Risale-i Nur dünyada yükselen bir değer

Risale-i Nur dünyada yükselen bir değer

Muhsin Demirel tarikat, tasavvuf ve Risale-i Nur’u anlattı. Üçüncü ve son bölüm...

Röportaj: Dursun Sivri-Risale Haber

III. BÖLÜM:

RİSALE-İ NUR BİLGİ RAFİNERİSİ KURULMALI

Kolektif çalışmaya ihtiyaç yok mu?

Şimdi o zaman bizim bir rafineri yapmamız lazım. Rafineri dediğin zaman mühendislik meselesi. Ama metodolojik bir sorun. Şu anda biz bu rafineriyi yapamayız. Donanımımız müsait değil. Bu, bir metodoloji ise biz bugün bu rafinerinin metodolojisinin metodolojisini düşünebiliriz. Böyle bir rafinerinin kapsama alanı, olabilirliği, fizibilitesi, nereden geliyor? Neyi, nereden alacağız? Nereye koyacağız? Yapmak istediğimiz hedefler ne? Hedef kitlemiz ne? Bu bilgiyi nasıl alacağız? Nasıl vereceğiz? Hangi yollardan alacağız? Bunu yapmak için ne gibi donanıma ihtiyaç var? Falanca arkadaş ne yapacak? Vazifesi ne?

Cemaatlerin sorumluluğu değil mi?

Cemaat işi değil. Zaten Risale-i Nur’dan bir şekilde istifade ediliyor. Bu güne kadar yüzlerce, milyonlarca insan dünyasını, ahiretini mamur etmiş vs. bu devam edecek.

Tamam devam edilecek ama böyle bir görev var, böyle bir boşluk alan var, yapılması gereken bir iş değil mi?

Tamam anladım. Şimdi böyle bir bilgi, bu entelektüel bir şey, metodolojik bir şey. Bu, basit bir şey değil.

Ama bu yapılması gereken bir vazife

Tamam, ama yani belki senin benim işim de değil. Profesörü var, allamesi var vs… Onların yapacağı iş…

BEN İLMİ BİR KATEGORİDEN BAHSEDİYORUM

En azından destek hizmetleri bize düşmez mi?

Ben sorun alanını, problem alanını anlatıyorum. Tabii ki tek fazlı düşünen insanlar, sadece akıl bazında bir eğitim almış, bu mekteplerden yetişmiş insanlar elbette Risale-i Nur’dan bu şekilde istifade edecekler. O zaman sen diyorsun ki, ‘ağabey, bunun kalp ayağı yok.’ Ben de sana diyorum ki, ‘ne kalp ayağı kardeşim, daha kaç tane ayağı yok bir kalp olsa, razıyız.” Bir kısım safi kalp insanlar onu yaşıyor. Yaşıyor ama bunu tanımlandıramıyor, kavramlaştıramıyor. Ama kendisi bir şekilde yaşıyor.
Sonra diyorsun ki, “bu adam veli ya da bir şey, ama yaşıyor.” Ben ilmi bir kategoriden bahsediyorum. Bunu böyle yaptığın zaman esasında Üstad’ı ortaya koymak bu. Bu, bütün ihtişamı ile böyle. Ama bu, Dursun Sivri’nin işi, Muhsin Demirel’in işi değil. Bu, bir problem alanı. Bir paradigma esasında. Üzerinde düşünceler bina edilecek, dünya kurulacak bir paradigma.

Bir sohbette “Osmanlı medeniyetinin kodları Mevlana’dır” mealinde öyle bir şey söylemiştiniz. Şimdi Risale-i Nur orijininde bir medeniyet tanımına ihtiyaç yok mu?

Benim anlattığım senin düşündüğünün de ötesinde bir medeniyet projesidir.

O projeye bir yerden başlamalı. Bunun sorumluları olmalı. Bunun sorumluları Risale-i Nur’dan istifade eden, Risale-i Nur talebeleri olmazsa uzaydakiler mi gelip yapacaklar?

