevvere’de Harem’deki bir iftar sırasında sofra sahibi ile sohbet edince ona ‘Risale-i Nur’u ve Bediüzzaman’ı tanıyor musun’ diye sordum. ‘Evet’ dedi. Peki ‘okuyor musun?’ ‘Hayır’, ‘Neden?’ ‘Çünkü ben Kur’an okuyorum, Kur’an bana yeter, başkasına ihtiyaç yok’ dedi.

iraz_elmas1.jpgYanlış anlamalar var. Bin yıldan bu yana Mekke’deki Müslümanlarda bu yanlış anlama sürüyor. Bu yüzden Risale-i Nurlar gayri müslimlerde hızla yayıldığı kadar, Müslümanlar arasında aynı hızla yayılmıyor. Gayri Müslim her şeyi yaşadı, gördü ve tecrübe etti. Ateizmi, Yahudiliği, Hıristiyanlığı her şeyi yaşadı ve kendini musibete düçar eden her şeyi gördü, tanıdı. Şimdi ise önlerinde yeni, temiz ve tap taze bir tecrübe var. Risale-i Nurlarla İslam’ı bulunca hayattan zevk ve lezzet almaya başlıyorlar. Eğer Risale-i Nurlar olmasa bu lezzeti bulamayacaklardı. Bundan dolayı direk mazbut dos-doğru nurcu oluyorlar.

Müslümanlarda üslup, düşünce ve anlayış birikimi hala devam ediyor. Bir kısım metod ve anlayışların bitmesine rağmen Arap halkı meseleye şöyle bakıyor; “İslam buradan (Mekke) çıktı, İslam’ın dili Arapça, dolayısı ile bunu biz herkesten daha çok biliyor ve anlıyoruz. Başkasının bize ahkam kesmesine gerek yok. İslam’ı en iyi biz biliyoruz.” Bu üstüncü bakış tarzı, onların bu bakış açısını düzeltecek ehli ilmin az oluşu –çünkü talebe kendi dinini kendi şeyhinden (hocasından) öğreniyor, Pakistanlı hocasından, Mısırlı hocasından, Türk hocasından, uyruğu ve dili her ne ise herkes kendi hocasından- Lakin Arapların cahili meseleye direk şöyle bakıyor; “Din bizden çıktı, hocalar, alimler bizden, anlayış bizden, bütün dünyaya her şey bizden gitti, bizim dilimizle gitti, o bakımdan bir Arap olmayan, bizim dilimizi bizden iyi mi bilecek, anlayacak?” Nasıl bir mantık ve düşünce değil mi? Müteselsil bir mantık olarak iyi, fakat nerelere varıyor. Sen Arapsın ama bugün, hakiki Arapçayı anlamıyorsun. Kur’an Arapça ama sen bugün bunu anlamaktan çok uzaksın. Çocuğun gelip sorsa ‘bu ayetin manası ne? Bu ayet bize neyi anlatmak istiyor’ diye sorsa, bilmiyor, susuyorsun. O halde ben dini anlıyorum diye iddia etme. Diyebilirsin ki ‘ben dindarım ama dini anlamada hatalarım var, dini tatbikatımda eksiklerim kusurlarım var.’ Bu hatalar Arap olmayan alimler de ve insanlarda da var. Belki bu metod hataları senden daha fazla başkalarında var.

“HİKMET MÜMİNİN YİTİĞİDİR NEREDE BULURSA ONU ALSIN”

Bu bakımdan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) bize bir esas bırakmıştır. Hangi milletten olursak olalım bu esasa uymamız lazımdır. Şöyle buyurdu Allah Resulü; “Hikmet müminin yitiğidir. Nerede bulursa onu alsın.” Hal bu iken hikmeti Bediüzzaman’dan ya da başkasının elinden neden almıyorsun ey mümin!!? Safi olarak –katıksız- dini hakikatleri sana ifade ediyorken almaman için buna mani bir şey mi var? Kaldıki salih insanların ve bilenlerin şehadetiyle bu işin ehli olduğunu ispat etmiş. Niye almayasın? Mani nedir? Ben Arabım, Arap olmayandan dinle ilgili bir şey almam ve öğrenmem düşüncesi, şeytanın zihinlere yerleştirdiği gizli bir oyunu, bir desisesidir. İnsanların bunu anlamaları lazım. İşte tam bu zaviyede biz, büyük zorluk hissediyoruz. Özellikle bu beldede meşayihin ve alimlerin Kur’an’ı ve şer’i ilimleri tefsir etme ve ihtimam göstermeleri bakımından. Ancak diğer ülkelerde bu alanda daha fazla açılımlar olduğunu zannediyorum. İnşallah Cenab-ı Hak esbabını hazırlar da, insanlar metotta yanlışlıklarının farkına varırlar ve bunu idrak ederler, neticede doğruyu bulurlar. Zaten herkes hakkın ve hakikatın peşinde değimli? Ama metod ve anlayıştaki hatalar çoğu zaman buna mani teşkil ediyor.

