Paris’te Risale-i Nur Enstitüsü Çalışmaları

Paris’te Risale-i Nur Enstitüsü Çalışmaları

Gazeteci-Yazar Suad Alkan, Bediüzzaman’la görüşmesini, Paris’teki Risale-i Nur Enstitüsü çalışmalarını Risale Haber’e anlattı

Röportaj: Kemal Benek-Risale Haber

 

Gazeteci-Yazar Suad Alkan, Bediüzzaman’la görüşmesini, Paris’teki Risale-i Nur Enstitüsü çalışmalarını Risale Haber’e anlattı

 

BİR SEZGİ ÜZERİNE KENDİMİ FRANSA’YA ATTIM

 

Uzun süredir Paris'te yaşıyorsunuz. Paris’e gidiş sebebi neydi?

 

Benim Fransa’ya gidişim bir üç aylık davet üzerine gerçekleşti. Bu davetin sahibine sürenin üç yıl olmasını teklif etmiştim. Bir yıl dil öğrenmeye iki yıl Türkiye’de başlattığım ama bitiremediğim “Allah ve fizik, Allah ve cemiyet, Allah ve felsefe, Allah ve ve ve…” diye uzayan bir araştırmanın en can alıcı kısmı, Türkiye’de gerçekleştirilmesi müşkül, “Allah ve sanat” başlıklı çalışmayı sürdürmekti. Necip Fazıl Bey’in vefatından sonra çoraklaşan, onun kaynağını en çok Paris’te bulduğu bu konuyu, yerinde araştırmak bana bir vecibe gibi görünüyordu. Bir sezgi üzerine kendimi Fransa’ya attım.

 

 

BEDİÜZZAMAN’IN ASIRLIK ÖDEV TEKLİFİ

 

Üstadın hayatını Fransızca anlatan kitaplar yazdınız. Avrupa fikriyatı ile Risale-i Nur tefekkürünü buluşturduğunuzda ortaya nasıl bir kimya çıktı?

 

Niyetimi anlayan ve Türkçeyi de iyi bilen Fransız Profesör Paul Dumont, konuyu tez olarak araştırmamı teklif etti. O da biliyordu ki modern bilimin doğuşundan sonra Avrupada oluşan seküler anlayışın batıyı sürüklediği günümüz faciasından halas, ancak İslamın yeni doktrinel yorumunu batıya taşımakladır.

 

Bediüzzaman’ın sistematik olarak Kur’an-ı Mübinden yansıttığının akabinde Sezai Karakoç’un sanat ve tefekkür çerçevesinde sürdürdüğü bu anlayış, Türkiye’nin el’an bir eksikliğidir. Sonuçta İslam dünyası için modern fikir adamlarının yetersiz kaldığı noktaların, bilhassa Bediüzzaman’ın doktrinel anlatımıyla içinin doldurulması zaruretiyle karşı karşıya kalınmış olduğu anlaşılıyor.

 

Bu işin yetkin kişilerinden biri olarak “Elif"te düşüncelerini özgün bir tarzda okuduğumuz Esat Aslan yaklaşımlar sağlayabilmektedir. Zaten Bediüzzaman’daki “medeniyet fünuniyle iman hakikatlerinin meczi” teklifi, asırlık bir ödev olarak doğulu, batılı münevverlerin önünde duruyor. “Bediüzzaman ve Devlet Felsefesi” adlı Safa Mürsel’in kitabı için “anıtsal bir eser” tabirini kullanan Prof. Paul Dumont’un yaklaşımı sorunuzun enfes bir cevabıdır.

 

 

BEDİÜZZAMAN’LA İLK GÖRÜŞMEMDE BENDE KALAN HATIRA

Gençliğinizde Üstadı ziyaret etmiştiniz. O anı tekrar anlatır mısınız? Nasıl görüştünüz, neler konuştunuz? Tekrar ziyaret etme imkanı buldunuz mu? 

 

“İnternet” sayfalarına aksetmiş olan ve Necmeddin Şahiner’in kitabında yer alan hatırayı yazılı anlatmak kolay görünmüyor. O ziyaretteki kesitlerden biri, Zübeyir abinin “Üstad seni kabul etti”, dediğinde onbeş basamaklı merdivendeki tüy hafifliğim, yaşlı bir zatın önünde sedirinin ayak ucunda diz çökmüş 17 yaşındaki bir kişiyken “sana çok sevdiğim biraderzademin ismini veriyorum: Fuad, bundan sonra onu kullanırsın” sözünün muhatabı olmak, beni Üstada götüren merhum Osman Kara’nın beni yanıltmasıyla Suad kalmak, daha sonraki birkaç ziyaret daha, köyümden gelen bir kişiye bu sefer benim mihmandar oluşum, Isparta askeri Tugay camii temel atma merasiminde bir Albay’ın Üstada yaklaşarak “efendim, buyurun ilk harcı siz koyun” sözünü işitmek, merasim sırasında ahalinin ve mekteplilerin “Bediüzzaman geliyormuş, Bediüzzaman geliyormuş…” fısıltılarıyla koridor gibi bir yolun hâsıl oluşu, merhum Zübeyir ağabeyle Bayram ağabeyin kollarından tutarak sağını solunu o kuru beyaz elleriyle selamlaya selamlaya askerin ellerini kasketlerine götürerek mukabil selamları elbette ebedi manzaralardı.

