Orada tarîfi mümkün olmayan bir nimet ve büyük bir mülk görürsün!

Orada tarîfi mümkün olmayan bir nimet ve büyük bir mülk görürsün!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), İnsan Suresi 14-22. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

14,15 . (Cennet ağaçlarının) gölgeleri üzerlerine yakındır, meyveleri de (kolayca koparabilecekleri şekilde) iyice sarkıtılmıştır. Etraflarında da gümüşten billûr (gibi) olmuş kaplar ve bardaklar dolaştırılır. (*)

16 . Gümüşten billûrlar ki, onları belli şekillere göre (Cennet ehli kendileri) takdîr etmiştir.

17,18 . Orada katkısı zencefil olan (Cennet şarâbı dolu) bir kadehten de içirilirler. (Bu zencefîl) orada bir pınardır ki, Selsebîl diye isimlendirilir.

19 . (Aynı çocukluk hâlleri üzere) ebedîliğe erdirilmiş çocuklar (ve genç hizmetçiler) (**) de etraflarında dolaşırlar. Onları gördüğün zaman, kendilerini (etrâfa) saçılmış (birer) inci sanırsın!

20 . (Orada) nereyi görsen, (ta‘rîfi mümkün olmayan) bir ni‘met ve büyük bir mülk görürsün!

21 . Üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Ve Rableri onlara tertemiz bir içecek (Cennet şarâbı) içirmiştir.

22 . (Onlara şöyle denir:) “İşte bu (ni‘metler) sizin için bir mükâfâttır; ve çalışmanız karşılığını bulmuştur!”

(*) “Cennetin kapları, ne şişeden ve ne de gümüşten olmadıklarından, bu cümlenin ma‘nâ-yı zâhirîsine hamli (görünen ma‘nâsıyla anlamak) câiz değildir. Çünki o kaplara gümüşten yapılmış şişeler denilemez! Zîrâ her iki unsur arasında mutâbakat (uygunluk) yoktur. Ancak قَوَار۪يرَ مِنْ فِضَّةٍ [Gümüşten billurlar] cümlesinden ma‘nâ-yı mecâzî (hakîkî ma‘nâsı dışında bir ma‘nâ) ile hem şişenin şeffâfiyeti hem gümüşün beyazlığı kasdedilmiştir. Yani o kaplar, şişe gibi şeffaf, gümüş gibi beyazdırlar.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 119)

(**) “Mü’minlerin kable’l-bülûğ (bülûğdan önce) vefât eden evlâdları, Cennette, Cennete lâyık bir sûrette, ebedî, sevimli dâimî çocuk kalacaklarını ve Cennete giden peder ve vâlidelerinin kucaklarında ebedî medâr-ı sürurları (sürur vesîleleri) olacaklarını ve çocuk sevmek ve evlâd okşamak gibi en latif bir zevki, ebeveynlerine (ana-babalarına) te’mîne medâr olacaklarını ve herbir lezzetli şeyin Cennette bulunduğunu, (...) hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümâtla (elemlerle) karışık evlâd sevmesine ve okşamasına bedel sâfî elemsiz milyonlar sene ebedî evlâd sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i îmânın en büyük bir medâr-ı saâdeti olduğunu şu âyet-i kerîme وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ [Ölümsüz kılınmış çocuklar (ve genç hizmetçiler)] cümlesiyle işâret ediyor ve müjde veriyor.” (Lem‘alar, 25. Lem‘a, 229)