Risale-i Nur hilafetin devamı mahiyetinde

Risale-i Nur hilafetin devamı mahiyetinde

Muharrem ayı münasebetiyle Hattat Muhsin Demirel'le Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i konuştuk…

Nurettin Huyut’un röportajı

Hattat Muhsin Demirel

Muharrem ayının 10. günü Hz. Hüseyin (ra)’in şehit edildiği gün olarak kabul ediliyor. Bu konu hakkında ne söylersiniz?

 

Hz. Hüseyin Yezid’e biat etmiyor. Kendisini Kufe’ye davet ediyorlar. Kufe’ye hilafeti devr almak için gidiyor. Yolda, Kerbela’da kuşatıyorlar kendisini, orada çatışma oluyor ve vefat ediyor. Olayın hülasası budur. Ama buraya kadar gelince neler olmuş, neler yaşanmış onlar çok detaylı bir şey.

 

Benim asıl üzerinde durmak istediğim şey Ehl-i Beyt dediğimiz zaman, tabi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e ulaşıyor, Aleviler için de çok önemi var Ehl-i Beyt’in. Ehl-i Beyt ile ilgili biraz bilgi verebilir misiniz? Yani Ehl-i Beyt deyince ne anlamamız lazım?

 

Ayet-i kerime var, müteaddid hadisler var. Resul-u Ekrem (asm)’in Ehl-i Beyt’i fevkalade önemli ve Ehl-i Beyt’in muhabbeti farzdır.

 

Bu neden böyledir?

 

Çünkü Ahkâm-ı İlahiye’nin hamilidirler Ehl-i Beyt. Kıyamete kadar da böyle olacaktır temelde. Ehl-i Beyt’ten olan müminler de bu dine temessük eden ve Sünnet-i Seniyye’yi yaşatmaya çalışırlar ama Ehl-i Beyt, bunların omurgasıdır esasında.

 

Bu itibarla Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de Ehl-i Beyt’in büyük babasıdır. Yani onların nesl-i mübarekinden gelmiştir Ehl-i Beyt ve yüzlerce, binlerce aktab, müceddid, velayetin büyük zatları, ulema-i İslam’ın pek çok büyük zatları Ehl-i Beyt’tendir. Yani bunlar bir kavl-i mücedded değil, bir fiil, risalet ahkâmının tesisi noktasında ve tevalisi noktasında yani nesillere intikal ettirilmesi noktasında Ehl-i Beyt, en önemli dayanağı olmuştur, omurgası olmuştur.

 

İslam tefekkürünün, İslam düşüncesinin, İslami hayatın, İslami değerlerin muhafazasının omurgası.

 

Bu itibarla Ehl-i Beyt’e hem ayet-i kerimeler hem Resulullah (asm)’ın hadislerinde büyük vurgular vardır. Biz bugün ehl-i sünnet olarak Ehl-i Beyt hakikatini yeteri kadar bilmiyoruz. Bunu açıkça itiraf etmekte fayda var. Fakat Ehl-i Beyt’i kendine rehber etmiş bugünkü ehl-i şia da bana göre bir takım yanlış bid’alara sürüklemiştir.

 

Bununla birlikte her şeye rağmen ehl-i şia da olsun ehl-i sünnet de olsun Ehl-i Beyt’e muhabbet ve hürmet, bugüne kadar gelebilmiştir. Bundan sonra da devam edecektir.

 

Bir kısım insanların Ehl-i Beyt’e tavır alması tarihte olmuştur. Bugün de bunun takipçileri kısmen de olsa vardır. Marjinal bir özellik taşırlar. Ama sair ekseriyeti Ehl-i Beyt’e fevkalade hürmet etmiştir.

 

Üzerinde durmak istediğim ve vurgulamak istediğim şey şudur.  Hürmet ettiğiniz ve ehemmiyeti olduğunu bildiğiniz Ehl-i Beyt’in mahiyetini, tarihçe-i hayatlarını, İslam tefekkürlerini, İslam düşüncelerini, İslam’ın manevi ve füyuzat alanındaki özelliklerini, mahiyetini geniş kapsamlı bilmek icap etmektedir.

 

Ben Diyanet İşleri Eski Başkanı Ali Bardakoğlu hocaya bir görüşmemizde bunu anlatmıştım. “Ehl-i Beyt’i bilen arkadaşlar var. Onlara bu Ehl-i Beyt meselesinin hakikatini anlatan eserler yazdırın” dedim.