Seherlerde gül kokuları arasında Chevrolet arabasının arka koltuğundan mektebe giden beni gene elleriyle selamlaması ve elimi göğsüme götürerek mukabele etmem heyecanı…

 

 

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ TUGAYA GELİYORMUŞ

 

Isparta Tugay Camii temel atma töreniyle ilgili “detaylı” izlenimlerinizi anlatır mısınız? Bu olayın nasıl değerlendirmek lazım?

 

Üstad Hazretlerini ziyaretimden bir süre sonra Isparta askeri Tugay Camii temel atma merasimindeki anıları hem alem-i şehadeti hem alem-i misali cihetinde her anında göründüğü üzere alışılmışın dışında geleceğe tuttuğu ışık itibariyle, akıllara suskunluk, kalplere inşirah verecek azametteydi.

 

Günlük hayatın harra gürrası içinde Isparta'da olup bitenlere, konuşulup görüşülenlere bakınca şehrin tam göbeğindeki askeri garnizondan pompalanan hava, askerin Üstadı kaygıyla izlediğiydi. Bu haletin bir türlü hakikatine inkılap etmesi beklenirdi. Demokrat Parti'nin askerin de dinden behreli, Mehmetçiğe ve peygamber ocağı anlayışına münasip, laik dinsizliğin saltanatından ıslahını sağlamanın bir imkanı doğmuştu.

 

Şehir hoparlörü Askeri Tugay Camiinin temel atma merasimi yapılacağını yayın yapıyordu. Günlerden pazardı. Tenezzühe çıkmış ahali, öğrenciler bu çağrıya bigane kalmadı. Şehir merkezinde bekleyen askeri cemselerle bir kaç kilometre güneyde ve Eğirdir yolu üzerindeki tugayın kumluk geniş arazisine aktı. Oradaki hazırlık yüzer metre aralıklarla direkler yerleştirilmiş haporlerle, kazılmış bir temel ortasına yerleştirilmiş bir kürsü, öbek öbek arkadaşlarıyla dostlarıyla sohbette guruplardı. Bir panayır gibiydi. Armoniyi asker, sivil ve umumiyetle İmam Hatip mektebinin yüksek sınıf öğrencileri teşkil ediyordu.

 

Birden bire bir fısıltı yayıldı: Bediüzzaman Said Nursi geliyormuş! Üstattan evvel adı, lakabı, nesimi kalabalığa karışmıştı. Kalabalık şak oldu. Ortada bir yol açıldı. Herkes gözünü oluşan yolun bidayetine dikmişti. Bir kolunda Bayram Yüksel diğerinde Zübeyr Gündüzalp Ağabeyler (Rahimehullahi Aleyhüma) sanki aralarında kanatlanmış Üstad, ayaklarındaki yün beyaz çorap ve o dönemde moda gizlavet siyah lastik ayakkabı ve temelin bulunduğu mekâna doğru teşrif ediyorlardı.

 

İkinci bir armoni burada müşahede edilmekteydi. Güneş, cami ve Bediüzzaman... Her üçünün aydınlğı oradaki hazirunun çehresinde akisleniyordu. Üstad Hazretleri en nezih tavırlarıyla aralarından süzüldüğü topluluğa iki ellerini başının hizasında sallayarak selamlıyor, millet de mukabilini uygulamakta, askerler ellerini kasketlerinin güneşliğine kaldırıp asker selamıyla selamlamaktaydı.

 

ALBAY BEDİÜZZAMAN’A AÇIŞ KONUŞMASINI YAPMASINI İSTEDİ

 

Üstadın sarığı cübbesi üzerinde, Risale-i Nurların muhtevası yüzünde ve davranışlarındaydı. Temelin yanına gelindiğinde albay rütbesinde bir asker, yanında bir er elindeki tepsi içindeki malayı ve harcı Üstada yaklaştılar. Büyük bir ihtimal albay, yüzbaşı da olabilir, ama kesinlikle teğmen değil, Üstada "Efendim, buyurun ilk harcı siz koyun" dileğinde bulundu.

