Nurların izahı ve “yazmak”-1

“Risale-i Nur’a dair şerh, izah ya da tanzim çalışmaları hakkında Bediüzzaman Hazretleri’ne ait sözlerin, kendisinde yazma-anlatma kabiliyeti olduğunu hisseden; ve İslam’a hizmet kasdıyla çevresine, insanlığa ya da bizzat kendi nefsine ‘anlatacak bir şeyleri’ olduğuna inanan Nur Talebelerince nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir ‘fikir jimnastiğidir’ bu yazı… Görülebilecek hatalar elbette kısır fehmimdendir.” (Mustafa Kurt)

Risale-i Nur Külliyatı gibi ‘külliyetli’ bir esere imza atmış olan Bediüzzaman Said Nursî, ilk gençlik yılları da dahil seksen küsur yıllık ömründe, pek çok eser kaleme almıştır. “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş hükmünde olduğunu ispat etme ve dünyaya gösterme” (1) gibi yüce bir gayeyle yazılan ve Sezaî Karakoç’un ifadesiyle, ‘tek başına bir İslam kültürü külliyatı olan’ (2) bu kitaplar; ‘modern’ insanın dertlerine Kur’ânî devalar sunabilen pek kıymetli eserlerden oluşmaktadırlar.

“Asrın hastalığı” olan imansızlığa karşı, tam da “Asrın idrakına uygun” bir tarzda devalar ortaya koyan Risale-i Nur; şüphe yok ki, ancak azamî derecede bir fedakarlık, ‘Bediüzzaman’a’ has bir ilim ve hayranlık uyandıran örnek bir ihlasa mükafat olma gibi pek çok vesîlenin birlikteliğiyle yazılabilmiştir. Ve de bundan dolayıdır ki bu eserler, yıllardır birçok ‘ihtiyaç sahibinin’, başta imanî meselelerde olmak üzere, ilk başvurduğu can simitlerinin en başta gelenlerinden olmuşlardır.

Ancak zamanla, Risale-i Nur’a gönül vermiş hemen herkesin (önceleri nadiren de olsa) sıkça karşılaştığı şekilde; bu eserlerin iman ve Kur’ân hakikatlerini izah ederken takip ettiği ‘kendine haslığı’ ve ‘İslam kültür atlası’ dedirtecek şekilde, muazzam bir birikimden süzülmüş inci-mercanlarla süslü üslubu hakkında, gelen kuşaklardan ‘anlayamıyoruz’ yakınmaları duyulmaya başlandı. Türkçe’nin uğramış olduğu kahredici erozyondan da kuvvet bulan bu yakınmaya çare olaraksa, Risalelerdeki, bizler için artık ‘eski’ olan her kelimenin yerine, ‘güncel’ kullanıma sahip başka kelimelerin konulması gibi ‘dahiyane’ çözümler üretildi çoğunlukla. Hem de o halde, bu türden bir sadeleştirmeye belki her on yılda bir ihtiyaç duyulabileceği pek de hesaba katılmadan…

Oysa Risaleleri anlama meselesinde kelimelere aşina olmanın önemini yadsımamakla birlikte; bu konuda Risalelerdeki kelimelerin özenli kullanımından çok, ele alınan konuların öneminden ve derinliğinden kaynaklanan seviyeye dikkat çekmek daha doğru olacak gibi. Örneğin kelimeleri gayet anlaşılır olmasına rağmen bazı bahislerden, ancak işin ehlince aktarılabilen kimi hakikatlere şahit oldukça, meselenin salt kelime meselesi olmadığı daha iyi anlaşılmaktadır. Nitekim, önsözünde “büyük bir boşluğu doldurduğu ve bir ihtiyacı giderdiği” söylenilen (Risaleler için özel hazırlanmış) “Kavramlar Lügatı’nda” da, Risaleleri anlama konusunda özellikle kavramlara dikkat çekilmektedir:

“.. Risale-i Nur’dan bu niyetle istifade etmek isteyen bir kişinin önüne hemen iki büyük problem çıkar. Bunlardan birincisi, eserin kendine özgü bir dili olduğu için okuyucu tarafından ‘yabancı’ diye tarif edilen kelimelerin fazlalığı; ikincisi ise kelam ilmine dair kavramların (ıstılahların) çokluğudur. Bu problemlerden ilki aslında sözlük ya da lügat çalışmalarıyla kısmen halledilmiş durumdaydı. Fakat aynı şeyi kavramlar (ıstılahlar) için söylemek pek mümkün değildi.” (3)