Yani benim ilgi alanım bu. Burada bir çocuk var Fatih, 30 senedir Ankara’dayım benim söylediklerimi anlayan tek adam o. Ben diyorum anlıyor herif, enteresan bir şey.

HERKESİN YAPTIĞI İŞİN DIŞINDA BİR İŞ YAPMAK TEHLİKELİDİR

Başkaları da anlamak ister…

muhsin_demirel2.20110416081128.jpgBen üç dört şey bilirdim. Otuz senedir Ankara’dayım okusan dinleyen yok, anlayan yok. Kime ne anlatacağımı unuttum. Cemaat bağlamında bunu anlatamazsın.
Her bir düşünce temelinde itizaldir. Yani bir sapmadır. Niye sapmadır? Zaten her şeyimiz yeterli ise bütün bunları düşünmeye ihtiyaç yok. Yani şimdi bir cemaat ya da fraksiyon her neyse. Her şey bu fraksiyonlar içerisinde başlayıp bitiyorsa o zaman bir şey düşünmeye ihtiyaç yok. Oturalım en iyi dersi yapalım, en iyi namazı kılalım, en iyi orucu tutalım ama düşünce dediğin şey mutlaka umumun yaptığı bu şeyin dışına çıkmaktır. Tehlikeli bir iştir.

Öyle bir çılgınlığa ihtiyaç var.

İşte ben, o çılgınlardan biriyim. Niye münzevi yaşıyorum? Ben, niye böyle yaşıyorum? Ben, bu bilgiyi birileri ile paylaşacağım. Diyelim ki bir derse gittim. Orada burada anlattım. Beni ya kovalar veya hiç çağırmazlar. Ben, bütün arkadaşlarımla münasebetlerimde, kardeşlik münasebetlerimi, arkadaşlık münasebetlerimi, cemaat münasebetlerimi doğru düzgün yaparım. Bunu layık olan arkadaşlarla, ilgisi olan arkadaşlarla, böyle bir backgroundu olan arkadaşlarla konuşurum. Umumi yerde bahsedemezsin. Tepki gösterirler.

RİSALE-İ NUR DÜNYADA YÜKSELEN BİR DEĞER

Zaman cemaat zamanı da Muhsin Demirel niye münzevi? Siz bu cemaat düşüncesine karşı mısınız?

Hayır, öyle değil. Şimdi Üstad hazretleri şunu anlatırken, İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinden bahsediyor. Üstadın oradaki tanımına iyi bakmak lazım. Bunun mensupları umum ümmettir, diyor. Bunun dini cerideleri medreseler, tekkeler, zaviyeler, camilerdir, diyor. Bunun reisi Peygamber (asm)’dır. Buna tabi olmayan kimdir, diyor. Yani kelime-i şehadet getirdikten sonra herkes bu ümmetin içerisine mensup. Şimdi buradan hareketle Üstadı ve Risale-i Nur’u kabul ettikten sonra, bundan sonra hayatım bu işin içerisinde olacak, gibi bir kabulle Risale-i Nur dairesine girdikten sonra zaten bu dairenin içerisindesin. Ama bunun içerisinde haslar var, erkânlar var vs.

Bütün mesele bizim burada cemaatin neresinde olduğumuzu konuşlandırmamız. Nerede olmak istiyorsun? “Ağabey ben hiçbir şeye bulaşmayayım, derslere arada sırada geleyim” dersen bu bir yaklaşım. Bir kısım da diyor ki “ben evde Risalemi okurum, kendi halimde yaşarım.” Bir kısmı da “ağabey ne demek ders, ben bunu organize ederim” diyor. Şimdi bunların hepsi cemaatin içerisinde belli bir yerde bulunmayı ve konuşlandırılmayı gerektiriyor. Ben, bütün Risale-i Nur cemaatinin bütün fraksiyonlarının hepsini kucaklayan bir görüşe sahibim. Risale-i Nur meselesi dünyada yükselen bir değer. Yükselen bir değer olduğu için içine bir sürü cins insanlar iştirak edebiliyor. Bir kısmının kafasında dünyevi meşgaleler var. Bir kısmının dünyevi beklentileri var, bir kısmının uhrevi beklentileri var vs. Bunlar zaten belli oluyor.