mekke_dersane_cocuklar.jpg

Mekke dersanesinde sohbetlere katılan seyyidler cemaatinin gençleri...

RİSALE-İ NUR OLMASAYDI TÜRKİYE’YE GELMEZDİM

İstanbul’a ilk ne zaman geldiniz? Risale-i Nur’u tanıdıktan önce mi sonra mı?

Nurları tanıdıktan sonra. Hatta şöyle demiştim; “Eğer Risale-i Nurlar olmasaydı, ben Türkiye’ye gelmezdim.” Galiba 2003 yılıydı, belki de daha sonraları, tam olarak hatırlamıyorum. Ama Türkiye’yi görmeye beni Risale-i Nur sevk etti. Yoksa Türkiye’yi işitiyordum o kadar. Türkiye’yi önceleri Avrupa’nın bir parçası telakki ediyordum, onun için içimden gitmek arzusu oluşmuyordu. Fakat risaleler beni Türkiye’ye çekti. Mesela Mısır’a gitmek arzu ettiğim halde bir türlü fırsat bulup gidemedim. Ama risalelerin cazibesi beni Türkiye’ye çekti.

GEZMEYE DEĞİL NUR TALEBELERİNİ GÖRMEYE GELDİM

Türkiye yi nasıl buldunuz?

Topkapı Sarayı’na götürdüler, sıkıldım diyebilirim. “Gezip tozmak için gelmedim Türkiye’ye, nur talebelerini, dershaneleri, dersleri görmek ve o havayı teneffüs etmek için geldim” dedim arkadaşlara. Beni mazur gördüler, anlayışla karşıladılar. Hatta beraber geldiğimiz arkadaşlarımı gezdiriyorlardı. Beni bildikleri için artık bana teklif bile etmiyorlardı. Gece, gündüz hep dershanede kalıyordum. Çünkü nurlar için gelmiştim.

ÜSTADIMIZIN MEMLEKETİNE GİTTİK

Başka şehre gittiniz mi?

Allah razı olsun Mustafa Sungur ağabey bize yardımcı oldu, aldı bizi başka şehirlere de götürdü, dershaneleri gezdirdi, gösterdi. Birlikte Bursa’ya, Isparta’ya, Barla’ya gittik. Sonra da Ankara’ya. Orada fazla kalmadık. Ardından Üstadımızın memleketine Hizan ve Nurs’a gittik.

Hizan ve Nurs’a gittiğinizde Barla’yı gördüğünüzde neler düşündünüz neler hissettiniz?

Böyle bir suali ilk defa siz soruyorsunuz bana

NURS’TA TAM BİR GARİPLİK HİSSETTİM

Benim işim size soru sormak onun için. Herhalde insanların hissine tercüman olma gayretindendir.

Allah razı olsun. Nurs’ta tam bir gariplik hissettim, nasıl anlatayım sana. Nurs’ta yollar yok, daracık geçit ve yollar, gideceğin yere mecburen yaya gidiyorsun. Üstadımızın doğduğu eve gittik, oradan medreseye, dereye, oradan Üstadın ana-babasının ve kardeşlerinin mezarlarını ziyaret ettik. Fatihalar, Yasinler okuduk. Yani bir günlük bir gezi ama çok acaip duygular ve şuur içerisinde geçirdik. Nurs’ta tam bir fıtrilik ve sadelik hakim. Mesela hayal etsek insanlar aldatıcı medeniyetin gösterişli, yapmacık ve suniliklerle dolu havasında mı, yoksa sadeliğin ve fıtriliğin kol gezdiği o tabii havada ve şartlarda mı yaşamak isterler? Zannederim, fıtriliği seçerler. Nurs’ta her şey sade ve fıtri. Hisler sade, duygular duru, insani ilişkiler, akrabalıklar, komşuluklar, insanların biribirine bağlılıkları ve hayatın her alanında sadelik hakim, her şey tabii. Bulanıklık yok, medeniyetin fantezileri oraları kirletmemiş.