Hal böyle olunca da, hakkında “İman Hakikatları’nın daha güzel anlaşılmasını sağlayan doyurucu izahlar” tanımlaması yapılan eserlerle, (4) ‘büyük bir boşluk doldurulmaktadır’. Ve böylece ‘ciddi nazarların ciddiyetle Risale’ye yönelmelerini; onu zaten okuyor olanların ise daha bir dikkatle Risale-i Nur’a bakmalarına vesile olmayı gaye edinen’ (5) pek çok eser, ‘izaha dair duyulan bir ihtiyacın neticesinde’ kaleme alınmış olunmaktadırlar. Çünkü böylesi bir gayeyle yazılmış kıymetli eserlerden birinde de dikkat çekildiği üzere, Risale ummanındaki incilerin çıkarılıp gözler önüne serilmesinin ‘ciddi muhataplar ve derinlikli bir muhatabiyet gerektirdiği’ (6) ortadadır. Yani tevhid, ahiret, kader, nübüvvet, tecelliyat ve benzerleri gibi yüksek hakikatleri hem de ‘asrın insanının’ istediği tarzda “mücmel ve kısa bir sûrette beyân” etmek;(7) üstelik bu hakikatleri özenle ve bilinçli seçilmiş kelimelerle izah ediyor olmak; okuyanını ve muhatabını, okuduğunu anlama hususunda ‘birazcık’ da olsa gayretli olmaya sevk etmektedir.

Bu gayretin ‘mahiyeti’ hakkında ise; Risale-i Nur’a dair özellikle de çeşitli konularda şerh, izah ya da tanzim çalışmalarının faydasına ve gerekliliğine yürekten inanan birisiyim. Üstelik kendinde yazma ve anlatma istidadı olduğuna inanan her Nur talibinin, tartışmak bir yana; idrak edebildiği bir hakikatı izah ederek muhtaç gönülleri o ‘hakikatler manzumesiyle’ buluşturmak gibi bir gayretle ve de nazarların Kur’ân hakikatlerine çevrilebilmesine vesîle olmaya çalışmakla ‘vazifeli’ olduğunu dahi düşünüyorum. Çünkü Risale-i Nur’a dair bu tarzda yapılacak iyi niyetli her çalışmanın:

“Ey kitabıma nazar eden zat! Şu karışık eserlerimle, bir nevi ıztırar içinde, büyük bir şeyin etrafını kazdığımı sanıyorum. Lakin onu keşfettim mi? Yahut o şey keşfedilecek mi? Veya ileride onu keşfedecek kimsenin ben yolunu mu kolaylaştırıyorum? Keşke bilseydim! “ (8) diyen Üstad Hz.nin kasdettiği o ‘keşif’ işinde bir değerinin olduğu kanaatindeyim…
 
İşte tam da burada, “Risale-i Nur’un kendi kendini izah etmesinin” ve “kalbin de hissedarlığının” yanında; ihtiyaç duyulduğu noktada Risalelerin ‘zihinler için de’ izahı veya şerhi tarzındaki çalışmalara dair, Üstad Hz.nin bu meşhur uyarısına sözü getirmek istiyorum:

"Bu durûs-u Kur'âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehitler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahları veya tanzimleridir." (9)

Risale-i Nur sevdalıları için önemli ölçülerin ortaya konulduğu bu cümlede; konumuzla ilgili bu ‘vazifenin’ nasıl yapılacağına dair, en başta genelden özele doğru kısmî bir hitapla dikkati çeken üç husus (üç kelime grubu) göze çarpmakta:

a-“Bu durûs-u Kur’âniye”
b-“ulûm-u imaniye cihetinde”
c-“yalnız şerh, izah veya tanzim”

Şimdi bu hususları biraz açmaya çalışalım:

a- Bu vazife tanımlaması, “Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar”ı kapsar.
 
Buradaki “Bu” işaret zamirinin Risale-i Nur dairesini kapsadığı zannedersem gayet açık, zira bu konuda daha en başta ve haklı olarak denilebilir: “Ee, zaten ‘Sözlerin’ şerhi ve izahı gibi vazifeler elbette ki Risale-i Nur talebelerini muvazzaf kılar, hitap onlaradır” ki, bu doğrudur. Hem malumdur, ‘bu’ kelimesi ile; en yakındakine, elde olana, bulunulan yerdekine işarette bulunulur. Bundan dolayı bu cümledeki, (Kur’ân derslerini niteleyen) ‘bu’ kelimesinden kastın da, elbetteki o ‘bu’yu kullananın, yani o Hazretin en yakınında olan Risale-i Nur dairesi olduğu aşikardır. Ancak bu mana bu kadar açık olmasına rağmen, bu cümlenin has daireye olduğu kadar, neredeyse ümmetin tamamına da hitap ettiğini savunan düşüncelerle de kimi zaman karşılaşılabilinmektedir...