Ekseriyetle başköşeye oturanlar dünya için yapıyor bu işi. Kapının kenarında oturanlar ahiret için yapıyor. Gelene git diyemiyorsun. O zaman bu hakikatlerle kendimizi nasıl ilişkilendiriyoruz? Bu hakikatlere kendimizi nasıl muhatap ediyoruz? Buna bakmak lazım. Ben, buna bakıyorum. Kimseyi eleştirmiyorum. Yani bu haindir, bu alçaktır, bu iyidir, bu kötüdür, bu çok takva sahibidir, böyle bir ilişkilendirme yapmıyorum. Bilirim, “falanca arkadaş falanca niyetle geliyor”. Ona göre münasebetlerimi ayarlarım.

Bunu kullananlar mı var?

Var ama ben yapmıyorum. Evet, bazen falanca arkadaşa biraz dikkat etmek lazım, derim. Bilemezsin hidayet ne zaman gelir. Peygamber yapmamış bunu. Cenab-ı Hak, beni bir yerde istihdam ediyor. Bunun çok şuurundayım. Benim bir sürü kabiliyetim var. Acayip özelliklerim var. Ama başka özelliklerim de var. Cenab-ı Hak benim bir kısım özelliklerimi kullanmamı istemedi. Başka özelliklerimi kullanmamı istedi. Ben de bugün boynumu büktüm, kullanmaya çalışıyorum. Ama meşgul olduğum veya olmak mecburiyetinde kaldığım saha itibariyle benim biraz münzevi olmam icap ediyor. Niye? Deminki düşüncelerim gibi düşünceler olmakla birlikte ben bir şeyler üretiyorum. Üretmem için çalışmam lazım, çalışmam için oturmam lazım, gece ve gündüz meşgul olmam lazım. Birkaç defa bu hududun dışına çıkmaya yeltenmedim değil ama acayip tokatlar yedim. Anladım ki bana bazı şeyler yaramıyor. Haftada birkaç gün semt derslerine giderim, umumi derslere çok nadir giderim ama giderim. Prensip itibariyle zamanım olmadığı için gidemiyorum yoksa yasak olduğu için değil. Bu, bir yerde tasavvufi manada bir inziva değil. Uğraştığım konunun zorluğu icap ettirdiği için böyle. Ama Risale-i Nur cemaatinin mevcut bütün fraksiyonlarını toplamı olarak görüyorum. Hatta bu fraksiyonların dışındakilere de dost gözüyle baktığınız zaman Üstadın, Risale-i Nur’un neşrine taraftar olan, bid’alara taraftar olmayan, dua eden, hamiyet sahibi olan insanlar var.

CEMAATLERİN MÜESSESELERİ OLMAMALI

Risale Haber de bütün grupların ve cemaatlerin faaliyetlerini paylaşma maksadıyla yayın yapıyor. Bunu nasıl buluyorsunuz? Yani bu manayı deruhte edebiliyor mu?

Ben bu meselede bir şeye bakarım. Benim bugüne kadar geldiğim nokta şu; cemaatlerin bana göre müesseseleri olmaması lazım. Yani finans kuruluşları, şirketleri, vakıfları, dernekleri, gazeteleri, vs. olmaması lazım. Mesela bir derse gittin, ne yapıyorsun? Bu iş aydınlanma ve aydınlatmadır. Senin benden daha fazla bir şey öğrenmek gibi bir meselen varsa, gelip bana soruyorsun. Ben kalbimin bütün samimiyetiyle sana bildiğimi aktarıyorum. İkimiz diyoruz ki, ders filanca yerde gidip hakikatlerden üç cümle dinleyelim. Gidiyoruz oraya. Gittiğimiz yer ne? Bediüzzaman’ın dershanesi. Okunan ne? Bediüzzaman’ın eseri. Okuyan kim? Nur Talebesi. Orada okuyor, doğru okuyor ya da yanlış okuyor ama metni okuyor. Neticede bu hakikatlerle aydınlanıyoruz ve aydınlattırılıyoruz. Kalbimizin, ruhumuzun, aklımızın feyzini alıyoruz çekip gidiyoruz, işimize bakıyoruz. Yıkanıyoruz yani günlük kirlerden.