 

Bugün de hala bu konuda musırrım. Keşke Diyanet İşleri yeni Başkanımız bu konuya el atsa…

 

Hatta bu sene içinde. Bir kısım bid’alardan ve yanlışlardan arındırmak için Ehl-i Beyt’in anılmasına yeni bir açılım kazandırmayı düşündüm. Ve bazı televizyon kanallarına tekliflerde bulundum. “Ehl-i Beyt ve bilhassa Hz. Hüseyin Efendimiz (ra)’e, O’nun ruh-u şeriflerine mevlidler okutalım. Hatimler okutalım. Binlerce, on binlerce hatim olsun. Hiçbir grubu, hiçbir zümreyi, hiçbir kanalı ihmal etmeden büyük bir camide, Kocatepe’de olur Süleymaniye’de olur, bu o kadar önemli değil,  Ehl-i Beyt için okunan bu hatimlerin dualarını yapalım. Ve ciddi bir sessizlik içerisinde dağınılsın. Bunu kendine dert edinmiş bütün kanallar, gruplar, dernekler, vakıflar da dâhil olsun. Hz. Hüseyin efendimiz aslına uygun bir şekilde anılsın.” Diye teklifte bulundum fakat maalesef yeteri kadar ilgi gösterilmedi.

muhsin_demirel.jpg

 

Yani ehl-i sünnet ve cemaatin, Sünnilerin, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e yeterince sahip çıkmadıklarını mı söylüyorsunuz?

 

Hayır, ben yeterince sahip çıkmadıklarını değil, benim söylemek istediğim ehl-i sünnet kardeşlerimin o Zatları yeterince bilmemesi ve birçok insan Onlara sevgi, saygı, muhabbet içerisinde olmasına rağmen yeteri kadar değerlendirebildiği kanaatinde değilim.

 

Aleviler yeterince değerlendirebiliyorlar mı bu Muharrem ayını?

 

Kendilerince değerlendirmeye çalışıyorlar. En azından bu meseleyi bir dert halinde kalplerinde taşıyorlar ve zamanı gelince de bunu fiilen yapıyorlar. Ama zincirle sırt dövmek vs. gibi şeyler İslami gelenekte yok. Bunlar bir cins gelenektir fakat İslam geleneğinin ötesindedir.

 

Bir tarikat geleneği midir?

 

Bilemiyorum. Tabii Hz. Hüseyin efendimizin şehadeti çok elim bir hadisedir. Ben yani birkaç kaynaktan aldım. Asım Köksal hocanın tarihini de aldım, okuyamıyorum, ağlıyorum. Üzerinden 1400 sene geçmiş ama dayanamıyorum.

 

Aslında bu hepimizin derdi. Ama ben şeriatın ahkâmını incitmeden, Resulullah efendimizin sünnetini incitmeden bu işin olması icap eden şekilde anılmasının daha uygun olacağını düşünüyorum. Yoksa diğer şia kardeşlerimizin, Alevilerin vs. Hz. Hüseyin efendimizi anmalarında tabii ki bir şey yok. Ben de onların heyecanlarına, ızdıraplarına, hissiyatlarına aynen iştirak ederim.

 

Burada biraz da İslami cemaatleri göreve davet diyorsunuz öyle mi?

 

Evet. Bütün İslami cemaatleri, grupları, kanalları, medyayı, vs. göreve davet ediyorum. Böyle bir şeye sahip çıkılmasını istiyorum. Hatta devletimizin de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, varsa devletin diğer kurumlarının, TRT’nin, vs. sahip çıkmasını istiyorum. Yine de sahip çıkıyor TRT. Başbakan’ımızın katıldığı anma törenleri oluyor İstanbul’da. Devletimizin ricali de bu konuda hassas.

 

Bir de Hz. Hasan (ra)’ın yarım bıraktığı kısa hilafetinin devamı olarak Üstad Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’u gösteriyor. Bundan ne anlıyoruz? Hz. Hasan (ra) bir insandır, Risale-i Nur bir eserdir. Halifelik de temsil anlamı taşıyor. Bir eser halifeliği temsil edebilir mi? Ne anlama geliyor?

