O ölüye 'vurun' demiştik, Allah, ölüleri işte böyle diriltir

O ölüye 'vurun' demiştik, Allah, ölüleri işte böyle diriltir

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Bakara Sûresi 72-74. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

72-Hem hani bir zaman siz, bir kimseyi öldürmüştünüz de, onun (katili) hakkında birbirinizle münâkaşa etmiştiniz. Hâlbuki Allah, gizlemekte olduğunuzu hakkıyla ortaya çıkarıcıdır.

73-Bunun üzerine: “(Boğazladığınız sığırın) bir parçasıyla ona (o ölüye) vurun!”(*) demiştik. Allah, ölüleri işte böyle diriltir ve akıl erdiresiniz diye size âyetlerini gösterir!

74-Sonra bunun ardından kalbleriniz katılaştı; artık onlar taş gibi veya daha katıdırlar. Hâlbuki doğrusu o taşlardan öylesi vardır ki, ondan nehirler fışkırır; elbette onlardan öylesi de vardır ki, yarılır da ondan su çıkar. Hem onlardan şübhesiz öylesi de vardır ki, Allah korkusundan düşüp yuvarlanır! Allah ise, yapmakta olduklarınızdan gafil değildir. (**)

(*) Rivâyete göre İsrâiloğulları, ineğini çok seven bir şahıstan, böyle bir ineği buldular ve derisi dolusunca altın karşılığında satın alıp kestiler. Bir uzvunu, kātilinin kim olduğu husûsunda münâkaşa ettikleri ölüye vurdular. Bunun üzerine ölü, damarlarından kanlar akar bir hâlde doğruldu. Ona: “Seni kim öldürdü?” dediler. O da: “Beni filanca öldürdü” dedi. (Nesefî, c. 1, 99)

(**) “Ey Benî İsrâil ve ey Benî Âdem! Kalb katılığı ve kasâvetinizle öyle bir Zât-ı zü’l-Celâl’in evâmirine (emirlerine) karşı itâatsizlik ediyorsunuz ve öyle bir Şems-i Sermedî’nin ziyâ-yı ma‘rifetine (O’nu ta‘rîf eden nûrlu delillere) gafletle gözlerinizi yumuyorsunuz ki, Mısır’ınızı Cennet sûretine çeviren Nîl-i Mübârek gibi koca nehirleri, âdî (basit), câmid (ruhsuz) taşların ağızlarından akıtıp mu‘cizât-ı kudretini (kudretinin mu‘cizelerini), şevâhid-i vahdâniyetini (birliğinin şâhidlerini) o koca nehirlerin kuvvet ve zuhûr (çıkış) ve ifâzaları (akmaları) derecesinde, kâinâtın kalbine ve zemînin (yeryüzünün) dimâğına vererek, cin ve insin kulûb ve ukūlüne (kalblerine ve akıllarına) isâle ediyor (akıtıyor). Hem hissiz, câmid bazı taşları böyle acîb bir tarzda mu‘cizât-ı kudretine mazhar etmesi; güneşin ziyâsı (ışığı) güneşi gösterdiği gibi, o Fâtır-ı zü’l-Celâl’i (celâl sâhibi yaratıcıyı) gösterdiği hâlde, nasıl O’nun o nûr-ı ma‘rifetine karşı kör olup görmüyorsunuz?” (Zülfikār, 25. Söz, 77)