Oysa Üstad Hz.nin bu -gizli- hitapta ‘durûs-u Kur’âniye’ değil de, ‘bu durûs-u Kur’âniye’ şeklinde bir ifade kullanmış olmasına tam da bu açıdan ayrıyeten dikkat etmemiz gerekmekte…

Çünkü bu durumda mantıken: ‘şu durûs-u Kur’âniye’, ‘o durûs-u Kur’âniye’, ‘öteki durûs-u Kur’âniye’ gibi, başka işaret zamirleriyle nitelenmiş başka ‘durûs-u Kur’âniyeler’in de var oldukları; ancak gelecek olan cümlede ifade edilecek manaların ise diğer dairelerdeki mü’minlere değil de, Üstad Hz.nin de dahili olduğu ‘bu durûs-u Kur’âniye’ dairesine dahil olan mü’minlere matuf oldukları ortaya çıkmakta. Dolayısıyla, çizilen ‘hareket alanının’ muhatapları da, kendilerini ‘bu’, yani Risale-i Nur diye tesmiye olunan ‘durûs-u Kur’âniye dairesi’ içine dahil sayanlar olmaktadır.

Böylelikle buradaki ‘bu’ işaretinin, işaret ettiği şeyi (yani bu durûs-u Kur’âniyeyi) ‘şu, o, öteki’ vs. gibi hemcinslerinin işaret ettiklerinden (yani diğer durûs-u Kur’âniyeden) ayırmasındaki kullanımıyla Üstad Hz.nin, adeta şöyle bir imada bulunmuş olduğu da düşünülebilir:
 
Bu ifade, bu daireye dahil olmayıp da, başka durûs-u Kur’âniye dairesinde bulunan inananların hizmetlerine, metodlarına hiçbir şekilde müdahele eden bir hitap değildir. Zira hitaptaki hedef muhatabı nitelemek için, en baştan ‘bu’ denilerek sözkonusu muhatabın aynı sıfata sahip diğer ‘türdeşlerinden’ (yani diğer durûs-u Kur’âniye dairelerine mensup olanlardan) ayrı tutulması, söz konusu hitabın da Üstad Hz.nin talim eylediği dersler dairesine dahil olanlara yönelik olduğunu göstermektedir zaten!...

Diğer Kur’ân hizmetlerindeki inananlar lüzum gördükleri her alanda eser verebilirler, her esere şerh, izah ya da tanzimde bulunarak hizmet etmeye çalışabilirler. Ki öyle de olmaktadır zaten. Sadece Kur’ân derslerinde değil, günümüzde sanatın neredeyse her alanında ‘müslümanca yorumlara’ rastlayabilmekteyiz.

İşte bu konuda Risale-i Nur talebelerinden istenilen şey ise, aşağıda izah edileceği üzere; kendilerince ortaya konulabilecek her eserin değil de, yalnızca ulûm-u imaniye cihetiyle verecekleri eserlerin; ‘Sözlerin’, yani Risale-i Nur’un şerhi, izahı veya tanzimi suretinde olmasını sağlamalarıdır. 

b- “ulûm-u imaniye cihetinden”…

Dikkat edersek, “..allâme ve müçtehitler de olsalar vazifeleri, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahları veya tanzimleridir” denilmemiştir!

Şefkatin mücessem bir hali gibi yaşamış bir Üstadın ifadesi de böyle olamazdı zaten…

Zira iki virgülle ayrılan bir ara ifadeyle “ulûm-u imaniye cihetinde” gibi bir şefkat kapısı konulmuş ve bir hususa dikkat çekilmek istenmiş... Yani bu Kur’ân talimi dairesine, Risale-i Nur talebeliğine kendimizi mensup görüyorsak eğer, bu mensubiyetle birlikte allame ve müçtehit seviyesinde bir birikime sahip de olsak; tüm mesainin sadece ‘bu Kur’ân dersinin’, yani Risalelerin şerh, izah ya da tanzimi çalışmalarına ayrılması gibi bir sınırlandırmayı -ve belki de gerekliliği-; ancak iman ilimleri-iman hakikatleri gibi, Risale-i Nur’un zaten ana teması ve asıl davası olan alanlarda çalışılması durumuna münhasır kılmıştır Üstad Hazretleri.

Tersinden alırsak manayı; eğer çalışmalarımızda örneğin bazı iman hakikatlerini “kendimizce” vüzuha erdirme gibi bir yön bulunmuyorsa, o zaman ulûm-u sairede; yani diğer dinî ilimlerde, ya da sosyal bilimlerde, fende veya sanat kollarında, meslekî alanlarda vs.de elbette ki çalışmalarda ve hüsn-ü hizmetlerde bulunabiliriz.