 

Bu mesele şöyle izah edilebilir. Ahir zamanda Ehl-i Beyt hakikatini yaşatacak, Hulefa-i Raşidin’in hilafetini, süre itibariyle noksan kalan hilafetini tamamlayacak bir zümre çıkacak diye Peygamberimizin işareti var. Bu diğer bir ifade ile mehdiyetin bir tecellisidir. Sanırım o kastediliyor. Mehdiyetin tecellisinde o manayı devam ettirecek. Hulefa-i Raşidin’in yarım kalan hilafetini tamamlayacak manevi bir cereyan olacak.

 

Risale-i Nur da buna adaydır ve bunu temsil etmektedir. Risale-i Nur’un şahsi manevisi ahir zamanda Hulefa-i Raşidin’i temsil etmiş olduğu, Hz. Hasan efendimizi de dâhil etmek lazım. Bu hilafeti manen devam ettirecek Mehdiyetin bir tecellisidir Risale-i Nur. Ben de buna bütün ruh-u canımla katılıyorum. Yani ahir zamanda çıkacak Mehdiyetin tecellisi, toplumun her yerinde adeta manen Hulefa-i Raşidin’in hatta Hz. Hasan efendimiz de dâhil edilirse, bunların hilafetinin devamı mahiyetinde bir şey vaki olacak.

muhsin_demirel-(1).jpg

 

Hatta Beşinci Halife olarak isim koyuyor.

 

Hz. Muaviye’ye hilafeti devredene kadar kısa bir süre de olsa Hz. Hasan efendimiz, halife addedilmiş. Bu itibarla Risale-i Nur, O’nun tamamlayamadığı hilafeti ahir zamanda tamamlayacak, diye biliyoruz.

 

Bugünlerde Hz. Hüseyin’in anma törenleri devam ediyor. Bu konuda başka neler söyleyebilirsiniz?

 

Ne söyleyebilirim ki? Bu mana, ehl-i imanın kalbinde var olmalı ve yaşamalı. Bunu yaşatanlara ben minnettarım. Onları tebrik ediyorum. Ben kendim de aynı hüznü, aynı hissiyatı paylaşıyorum. Ve bütün ehl-i imanın, Ehl-i Beyt sevgisini kendisine mesele etmiş bütün müminlerin bu hissiyatı paylaşmalarının çok uygun olacağını düşünüyorum.

 

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendimiz, Peygamber Efendimiz’in reyhanıdır. Hadis-i şerifte cennetin seyyidi (efendisi) yedidir, deniliyor. “Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin, Mehdi…”  Bu ne manaya geliyor? İyi okumak lazım. Hz. Hüseyin’in İslam düşüncesi içerisinde, İslami hayat içerisinde, İslam tarihi içerisinde, İslami her türlü değer içerisinde özel bir yeri vardır. Ve birçok meseleler O’nun nesl-i mübarekinden intikal etmektedir.

 

İmam-ı Azam, Cafer-i Sadık’la hem zaman ve aynı yaşta olmasına rağmen ilminin mühim bir kısmını Cafer-i Sadık’tan almıştır. Tarihlere sığmayan İmam-ı Azam, Cafer-i Sadık’la aynı yaştadırlar hemen hemen, önünde diz çöküp O’ndan ders almıştır. Muhammed Bakır, İmam-ı Azam’ı hesaba çekmiştir, sen benim dedemin dinini nasıl değiştirirsin, diye. O da dinini değiştirmediğini anlatınca kalkıp anlından öpmüştür. Bunlar ne manaya geliyor? İmam-ı Azam’ı hesaba çekecek insanlar bunlar. Bu, İmam-ı Azam’ı küçültmez. İmam-ı Azam, bütün müminlerin İmamıdır.

 

Ancak Ehl-i Beyt’in torunlarının önüne geldiği zaman, talebedir. Bunu da kabul etmek lazım. Hattatlar Ehl-i Beyt ile ilgili, Ehl-i Beyt’i sevgi ile ilgili her türlü eserleri, yazıları, levhaları yazmışlardır. Ve birçoğu da ‘Bende-i âli aba’ ‘Bende-i âli Resul’ gibi imzalar atmışlardır. Bu gelenek yüzyıllardır unutulmamıştır. Şu anda da Onların çocukları ve torunları her zaman hürmete şayan insanlar olmuşlardır. Osmanlılar bu meseleye fevkalade ehemmiyet vermişlerdir.  Ehl-i Beyt’e yardım sadedinde, Onları muhafaza sadedinde, Onları ayrıcalıklarını ifade sadedinde müesseseler kurmuşlardır.  

www.RisaleHaber.com