CEMAATİN ADINA BİR MÜESSESE KURDUĞUN ZAMAN İÇİNE HİYERARŞİK BİR DÜZEN GİRİYOR

sivri_demirel1.jpgCemaatlerin bir müessesesi olduğu zaman, bir şirket kuruldu, bir finans kurumu kuruldu vs. cemaat karar aldı bir müessese kurdu. Hangi vakfı ve müesseseyi kurarsan kur, bunun bir yöneticisi oluyor, amiri oluyor, memuru oluyor, mütevelli heyeti oluyor vs. Bir müesseseyi getirip kurduğun zaman başına da bir kardeşim getiriliyor. Müdür, Hasan-Hüseyin olacak. Paketçi kim olacak, şu. Çayı kim dağıtacak, şu. Burada bir hiyerarşik düzen var. İşin içerisine hiyerarşik düzeni soktuğun anda herkesin aklına bir şey geliyor. Ben diyorum ki ‘niye ben olmadım da Dursun Sivri genel müdür oldu?’ Bu biraz maddi. Biri de diyor ki ‘niye Mehmet bey oldu da Ahmet bey olmadı? O daha layıktı.’

Şimdi insanlar böyle düşündüğü anda ihlâsın hepsi güme gidiyor. Yani cemaatin adına bir müessese kurduğun zaman içine hiyerarşik bir düzen giriyor. Amir-memur olunca da ihlâs kayboluyor. Bu şirket bir ürün çıkarıyor; gazete, dergi vs. bu üründe de bir şey oluyor. Biz o zaman bu bir şeyi her zaman savunmak durumundayız?
Bu üç ay, altı ay, bir yıl iyi gidiyor da bir gün bakıyorsun kitabın orta yerinden olmuyor. Mesela ben bu cemaatler için para toplanmasına karşıyım kardeşim. Bu iş kuruluyor, bir gün geliyorlar; Ağabey, işler biraz kötü durumda, finansmana ihtiyaç var, herkes elini cebine atsın’ veriyoruz biraz neyse. Altı ay sonra bir daha ben de diyorum ki ‘kardeşim, filan filan filan kurumlar var. Onlar da aynı işi yapıyor. Ama kimse elini cebine atmıyor. Kazandığı gibi kazandığını da dağıtıyor. Niye bizim şirket zarar ediyor?’ Şimdi bu gibi sorular ve durumlar işin içerisine girdiği zaman orada hiçbir şey kalmıyor. Bunu dediğin zaman böyle müesseseler olmasın.

Böyle müesseseler değil de böyle müesseselerimiz olsun. Nasıl olsun? Bu hakikatlerden ders alan insanlar, samimi, halis insanlar, müteşebbis arkadaşlar olsun. Bir arkadaş gelsin desin ki ‘Ağabey, internet denen bir şey var. İnternette bu sitede şunu şunu şunu yapalım. Diğer sitede şu olsun ama finansman lazım.’
Finansmanı buldun, ikna ettin ama bunun bir müdürü olacak, sigortası olacak, lambasını yakan adam olacak, bilgisayarı açan adam olacak. Şimdi cemaatten adamlar böyle bir müessese kuruyor. Ondan sonra bunu devam ettiriyor. Umumun teveccühüne mazhar olacak neşriyatı sağlarlarsa, fincancı katırları ürkütmezse yapsınlar kardeşim. Biz bunlara hem yardım ederiz hem katılırız hem programlarına da gideriz. Ama diyelim ki günün birinde çizgiyi aştı. Ben de bakarım ki bu iş olmadı, kanalın müdürünü ararım derim ki ‘Yahu kardeşim bu böyle böyle olmuyor. Üstad böyle yapıyor, siz böyle yaptınız.”