Çünkü diğer türlü, ‘bu durûs-u Kur’âniye dairesinde’ bulunulup da, iman hakikatlerini kendince vüzuha erdirme gayesiyle gayret sarfedilmesi; bunu yapan allame ve müctehit de olsa yapılan iş zahmete girmektir, bir nevi vakitten ve emekten israf etmektir!..

Risale-i Nur ‘ulûm-u imaniye cihetinde’ bu vazifeyi zaten bihakkın yapmış, “bütün hakaik-i imaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan ve isbat etmiştir.” Nitekim Üstad Hz.nin, bahsimize konu olan yukarıdaki şerh ve izahla alakalı ifadelerinin devamında deniliyor ki:

“Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.” …

Kısacası, “Ulûm-u imaniyede” meseleleri kendimizce güya yeniden ele alarak, ortaya kendi eserimizi koyma yoluna gitmek yerine,  bu daire içerisindeki hakikat taliplerine düşen görev: İmanî ilimlerin anlaşılması, anlatılması ve yaşanması yönünden tüm emeklerini, çabalarını, birikimlerini; yalnızca, yazılan şu Sözlerin şerhlerine, izahlarına ya da tanzimlerine sarfetmeleridir. 

Yani imanî meselelerin izahı ve ‘aktarımında’ Nur talebelerine çizilen ‘had’; müçtehit de olsalar yeteneklerini, eserlerini ‘ulûm-u imaniye cihetinden’ Kur’ân’ın zaten ‘iman’ esaslarına bakan mükemmelce bir tefsiri olan Risale-i Nur’a hizmetkar kılmalarıdır, bu uğurda eser vermeleridir.

Daha da açarsak, diğer ilimler cihetinden böyle bir zorunluluk yoktur, nitekim olması da düşünülemez diyebiliriz.  Üstad Hz.nin bu cümleyi ‘ulûm-u imaniye cihetinden’ şeklindeki bir ara açıklamayla birlikte telaffuz etmeyi tercih etmesi, bizim için, bununla has bir manaya işaret edilme gayesine dair yeterli bir delildir.

Çünkü bu ara açıklama ile, yani ‘ulûm-u imaniye cihetinden’ denilmesiyle; bu Kur’ân dersleri dairesine dahil olanlara mahsus o vazifelendirmede, imanî ilimlerin diğer ilimlerden ayrı tutulduğunu; işte Risalelere dair şerh, izah ya da tanzim çerçevesinin de o diğer ilimleri değil, özellikle ve sadece iman ilimleri cihetini kapsadığının belirtilmesi manası pek uygun düşmektedir.

Bu da elbette çok çeşitli kabiliyetlere, fıtratlara ya da meraklara sahip insanların oluşturduğu böylesine büyük bir daireyi, oluşabilmesi muhtemel, “ilmî manada ancak bir tek imanî ilimler alanında hareket edilebilinir, sadece şerh vs. yazılabilir” tarzındaki görüşlerden kurtarmış oluyor. Bu ayrıntı da bu yönüyle elbette ki şefkatli bir ayrıntı oluyor. 

Ayrıca bu meselenin, Risale-i Nur’dan beslenmiş bir düşünce hayatının entellektüel temsilindeki yetersizliği bir parça açıkladığını da düşünüyorum. Tıpkı diğer durûs-u Kur’âniye dairelerine mensup Müslümanların Risale-i Nur’a karşı mesafeli ‘nasipsizliklerinin’ bir sebebini, yine Nur talebelerinin (farkına vardıkları hakikatlere ‘köprü’ olma vazifesi için) hakkınca yerine getiremedikleri ‘velûd’ olma durumunda gördüğüm gibi… 
(Devam edecek)

Kaynakça:
1-Tarihçe-i Hayat, Envâr Neşr., İst.1989, s.51
2-S.ARSLAN, ‘Risale-i Nur’un Üslubuna Dair’, http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=929
3-(Önsöz: S.GÜNDÜZALP) A. BAŞAR-Ş.EREN, Risale-i Nur Külliyatı İçin KAVRAMLAR LÛGATI, Zafer Yay.,İst.2006,s.6.
4-M.KIRKINCI, Hikmet Pırıltıları, Zafer Yay.,İst.2004,s.11.
5-M.KARABAŞOĞLU, Risale Okumaları,Zafer yay.,İst.2001,s.5.
6-a.g.e.,s.5.
7-Sözler, Envâr Neşr. İst.1989, s.653.
8-Mesnevi-i Nuriye Tercümesi, Ümit ŞİMŞEK, Nesil Yay. İst.2009, s.235
9-Mektubat, Envâr Neşr.,İst.1986, s.426.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.