 

 

Öyle anlaşılıyor ki bu yalnız Türkiye'nin değil, yalnız dünyanın da değil, dünya ve ahiretin ebediyete nazır ruh iklimlerinin harcıydı. Şu günde bile insanlığın dalga dalga o iklimi hem aradığı hem yaklaşımlar sağlamaya çalıştığı anlaşılıyor. Üstad, "Bismillah"la fotoğraflarda görüldüğü gibi harcı koydular. Akabinde aynı subay "efendim, buyurun açılış konuşması da yapınız" dileğinde bulundular.

 

Üstad Hazretleri, "teşekkür ederim, yaşlılığıma binaen, benim yerime siz hitabette bulununuz" gibi bir karşı taklifte bulundu ve merasim uzayıp gitti. Ben o süre içerisinde Üstad Hazretlerinden başkasına bakmıyordum. Üstad resimlerdeki gibi eli çenesinde herkesin arasında merasimi takip etti. Konuşuldu, Kur'an-ı Kakim tilavet edildi, mevlid bahirleri okundu...

 

Isparta kainatın merkezi oldu. Manevi alemlere sinyaller yayıldı. Alem-i misale fotoğraflar gitti. Alem-i misalden dünyaya akislenmeler vuku buldu.

 

“DEVLET TERÖRÜ” TABİRİNİ İLK DEFA KULLANMA ZARURETİ

 

Yıllar önce "Çelikhan diye bir yer" adlı bir dizi yazı hazırlamıştınız…

 

Çelikhan’la ilgili gazetecilik çalışmam bana bir Kürt kazasında tek bir Kürtçülük hareketine rastlanmamış olmasına rağmen sıkıyönetim komutanının dini kitaplar okuyorlar diye millet üzerinde estirdiği fırtına karşısında “devlet terörü” tabirini ilk defa kullanma zaruretini hissettirmiştir. Daha çalışmalarımı bitirmeden Çelikhan’dan alınan subay ayrılışında kaza savcısına “lütfen Suad beye şu noktaları yazmamasını rica ettiğimi söyleyiniz diyecekti. “nasıl olabilir” deyince de savcı beyin kıpkırmızı kesilen yüzünü el’an görüyorum. Çelikhan benim doğduğum kasabanın havasını vermişti: safiyet!

 

Milli Eğitimdeki CHP tahribatı karşısında Kızılca Kıyamet kitabını yazmıştınız…

 

Modernleşmeyi kavanozun dışından yalayarak gerçekleşeceğini sanan Milli Eğitim, hala izleyeceği yolu bulamamış mason tesiri altında kekeme, kapitalizm tesiri altında dilsiz, öğrencilerin eroin esrar kullanma yaşının nerelere indiğini rapor edip her öğrencinin peşine bir polis takmak gibi acayip bir faşist anlayışının yerine bir ahlak nizamından, estetiğinden, modelinden bahsedemeyen papağan gibi Avrupalılaşmayı dilinden düşürmeyen bir modeli uygulamaya çalışıyor. “Modern, geleneksel, kültürel” eğitim kavramlaştırması için eğitim camiasındaki tepeden tırnağa her fert eğitime muhtaçtır. Büyük şairimiz Hilmi Yavuz bu işin iyi bir uzmanıdır. Sezai Karakoçun da yaklaşımları esas alınmalıdır. Zaten ikincisi devlet ödülüyle gündeme getirilebilmiştir. Yani takip edilecek izler belirginleşiyor.

 

 

KAPININ ANAHTARI BEDİÜZZAMAN’DADIR

 

Suad Alkan'ın tefekkür yolculuğunu anlatır mısınız? Ne gibi tavsiyede bulunursunuz?

 

Tefekkürün hammaddesi kültürdür. Suad Alkan için değil her Müslüman münevver için kendi zamanını etkilemiş her şiir ve düşünce dünyayı gele gele cihanşümul bir insani örgütlenmenin eşiğine taşımıştır. Bu kapının anahtarı Bediüzzaman’dadır. Avrupalıların Bediüzzaman karşısındaki tavrını kavramak gereklidir. Araplar için “et tekraru Ahsen”dir. Arapların da modernizmi kavramanın yolu Bediüzzaman’dan geçer. Fakat Türklerin kavramasından daha müşkül. İmkânsız değil.

 

BATILI AYDIN HİKÂYE DİNLEMEKTEN HOŞLANMIYOR

 

Sizce Avrupa’ya Risale-i Nur'u bilim ve sanat diliyle nasıl anlatabiliriz? Ne yapmalıyız?