İki türlü tavır takınabilir ‘evet ağabey bakalım, yanlış olursa düzeltiriz, devam ederiz.’ Bir de küfr-ü inadı devam ederse, biz böyle yapacağız derlerse o zaman ben radyomu, televizyonumu açmam kardeşim. Böyle olduğu zaman bu cemaati ve Nur Talebelerini bağlayan bir özellik olmaz. Olmazsa ne olur? Birkaç kişinin kurmuş olduğu bir kanal olur. Oradaki bir muvaffakiyetsizlik, oradaki bir arkadaşın muvaffakiyetsizliğidir.

Ben bunu Risale Haber için de böyle düşünüyorum. Risale Haber, cemaati bir kurum değil. Bildiğim kadarıyla birkaç arkadaş kimisi sermayesini koymuş, kimisi emeğini koymuş, kimisi gayretini koymuş, bir kısım hamiyetli arkadaşlar bu işi yapıyorlar. Mesela bu Hür Adam filmi ile ilgili. Bu kadar bazı şeylerin üstüne fazla tahşidat yapmanın iyi olduğunun kanaatinde değilim. Tamam, bahsedilsin, anlatılsın ama her şeyi sahiplenmemek lazım. Ama çok da fazla rahatsız etmedi beni.

Bunu geribildirim olarak değerlendirmek lazım.

Neyse. Ama genel olarak baktığımız zaman benim Risale-i Nur anlayışımı rencide edecek değil hatta destekleyecek, onu zenginleştirecek mahiyette baktığımız zaman.

Risale-i Nur medeniyeti diye bir medeniyet tanımına ihtiyaç var mı?

Yok, öyle bir medeniyet olamaz.

Risale-i Nur’un öğreticisinden aldığımız İslam medeniyeti tabi bu. Belki ifade etmekte yanlış anlaşılan bir ifade tarzı da. Üstadın batı medeniyeti ile İslam medeniyetini beş mukayeseli yazısı var. Bunu Hakikat Çekirdekleri’nde özetlemiş. Bunun şerh edilmesi çok önemli. Sistematik bir çalışma. Orada onun ana başlıkları verilmiş. İman, hayat, şeriat diyoruz. İmanımız ne kadar, nerede o tartışılır. Hayatın neresindeyiz?

Bunu siyaset vadisine çektiğin anda orda her şey bitiyor.

Çatışma olmuş, enerji sarfiyatı olmuş tabii.

Bu cemaatin bölündüğü şahıslardan birkaç tanesi ahirete gitmiş, birkaç tanesi tedavülden kalkmış. Bu cemaat bunların söylenmesi veya desteklenip desteklenmemesi konusunda otuz-kırk sene birbiri ile omuz omuza hizmet eden adamlar neredeyse birbirleriyle kanlı bıçaklı olmuşlar. Filanca kişi benim nazarımda Nur Talebesi. Ama o kişi bir gün açıkça ve aşikar veya hal itibariyle Risale-i Nur’un tamamen zıt bir hayat tarzıyla, bu işten vazgeçtim, diye bir deklarasyon yayınlamadıkça benim nezdimde Nur Talebesidir kardeşim. Ama günün o sefahate girerse ne yaşayış olarak, ne fikir olarak, ne zikir olarak bu işin dışında, o zaman güle güle. O böyle demedikçe ben ona ne diyebilirim ki? Tabii ki o bu cemaatin içerisinde. Tabii ki bir ömür verip saçını ağartmış, dede olmuş. Kimsenin kimseye bunu deme hakkı yok. Ebedi, baki hakikatleri biz son derece muhataralı, geçici, fani hatta dünyevi insanları desteklemek, desteklememek veya onun karşısında yer almak, almamak gibi bir takım şahıslarla münasebetleri kesmişiz veya ayrı bir fraksiyon haline gelmişiz. Bunları yanlış biliyorum, böyle bir şey olamaz. Bu hususlarda zalim noktalara gelinmiştir. Ve cemaat bölünmüştür. Ama bugün bakıyorum gelişmeler, güzel şeyler oluyor.

(Son)

ÖNCEKİ BÖLÜMLER İÇİN TIKLAYINIZ