Oysa şimdi öyle mi? Yediğimiz, içtiğimizden tutun, yaşamın her alanı toptan her şeyiyle kirletilmiş. Medeniyet namı altında, yediklerimiz hormonlu, içtiklerimiz ilaçlı, gıdalarımızda katkı maddeleri, renklendiriciler v.s. orada ise her şey fıtri, taze taptaze… Üstadın dediği gibi direk Rahmet-i İlahiye’den geliyor. Medeniyet oraları kirletmemiş, kirletememiş. Büyük bir köy ama sanki bir tek aile gibi. böyle sessiz, sakin ve fıtri bir yerden Üstad, nasıl neş’et etmiş? Böyle nezih ve temiz bir vasatta, Salih ve Saliha dindar bir ebeveynin çocuğu olarak bu dünyaya gelmiş. Ruhi, coğrafi ve manevi havası tertemiz bir vaziyette.

mekke_dersane_risale_sohbet.jpg

Mekke Nur dersanesi...

BARLA’DA ÜSTADI, ÜSTADIN TARİHİNİ YAŞADIK

Pekala ya Barla?

Barla’da Üstadın kaldığı ve gittiği yerler benim için ehemmiyet taşıyor. Bana en çok tesir eden ve bende ilgi uyandıran Üstadın kaldığı ev, evin önündeki (dua ve tefekkür ettiği) çınar ağacı ve dağda kesilen katran ağacının olduğu yerler. Oradan gölü seyrettik ve yolda Sungur ağabey, “orada şöyle oldu, burada böyle oldu” diyerek Üstadın hatıralarını bizlere naklettiği yerlerden geçtik. Ve birinci ağızdan yaşanmış hatıraları dinledik. Eğer Mustafa Sungur ağabeyin yardımı olmasaydı bir şey öğrenmeyecektik. Nurun bereketi, çünkü Sungur Ağabey Risale-i Nur’ları ve tarihini çok iyi biliyor. “Üstadla beraber burada bu bahsi okuduk”, başka bir yerde de “burada Üstadımızla falan bahsi okuduk” diye, oralarda bizzat Üstadımızla okunan bahisleri okuduk. Ve her birinden aldığımız ve duyduğumuz lezzet farklı farklıydı. Belki aynı bahisleri başka yerlerde onlarca defa okumamıza rağmen, buralarda duyduğumuz lezzet apayrıydı.

Bir de Üstadın Barla’daki tefekkürü, dağdan göle bakışı, mevcudata deruni nazarı, kainattaki ayrı ayrı tecellileri nazara vermesi ve Üstad, talebelerinin dikkatini, kainata ve mevcudata manayı ismiyle değil, manayı harfiyle bakmalarını sağlaması... Bu çok mühim bir meseledir; her şeye tevhid nazarıyla bakmak. Zamanındaki her türlü ilhad fikrine karşı işte Üstad bunu başarmıştır… Bu çok büyük bir olaydır ve çok büyük bir hayırdır. Biz Barla’da Üstadı yaşadık, Üstadın tarihini yaşadık. Bunu bizzat görerek, duyarak, hissederek lezzetle yaşadık. Sungur ağabey bizi Üstadın ara sıra ibadet ve tefekkür için gittiği yukarıdaki dağa çıkardı. O anları orada Üstadla sanki berabermişiz gibi yaşadık. Şimdi ben balı anlatmaya kalksam tadını almadan anlaşılabilir mi? Tadını bilmen için tatman lazım ki lezzetini anlayabilesin. İşte biz Barla’da Üstadı ve Üstadın hayatını tattık. Bazen o günler nasıldı diye düşünüyorum… Ne günler… Ne hatıralar… Neler, neler… Biz işte o hatıralardan bir parça tattık ve yudumladık.
(Devam edecek)

www.RisaleHaber.com

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.