Onlar dilleriyle, kalblerinde olmayanı söylüyorlar

Onlar dilleriyle, kalblerinde olmayanı söylüyorlar

Günün Ayet meali...

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Fetih Suresi 6-14 ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor:
 
6-Bir de Allah hakkında kötü zan ile zanda bulunan münâfık erkeklerle münâfık kadınlara ve müşrik erkeklerle müşrik kadınlara azâb etsin! O kötü âkıbet kendi başlarına gelsin! Çünki Allah onlara gazab etmiş, onları lâ‘netlemiş ve onlar için Cehennemi hazırlamıştır. Artık (o) ne kötü bir dönüş yeridir!

7-Hem göklerin ve yerin orduları, Allah’ındır!(1) Çünki Allah, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.

8-Şübhesiz ki biz seni, bir şâhid, bir müjdeleyici ve (aynı zamanda) bir korkutucu olarak gönderdik.

9-Tâ ki Allah’a ve Resûlüne îmân edesiniz; ve O’na (dînine ve peygamberine) yardım edesiniz, hem O’nu (Rabbinizi) büyük bilesiniz! Hem sabah ve akşam O’nu tesbîh edesiniz!

10-Şübhesiz ki sana bîat edenler, ancak Allah’a bîat etmektedirler. Allah’ın (kudret) eli(2) onların (sana bîat eden) ellerinin üzerindedir. Artık kim (bîatını) bozarsa, o takdirde ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a, hakkında söz verdiği şeyi yerine getirirse, bunun üzerine (Allah) ona yakında (pek) büyük bir mükâfât verecektir.(3)

11-Bedevîlerden geri bırakılanlar, sana: “Bizi (bu sefere iştirâk etmekten) mallarımız ve âilelerimiz alıkoydu; bu yüzden bizim için (Allah’dan) mağfiret dile!” diyecektir. (Onlar) dilleriyle, kalblerinde olmayanı söylüyorlar. De ki: “Eğer (Allah) size bir zarar (dokundurmak) ister veya size bir fayda (vermek) dilerse, sizin için Allah’dan (gelecek) bir şeye (karşı, onu def‘ edecek bir güce) kim mâlik olabilir? Hayır! Allah, yapmakta olduklarınızdan hakkıyla haberdardır.”

12-“Hayır! Peygamberin ve mü’minlerin (müşrikler tarafından öldürülüp) ebediyen âilelerine dönmeyeceğini sanmıştınız. Bu, kalblerinizde süslü gösterildi ve (onlar hakkında) kötü zan ile zanda bulundunuz ve helâk(e müstehak) olmuş bir topluluk oldunuz!”

13-Hâlbuki kim Allah’a ve Resûlüne îmân etmezse, hiç şübhesiz ki biz, o kâfirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır.

14-Hem göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. (O,) dilediğine (kendi lütfundan) mağfiret eder, dilediğine de (hak ettiği üzere) azâb eder. Ve Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.


(1)“Evet bu kâinâta geniş bir dikkat ile bakan, kâinâtı gāyet haşmetli ve gāyet fa‘âliyetli bir memleket, belki idâresi gāyet hikmetli ve hâkimiyeti gāyet kuvvetli bir şehir hükmünde görür, ve herşeyi ve her nev‘i birer vazîfe ile müsahharâne (itaât ederek) meşgûl bulur. وَ لِلّٰهَ جُنُودُالسَّمٰوَاتِ وَالْأَرْضِ* [Hem göklerin ve yerin orduları Allah’ındır!] (meâlindeki) âyetinin askerlik ma‘nâsını ihsâs eden (hatırlatan) temsîline göre: Zerrât (zerreler) ordusundan ve nebâtât (bitkiler) fırkalarından ve hayvanât (hayvanlar) taburlarından, tâ yıldızlar ordusuna kadar olan cünûd-ı Rabbâniyeden (Allah’ın askerlerinden), o küçücük me’murlarda ve bu pek büyük askerlerde hâkimâne tekvînî emirlerin (Allah’ın yaratılışa dâir hikmetli emirlerinin), âmirâne hükümlerin, şâhâne kānunların cereyanları, bedâhetle (apaçık) bir hâkimiyet-i mutlakanın (sonsuz bir hâkimiyetin) ve bir âmiriyet-i külliyenin (umûmî bir âmirliğin) vücûduna (varlığına) delâlet ederler.” (Şuâ‘lar, 7. Şuâ‘, 139-140)

(2)“Müteşâbihâtta (ma‘nâsı açık olmayıp, îzâha muhtaç beyanlarda), ma‘nâ-yı mecâzînin (dolaylı olan ma‘nânın) ma‘nâ-yı hakīkīnin (gerçek ma‘nânın) lâfzıyla, üslûbuyla gösterilmesindeki hikmet, insanların me’lûf (alıştıkları) ve ma‘lûmları olmayan ma‘nâları ve hakīkatleri zihinlerine yakınlaştırıp kabûl ettirmekten ibârettir. Meselâ ‘yed’ (el)’in ma‘nâ-yı mecâzîsi insanlara me’nûs (tanıdık) olmadığından, ma‘nâ-yı hakīkīnin şekliyle, lâfzıyla gösterilmesi zarûreti vardır.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 13)

(3)Bu âyette umre niyetiyle yola çıkan Müslümanlara, Kureyş müşriklerinin müsâade etmemesi üzerine gelişen hâdiseler çerçevesinde; on senelik müddet için yapılan Hudeybiye andlaşması esnâsında Ashâb-ı Kirâm (ra)’ın Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (asm)’a olan bîatları mevzûbahis edilmektedir. 
Şöyle ki; Resûlullah (asm) umre yapmak maksadıyla 1400 kadar sahâbesiyle birlikte Mekke’ye doğru yola çıktılar. Mekke’ye yaklaştıklarında bir sahâbeyi elçi olarak, ziyâret maksadını beyân için önden gönderdi. Müşriklerin o sahâbeyi dinlememeleri üzerine bu kez Hz. Osman (ra) gönderildi. Onun da Mekke’de alıkonulmasıyla dönüşü gecikince, ashab arasında öldürüldüğü haberi yayıldı. Bunun üzerine hiçbir harb hazırlıkları olmayan sahâbeler, hemen orada Hz. Osman (ra)’ın intikāmını almak üzere ölünceye kadar harb edeceklerine dâir yemîn ederek Hz. Peygamber (asm)’a bîat ettiler. Öyle ki Peygamberimiz (asm) bu bîatta kendi mübârek elleri üzerine, diğer elini koyarak, “Bu da Osman’ın bîatıdır!” buyurdular. Bu kararlı bîatı duyan müşrikler korkarak, anlaşma taleb ettiler, bu arada Hz. Osman (ra) da geri geldi, harbe gerek kalmadı ve meşhur Hudeybiye anlaşması imzâlandı. (İbn-i Kesîr, c. 3, 342)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.