Risale-i Nur okuyorum diye ordudan atılacaktım, öyle bir şey oldu ki

Risale-i Nur okuyorum diye ordudan atılacaktım, öyle bir şey oldu ki

Yazar ve mütefekkir Hekimoğlu İsmail ağabeyi vefat yıldönümünde rahmetle anıyoruz

Asıl adı Ömer Okçu'dur. Yazılarında "Hekimoğlu İsmail" müstear ismini kullandı. 1932'de Erzincan'da doğdu. 15 Ocak 2022'de Hakkın rahmetine kavuştu.

Merhum Hekimoğlu İsmail, yazılarında sık sık Risale-i Nur'un mesajlarından ve Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nden bahsederdi.

SAİD NURSİ'DEN ALDIĞIM İLK DERS

Şahsi hayatımızda, aile hayatımızda, iş hayatımızda mahkemelerdeki hakimler gibi davranmak, karar vermek durumunda olduğumuzu, bu kararlar ve hükümlerin sünnet-i seniyyeye aykırı olmaması gerektiğine dikkat çeken Hekimoğlu, şunları yazmıştı:

"Müslüman’ın genel durumu olmalıdır. Yani o Allah’ı görmese de Allah her an onu görüyor. Allah’ın inayeti niyetle başlar. 'Allah için işleyiniz Allah için çalışınız, Allah için görüşünüz, O’nun rızası dairesinde hareket ediniz.' Bu niyetle hareket eden, inayete mazhar olur. Bir insan Allah’ın emirlerine uyarsa ne gibi bir ziyanı olur? Ziyan olmadan kâr eder… Hadiseler bunu ispat etti. Her haram insanı berbat etti. Demek ki en büyük inayet Müslüman olmamızdır.

Bugün Risale-i Nur dershaneleri dünyanın her tarafına yayıldı. Biz mi götürdük? Haşa! Allah dinini kıyamete kadar devam ettirecek. Hiçbir günahı küçük görmemek lazım. Said Nursi Hazretleri’nden aldığım ilk ders, 'Günah-ı kebairi terk, sünnet-i seniyyeye ittiba, namazı erkânıyla kılmak, sonundaki tesbihatı çekmek.' O zaman anladım ki, ibadete giden yol evvela günahı terk etmekten başlıyor.

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN, “AMELİNİZDE RIZA-YI İLAHİ OLMALI.” DİYOR. BEN BU CÜMLEDEN ŞUNU ANLIYORUM

Allah için yapılan işin dünyada ve ahirette bir değeri vardır amma bu niyetle yapılmayan iş ancak malayanidir. Mesela Allah kuluna makam verir, imtihan eder. O makamın hakkını verir şükrederse ne âlâ, şükretmezse berbat olur.

Allah insana mal mülk verir, kulunu zenginlikle imtihan eder; parayı nerede harcayacak diye. Fakirlik verir imtihan eder; ne kadar sabredecek diye. Allah ev verir, bakar kulum evinde ne yapıyor? Çocuk verir, çocuğu nasıl yetiştiriyor? İlim verir, ilmini nerede kullanıyor? Diploma verir, diplomasını İslam’a hizmette kullanıyor mu? Akıl verir, aklını nerede kullanıyor? Göz verir, gözleriyle nereye bakıyor? Midesine neler doldurdu? Elleriyle ne işler gördü? Yani görüldüğü gibi Allah verdikleriyle de vermedikleriyle de imtihan ediyor; kulum benim rızamı gözetiyor mu?

Mesela konferansta gençlerden biri sordu: “Edison, lambaları yaptı, dünyayı aydınlattı. Cennete gider mi?” Ben de dedim ki: “Acaba Edison cennete gitmek istiyor muydu? Cennete iman ile gidilir.” Efendimiz (sas) buyurmuş ki: “Besmeleyle başlanmayan her işin sonu kesiktir.” Yani Allah için yapılan iş küçük de olsa, kıymeti büyüktür. Başkası beğensin, nefsimiz beğensin diye yapılan iş büyük de olsa hakikatte bir kıymeti yoktur.

Mesela imanımızın yakıldığı devirlerde o yangına bir kova su dökmeye koşuyordum. Beni hapse attılar. Amma şimdi o günleri arıyorum. Çünkü o günlerde menfaat yoktu, makam yoktu. Sadece Allah rızası vardı. Gerek mahkemelerde gerek hapishanede diyordum ki: “Kaderde hapis yatmak varsa, Allah için hapis yatmak çok iyi.” Her zaman söylerim; çilesini çekmediğimiz şey bizim değildir!..

Hırs duygusunu içimize koyan Allah’tır. Demek ki o yönden de imtihan olacağız. Hırslı olup da küçük düşmeyen kimseyi görmedim…

RİSALE-İ NUR OKUYORUM DİYE ORDUDAN ATILACAKTIM

Asker olarak Amerika’da füze eğitimleri almak için gittiğimiz yıllardı. Yanıma bir arkadaş geldi, dedi ki: “Seni yarbay çağırıyor...” Gittim, yarbayın ilk sözü: “Tevkif oldunuz, hazırlığınızı yapın, ilk uçakla Türkiye’ye iade edileceksiniz. Şimdi, buyurun mahkemeye gideceğiz...” Beni arabasına aldı, belki 15 kilometre gittik.