 

Paris dünyanın kültür merkezidir. İlk planda burada bir mahalli radyo

inşaına gitmek, oradan Fransız münevverinin beklediğini anons etmek birçok harcamaların yerini tutabilir. Batıya aktarılacak özgün döküman onlarca sene istihsal edilebilmiştir. Yusuf Kaplan’ın kavlinde olduğu gibi bunlar kapıların ardında harmanlanıyor. Türkiye’de gerçekleştirilen sempozyumdaki tebliğler mahalli çerçevelerde buharlaşıyor. Tebliğlerin dünya aydının eline geçmesine fırsat verilemiyor. Hâlbuki bu tebliğlerin özgünleştirilmiş örnekleri bütün milletlerin aydınlarınca beklenmektedir. Siteler değil, ele alınabilir bültenlere dönüştürülmelidir. Batılı aydın hikâye dinlemekten hoşlanmıyor. Bu yolu tutanları gizli bir istihza ile karşılıyor.

 

 

PARİS RİSALE-İ NUR ENSTİTÜSÜ KURULUŞ ÇALIŞMALARI

 

Paris Risale-i Nur Enstitüsü kuruluş çalışmaları ne aşamada?

 

Paris Radyosu Nur Enstitüsünün çalışma veçhelerinden biridir. Bunu soru şekline getirmeniz bile bir aşama sayılmalıdır. Risale Haber ve sair sitelerin müşterek teşebbüsüne ihtiyaç vardır. Şu günde sitenizde ve Elif’te duyurulmak üzere enstitü raporunun hazırlanması söz konusudur. Bilahare bir davet çıkarmakla bu çalışma su yüzüne çıkar. Risale Haber gibi açık şeffaf bir organ varken…

 

En son 7. sayısı çıkan Elif dergisi yayını ile ilgili çok yoğun çalıştığınızı biliyoruz. Elif için hedefiniz nedir?

 

“Elif” kendi tabiatı içinden doğuyor. Onun sağlıklı bir doğumu gerçekleşmesi, onun gerçek kimliğini teşkil edecek yazar çizer takımının manevi örgütlenmesine bağlıdır. Zamana mütevakkıftır. Safa Mürsel’in dile getirdiği “aydınımızın sesi” olma şartlarını oluşturmaktır.

 

Nur talebesi tarifinizde sanat nasıl bir yer tutuyor?

 

Risale-i Nurun her tarafında serpiştirilmiş olarak sanata vukufu olmayan mümin hicvedilmektedir. Necip Fazıl Kısakürek bu hicvi “sanatsız papağan niçin çok ve adsız kahraman neden yok” gibi mısralarda kanunlaştırdı.

 

ERTELENMİŞ HAYAL

 

Evrensel bir ufukta baktığınızda batı dünyasını incelemiş biri olarak  günümüz şartlarında Nur Talebesi profili nasıl olmalı? Önceliği neler olmalı?

 

“Elif ekibi” ya da “Elif ekolü” denebilecek çizginin profili doğu ve batı ötesi gibi daha önce Soljenitsin’in de dillendirdiği dünyanın, bilimin, sanatın, insanın, kainatın, bütünlüğü prensibinin keşfi…

 

Mümkün olsa bugüne kadar ertelenmiş hangi hayalinizi gerçekleştirirsiniz?

 

“College de Frence” gibi bir okul. Dünyanın önemli sanat ve fikir ve ilim adamlarının ders verdiği bir kolej. Bunu sizin sorunuz üzerine hayal ettim. Dünyaya olsa olsa böyle bir okulun lüzumundan bahsedilebilir. Nihayet bir hayaldir.

 

Duygu dünyanız gençlere ne tür bir tavsiyede bulunuyor?

 

İçiyle dışını birleştiren bir yapıya sahip olmak.

 

Bir gününüz nasıl geçiyor? Neler yapıyorsunuz?

 

Düşündüğümü bir şey yapıyor kabul etmek gibi bir halet içindeyim. Araştırıyorum. Kabiliyetli kimselerin ortaya çıktığını görmenin sürurunu yaşıyorum. Kendisini kabiliyet sanan ve satan kimselere karşı hüzün duyuyorum.

 

DÜNYA 2015 BEDİÜZZAMAN YILI DÜŞÜNCELERİ

 

BM'nin 2015'i Dünya Bediüzzaman Yılı ilan etme durumu gündemde. Bu konuyu duyduğunuzda neler düşündünüz?

 

Modernleşme meselesinin Nurcuların gündemine girmediği bir dünyada Bediüzzaman Yılı ilan etmenin burukluğunu hissediyorum. Hiç olmazsa dünyanın beşinci dönemini tasvir eder eden “malikiyet ve hürriyet” döneminin başlamasında yoğun bir anlayışı yaygınlaştırarak o yılı iki tezin dünya kamuoyuna yansıtılmasına çalışmakla hakkını yerine getirmelidir. Modernleşme de malikiyet ve hürriyet dönemi insanlığın geldiği yeni bir eşiktir.  

 

Risale Haber'i nasıl buldunuz? Neler tavsiye edersiniz?

 

Daima yeni şeyleri aramak ve yansıtmak.

Dürbün gözler edinmek. Genişletmek, derinleştirmek vesselam.