Bir salona aldılar. Albay, “Sizi buralara getirdik ki, bilginizi, görgünüzü artırasınız; hâlâ örümcek kafalısın, hâlâ ortaçağlara bağlısın... Sen tahsilsiz bir insansın, bu kitapları okuyup anlayamazsın, ne diye Risale-i Nurları okuyorsun?” Dedim ki: “Albayım, benim 94’ten aşağı notum yok. Hem bu cihazları bilirim, yaparım, hem de füzelerin gölgesinde namaz kılarım.” Masaya bir yumruk indirdi, ayağa kalktı; “Bu uçakları, füzeleri hocalar, papazlar yapmadı. Bunlar teknik adamların başarısıdır. Anlamıyor musun, sen teknik adamsın.” “İslamiyet ilme ve tekniğe mani değildir. İlmi ve tekniği yasak eden bir tek ayet ve hadis gösterilemez. Tam tersine Kur’an ilimde ve teknikte ilerlememizi emretmektedir.” “Yeter, yobaz yeter! Sizler değil misiniz, bu milleti geri bırakan. Şimdi odana git. Gözüm üstünde! Seninle Türkiye’de hesaplaşacağız...” deyip, kapıyı çarpıp, çıktı.

Esas duruşta ifade vermekten ve albayı dinlemekten başım dönmeye başlamıştı. Odaya çıktım. Yatakhanedeki arkadaşlar yanıma gelip sordular; “Ne oldu?” “Arkadaşlar, içki, kumar, bar, hepsi serbest. Sadece namaz kılmak, İslamiyet’i öğrenmeye çalışmak ve yaşamak yasak. Yüz kişiyiz. Gece hayatı yaşayan, sabahlara kadar uykusuz kalan, derste uyuklayan hangi arkadaşımız hakkında soruşturma açıldı? Bizim derste başarılı olmamız önemli değil, önemli olan İslamiyet’le olan ilişkilerimizi kesmek!”

Ben ordudan atıldığımı kabul ederek böyle konuşuyordum. Arkadaşlar birer, ikişer dağıldılar. Hiç kimse kalmadı. Ben de kafayı vurup yattım. Asap bozukluğunu belki uykuyla giderebilirim…

Gece rüyamda toprağın üzerine oturmuşum, otları söküp köklerine bakıyorum. Baktım Said Nursi on metre ileride, ayakta dua ediyor, başını da çevirmiş bana bakıyor. Birdenbire elini uzattı; “Sen karışma, biz o işi düzeltiriz!” dedi. Öyle bağırdı ki, korkudan fırladım, sabah namazı vakti. Namazı kıldım, kahvaltıya gittim. Amerika’dan kovulduğuma, askeriyeden atıldığıma memnunum, hapisliği merak ediyorum, içim rahat.

O gün hem çalıştım, hem de haberciyi bekledim. “Haydi Türkiye’ye!” diyecekler, fakat gelen giden olmadı. Akşam yemeğini yedik. Çok yorgundum. Çünkü dersler uygulamalı yapılıyor. Bazen kocaman cihazları taşı, çalıştır... Gömleğim su kesiliyor. O sırada birisi geldi: “Sizi tabur kumandanı çağırıyor.” dedi. Zaten bekliyordum, koşa koşa gittim. “Buyurun kumandanım…” “Bazı işler olmuş, sen karışma biz o işleri düzeltiriz.” “Baş üstüne kumandanım!”

Kumandan, rüyamda Said Nursi’nin söylediği cümleyi aynen söyledi, hayret! Sonra bir subaydan duydum. Albay, kumandanları toplamış: “Bu adamın işi gücü din. Gerici, yobaz... Bunu Türkiye’ye göndereceğim, orada yargılanacak ve ordudan atılacaktır.” Subaylardan biri demiş ki: “Albayım, Ömer Okçu derslerinde başarılı, çalışkan ve itaatkâr. Buradakilerin yarıdan fazlası gece hayatı yaşıyor, bazen işini yapmayanların işini de Ömer Okçu’ya yüklüyoruz. Bize bilgi ve itaat gerek, özel hayatı bizi ilgilendirmez.” Böylece Türkiye’ye iademiz durdurulmuş.

Aylar sonra Türkiye’ye döndük. Herkes bağlı olduğu kumandanlığa gidip, tayin olduğu yeri öğreniyor. Bizim Albay da öyle yapmış. Tayin olduğu yeri öğrenmek isterken, emekli olduğunu kendisine bildirmişler. Yani biz kaldık, o gitti. Eğer Albay emekli olmasaydı, ben ihraç edilecektim. Generalliği beklerken emekli edilmesiyle şoke olmuş… İnsanı korursa Allah korur. Allah’ın korumadığını hiç kimse koruyamaz…

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum