Mısırlı Prof: Risale-i Nur'dan ilmi yaşamayı öğrendim

Mısırlı Prof: Risale-i Nur'dan ilmi yaşamayı öğrendim

Mısır’daki Risale-i Nur hizmetleri ile ilgilenen Abdulkerim Baybara RisaleHaber’e konuştu.

Abdurrahman Iraz’ın röportajı

 

(Röportajın birinci bölümü için TIKLAYINIZ)

 

Risale-i nur’un Suudi Arabistan’da basılması ile Macaristan’da bir Profesör; ‘Bunlar orada basıldığına göre, güvenilir yayınlar’ demiş dediniz.  Bunun ne olduğunu açmanızı istiyorum.

 

Şöyle. Diyelim ki Mısır = Ezher. Bu daha çok mutedil bir yol. Suudi Arabistan dediğimiz zaman da Selefi dediğimiz kitaplar daha çok ön plana çıkıyor ve basılıyor. Daha çok fikir ayrılığı olan yerler. Mesela İslam âlemi içerisinde baktığımız zaman bu kitap nerede basılmış? Lübnan’da, fikri açık; Mısır’da, mutedil fikre sahiptir ve görüşü dardır. Suud denince soru işareti konuyor. Niye? Acaba içinde İbn-i Teymir’in, İbn-i Kayımcazi’nin aşırı fikirleri var mı yok mu? Vehhabilik fikirleri var mı yok mu? Dolayısıyla Risale-i Nurlar’ın Suudi Arabistan’da basılması demek; o fikirlerin yavaş yavaş yıkıldığını ve yerine Risale-i Nurlar’ın hâkim olduğunu gösteriyor. O noktadan Risale-i Nurlar’ın Suud baskısının olmasının çok ehemmiyeti var. En son Mısır’ın İzci Teşkilatı Genel Sekreteri ile beraber yapılan ortak çalışmada oraya 50 bin adet küçük kitap gönderildi. Risalelerden İngilizce ve Arapça olmak üzere Gençlik Rehberi, Ayet’ül Kübra, Küçük Sözler, İhlâs Risalesi, Uhuvvet Risalesi ve Yirmi Üçüncü Söz. Bunların hem Arapçası hem İngilizcesi 10’ar bin adet basılarak oralara gönderildi. Ve resmi olarak Suud’un İslam İzci Teşkilatı adına ve oya da parasız dağıtılmak suretiyle gönderildi.

 

Bunlar yeni olaylar, değil mi?

 

Tabi, yeni. Bunlar bir sene önceki hadiseler.

 

Peki, siz vardıktan ne kadar sonra dokuzuncu kitabı bastınız?

 

Bir yıl sonra.

 

Sonra?

 

Bir yıl sonra Tarihçe-i Hayat basıldı. 1998 senesinde sempozyum kitabı basıldı.

 

Sempozyum kitabı ne?

 

İstanbul’da yapılan sempozyum.

 

İlim-Kültür Vakfı’nın yaptığı sempozyumun Arapça metinleri basıldı. Tabi bu esnada biz küçük kitapları hazırladık.

abdulkerim_baybara_haberici.20110214170714.jpg

 

Peki, bu basılan kitapların dağıtımı nasıl oluyor?

 

Önceden kitabın dizgisi Türkiye’den hazırlanıp geliyordu. Daha sonra biz kendimiz dizgisini hazırlamaya başladık. Dizayn, dizgi ve formaları... Mısır’ın belli kütüphanesinden izin almamız gerekiyor, uluslar arası kitap satış numarası alınması gerekiyor. Bir de kurulan yayınevinin kendisine ait barkodu olması gerekiyor. Ve bir de yayın tasnifi gerekiyor. Bu rakamları alıyoruz. Baskı senesinde kitap ne kadar basıldığına dair rakamları aynı kitabın ikinci sayfasına koymamız gerekiyor. Bunlar bitip kitapta basıldıktan sonra, basılma süresi içerisinde 10 nüsha Mısır’ın milli kütüphanesine teslim edilmesi gerekiyor. Oranın şartları böyle. Bu şekilde küçük kitaplar basıldı, külliyat tamamlandı. Dediğiniz gibi kitapların nereden dağıtılması gerekiyor? Bizim en birinci yolumuz kitap fuarlarıydı. Kitap fuarları malumunuz çok yüklü maliyet istiyor. Gelir, gideri karşılamıyor. E tabi yeni basılmış, millet Üstad’ı yeni duyuyor. Hatta Risalelere kademeli yaklaşıyor.

 

Mesafeli geliyorlar.

 

Evet. Arka plan safi değil. Bilmediği için, şimdiye kadar menfi yayın olmadı ama adam bilmediği için ister istemez soru işareti ile geliyor. Biz de sabırla, sebatla bütün fuarlara iştirak ettik.

 

Siz gittikten sonra ilk fuar nerede ve ne zaman kuruldu?

 

1997’de. Ben, 96’da gitmiştim zaten. İki ay sonra 97 Ocak ayında Kahire Uluslar Arası Kitap Fuarı’na iştirak ettim.

 

O zaman orada tek sorumlu muydunuz?

 

Ömer Çubuk ağabey de 97’nin Haziranında geri döndü. İlk fuarda Ömer ağabey ile beraberdik. 97’den sonraki fuarlarda tek sorumlu ben oldum.

 

Demek ki hiç olmazsa bir tecrübe yaşadınız beraber.

 

Tabi, doğrudur.

 

Fuarlarda neler oluyor?

 

Mesela Kahire’deki kitap fuarlarını söyleyeyim. Başka ülkelerde yasak olabilen kitapların teşhir gördüğü yerdir. O manada açık bir kitap fuarıdır. Her kitabı Tunus’a, Libya’ya sokamazsınız. Fakat Mısır, siyasi olmamak şartı ile birçok kitap rahatlıkla sergilenebiliyor. Elhamdülillah Suudi Arabistan’da da olmak üzere bizim hiçbir kitabımıza yasak konmadı. Ben elliye yakın kitap fuarlarına iştirak ettim. Hiçbirinde kitaplarınız yasaktır, giremezsiniz, gibi sözlerle karşılaşmadım.

 

Elliye yakın uluslar arası fuarlara katıldınız. Bu fuarların herhalde kısm-ı azamı Mısır’da.

 

Bunun 12-13 tanesi Mısır’da.

 

Diğerleri?

 

Suriye, Suudi Arabistan, İran, Malezya, Endonezya, Frankfurt, Fas, Cezayir, Ürdün, Tunus, Sudan, Yemen, Irak.

 

Bunların hepsine katıldınız mı?

 

Evet.

 

Ve siz Mısır adına katılıyorsunuz değil mi?

 

Mısır Sözler Yayınevi adına iştirak ediyorum.

 

Bu saydığınız fuarların hepsine Türkiye’den başka yayınevleri de katılıyor mu?

 

Son zamanlarda katılmaya başladılar.

 

Eskiden siz yalnız mı gidiyordunuz?

 

Yalnız gidiyordum. Hatta bizi görünce ‘Hah Sözler’ yani isim olarak değil de Sözler diye biliyorlardı.

 

Peki, son üç-dört sene dediniz. Hangi yayınevleri katıldı?

 

Nil Yayınevi katıldı, Kaynak grubu. Harun Yahya’nın eserleri de tercüme edildi, onlar da fuarlara katılmaya başladılar. Muhtelif fuarlara kitapları gönderildi, Global Yayıncılık diye. Bir ara Osmanlı Yayınevi iştirak etti. Fakat onların arkası gelmedi. Son üç senede de Hayrat Vakfı Altınbaşak Hattı ile Mısır’daki fuarlara iştirak ettiğini gördüm. Son dört-beş senedir Nil ve Sözler, uluslar arası fuarlarda ayrı ayrı stantlarda iştirak ediyoruz. Fakat bazen şöyle oluyor. Ayrı fuar tarihleri denk gelebiliyor. O zaman iştirak edemeyeceğimiz fuara da Nil adına vekâlet vererek iştirak ediyoruz. Onların iştirak edemediği fuarlara biz iştirak ediyoruz.

 

Peki, ağabey birinci tek katıldığınız fuar hangisi?

 

1998’de Kahire, İskenderiye, Mansura fuarlarına gittik. Bunlar Mısır içindeki fuarlar. 1999’da Malezya, 2000-2001’de İran. Ve gelişen on sene içerisinde uluslar arası kitap fuarlarına iştirak ettik. Maddi gücümüz açısından aslında Sözler, o yükü kaldıramıyor. Çünkü fuarların maliyeti çok fazla.

 

Ben de onu soracaktım. En başta söylemiştiniz, fuarlar külfetli diye.

 

Evet. Bir kısım ehl-i himmet ağabeylerin desteğine başvuruyoruz. İştirak etmek istediğimiz fakat maddi gücümüzü de aşan fuarlarda Cenab-ı Hak nasip ediyor. Şurada bir hizmet vardır, dediğimiz yerde maddi sıkıntıdan fuara gidemedik dediğimiz olmadı. Bilhassa Sungur ağabeyin çok teşvikleri oldu. ‘Sen, hangi fuarda Risale-i Nur adına iştirak etmek istiyorsan, benden sana izin, takılabilirsin’ diye teşvikleri oldu. Biz de onu manevi teşvik olarak gördük. Ve Risale-i Nur’un neşri hususunda böyle katılımlara gayret ediyoruz. Şu ana kadar ucu ucuna gidiyor, Cenab-ı Hak devam ettirsin.

abdulkerim_baybara_haberici1.20110214170739.jpg

 

Peki, şu anda yedi-sekiz dershane var Kahire’de dediniz. İskenderiye’de var mı?

 

İskenderiye’de vardı fakat şu anda yok.

 

Kahire’nin yerli insanı Nur talebesi var mı?

 

Var.

 

Yani bizim anladığımız Nur talebesi profilinde Kahire’de var.

 

Var. Dershanede üç kişi kalıyor şu anda. Bir de Mahalle şehrinde Prof. Dr. Abdulhani Üveys’in olduğu memleket. O’nun memleketi, şehri ve O’nun köyü,  Sindises Köyü, 1998’den beri orada Perşembe günleri Risale-i Nur sohbetleri oluyor, ders oluyor. Elhamdülillah 1998’den bu yana kesilmedi bu dersler. Ve orada yetişenler meyve verdi. Üç kardeşimiz şu anda Kahire’de dershanede kalıyor.

 

Her gece Kahire’de ders var mı?

 

Talebe hizmeti olunca; bir yandan talebe hizmeti, bir yandan esnaf hizmeti, bir yandan Risale-i Nurlar’ın neşirleri, tashihatları olunca bizim her derse gitmemiz mümkün değildir. Fakat mevcut olan ehl-i hizmet kardeşleri ve esnaf ağabeyleri kendi aramızda meşveret ederek, mesela Çinli talebelerle sohbet, Endonezyalılarla beraber, Malezyalılarla beraber, İngilizce ders olmak üzere, hanımlarla beraber sohbetler vs. derken bazen günde iki-üç yerde ders oluyor.

 

Şu anda Sözler Yayınevi’nde sizin haricinizde kaç kişi var?

 

Bu hizmetleri bir kişinin omzuna yüklemek mümkün değil. Zaten evvela şahs-ı manevi var. Sonra da bu işi beraber omuzladığımız kardeşler var. Şimdi yayınevinde Endonezya’dan, Mısır’dan ve Adana’dan bir kardeş olmak üzere hem dizgi hem muhasebe hem de dağıtım hususunda yardımcı kardeşlerimiz var. Ayrıca geçen yıl okulunu bitirip bu yıl hizmette kalan bir kardeşimiz var. Isparta’dan gelen bir kardeşimiz var. Yani yedi-sekiz kişilik bir hizmet grubumuz var. Bu kadronun her gün bir yerlerde vazifesi var. Sohbetler vs derken. Bazen oluyor ki biz iki ay kadar uzak kalabildiğimiz halde hizmet dairesi durmuyor bilakis genişliyor. En güzeli de o. Hizmetleri şahsa veya ferde bağlamak değil; yeri geldiğinde arka pencereden oturup seyredebilmek.

 

Hac döneminde sizinle Hac’da karşılaşıyoruz. Sonra bir bakıyorum Türkiye’desiniz. Daha sonra duyuyorum ki başka bir ülkede, sizinle beraber olan ağabeyler hizmetleri anlatıyor. Ben bunun için sordum. Siz, temelleri tesis ettiniz, o temellerin üzerine binalar çıkmış.

 

Estağfurullah. Ben şöyle söyleyeyim. Risale-i Nur okunuyorsa, hizmet muhafaza ediliyorsa Cenab-ı Hakk omuzları gönderir, yetiştirir. Hizmet, bizim hizmetimiz değil; Üstadımızın hizmetleridir. Üstadımızın maddi manevi müzahereti devam etmektedir. Kardeşler bu hususta güzel rüyalar da görüyorlar. İlk senelerimizde Mısır’da Tamta şehrinden bir kardeşimiz gelmişti. Ehl-i tarik bir kardeşimiz gelmişti. O gün de biz Şükür Risalesi’ni matbaadan teslim aldık ve El-Ahram Gazetesi’ni aradık. Sabah sekize yetiştirirsek biz bu kitabın hem reklamını yapacağız hem de dağıtıma vereceğiz.

 

Bu, Mısır’da büyük bir gazete değil mi?

 

Tabii ki. Günlük 1 milyon tirajı olan bir gazete. Bize, sabah sekizde arabayı göndereceğiz, gelip alacaksınız, dediler. Kitapları aldık. Bin-iki bin kitabı aldık, mühürleyip paket yapacağız. O zaman da dershanede kalan kardeş sayısı üç kişi. Misafirlerimiz de vardı. Biz misafirlerle ilgilendik, kardeşler de yan odada bu işleri yaptılar. Sabah namazına kalktık, kardeş ‘Bu odada bir şey var mıydı?’ dedi. ‘Hayırdır, n’oldu?’ ‘Ben bu gece bir rüya gördüm. İmam-ı Ali buraya geldi. Bu odaya baktı, baktı. Sonra pencereden uçtu, gitti.’ dedi. Böyle halis niyetli bir hadise olmuştu.

 

Orada bir ekip var. Tabii ki himmet var, şahs-ı manevi var, dualar var. Bütün bunlar bir aradadır. Ama şu da var, sizin de işinizi doğru yapmanız lazım.

 

Hülasa olarak şöyle söyleyeyim, yurt dışı hizmetleri olan ağabey ve kardeşler için. İlk başta şu kabiliyette, şu dilde olması gerekiyor, yurt dışı hizmetlerini görsün, manasında. Fakat bana göre hülasa etmek gerekirse, yurt dışına çıkacak olan, hizmet etmek isteyen için birincisi niyet çok önemlidir. Ben, orada şu veya bu şekilde Risale-i Nurlar’ın bir hadimi olmak istiyorum, neşretmek istiyorum diye Cenab-ı Hak’tan tevfikini isteyecek. Arkadan Üstadımızın himmeti yetişecek, ağabeylerin duası olacak. İkincisi Ali Uçar ağabeyin hülasa ettiği bir şey vardı; sebatlı olacak. Bir kardeşi bazen yurt dışına gönderdiğimiz zaman acele ediliyor, ondan çok külli hizmetler bekleniyor. Yurt dışı hizmetlerinde dershaneye kapanarak hizmet etmek yok. Çok geniş fıtratta olması gerekiyor. Yeri geldiğinde gidip bakanıyla, başbakanıyla görüşecek; ertesi gün dönüp dershanede bulaşığı yıkayabilecek. İki fıtratı birleştirebilecek bir kardeş hizmette olması lazım. Bazen yurt dışına gidipte dar daireyi muhafaza edemeyen yani dershane metodunu devam ettiremeyen kardeşlerin hizmet ömürleri de kısa olur.

 

MISIRLI PROFESÖR: RİSALE-İ NUR’DAN İLMİ NASIL YAŞAYACAĞIMI ÖĞRENDİM

 

Yani geniş dairede boğulurlar değil mi?

 

Boğuluyorlar ve bizi aşıyor. En son biz Mısır’da iken birçok protokolde bulunduk. Fakat bu, bizim asıl gayemizi değiştirmez. Mesela dışarıdan ilk defa gelen bir kardeşe Nurlar’ın nesini göstereceğiz? İlmi mevzuları zaten ellerinde var ve bizden fazla. Âlim adamlar, hafız adamlar, hadisleri iyi biliyor, tefsirleri okumuşlar. Risale-i Nur da onların katacağına fazla bir şey katmıyor. İslam Tarihi ve Medeniyeti profesörü Abdulhalim Öz’ün şu sözü önemlidir. Mısır’da yirmi seneden beri doktora ve mastır öğrencileri yetiştiren bir zat.

 

Nur talebesi mi?

 

Tabi. Üstad ile ilgili birçok sempozyuma katıldı. ‘Biz, diğer kitaplardan ilmi okuduk. Fakat Risale-i Nurlar’dan ilmi nasıl yaşayacağımızı öğrendik.’ dedi. Biz, cemaate uhuvveti, ihlâsı bu yaşayışı göstermemiz lazım. Bunu gösterebilirsek Cenab-ı Hakk cemaati de gönderir, hizmeti de devam ettirir. Fakat ben ve yanımdaki kardeşim ile aramızda husumet varsa, birbirimizi çekememezlik varsa, ben gelecek olan kişiye Risale-i Nur’daki hangi ruhu göstereceğim? Eğer bu ruh yoksa gelir ve uçar, gider. Diğer bir husus, bu kadar külli hizmeti hiçbir zaman kendisinden bilmemesi gerekiyor. Zaten kendisinden bildiği halde uçar gider. Hizmetler, Cenab-ı Hakk’ın hizmetleridir. Biz onda çok küçük bir ferdiz. Demek ki ihtiyacımız var, Cenab-ı Hak bizi istihdam ediyor.

abdulkerim_baybara_haberici2.20110214170810.jpg

 

Ağabey biz bundan iki-üç ay önce Said Özadalı ile beraber Afrika’ya gitmiştik. Orada şunu gördük; biz, Risale-i Nur’un peşinden koşuyoruz. Zaten Abdulkerim Baybara dese ki, ben Risale-i Nur’u insanlara tanıtıyorum, yok öyle bir şey. Samimi söylüyorum Risale-i Nur sayesinde sair insanlar bizi tanıyorlar. Biz haysiyet kazanıyoruz. Bunu yaşadığım için söylüyorum, şeref kazanıyoruz. Kimse Risale-i Nur’u bir yere götürdüğünü sanmasın, hayır. Risale-i Nur’un peşinden koşuyoruz.

 

Zaten asıl mevzu bu. Risale-i Nur, kendi hizmetini yapıyor. Yani Üstad bizatihi müzahereti devam eden dört büyük aktabtan birisi gibi hayattaymış gibi tasarrufu devam eden zatlardan birisidir. Bunu ruhen, kalben yaşıyoruz. Herkes bunun idraki içerisinde ‘benim elimden bu hizmet kaçmasın’ diyecek. Devamlı diken üstünde olacak ‘acaba Risale-i Nur’a perde mi oluyorum? Acaba mani mi oluyorum?’ gibi bu hissiyat içerisinde olmalı.

 

‘Sırtımızda yumurta küfesi’ budur. Hem yumurta küfesini menzil-i maksuda ulaştıracaksınız hem de yumurtalara zarar vermeyeceksiniz. Yani hem bu Risale-i Nur’u okuyacağız, örnek olacağız, kendimizde yaşayacağız.

Ağabey siz, on dört senedir oradasınız, doğru mu?

 

Evet.

 

Bekârsınız?

 

Evet.

 

Ağabey, 40 yaşınızdasınız. Evlenmeyi düşünüyor musunuz?

 

Bunu hep duyuyorum 40’ından sonra diye. Bu, Üstadımıza has olan bir meslektir. İnsanın gücü nispetinde. Bunu bir yıla bir seneyle sınırlamayı doğru görmüyorum ben.

 

Açıkçası bakılınca 40 yaşınızda gibi görünmüyorsunuz. Okuyucularımız da görecekler resimlerinizi 25’e kadar ancak çıkıyor da. Bu da ihsan-ı ilahi.

 

Hizmetlerle meşgul olunca genç kalıyoruz. Onun verdiği bir gençlik var, evet.

 

Ben, şimdi 55 yaşımdayım. Nurlar’ı ben 1975’te tanıdım. 35 sene önce. 35 sene önce tanıştığımız bazı kardeşlerimiz var. Onlar Risale-i Nur hizmeti içerisinde halen devam ediyorlar. Hizmet ediyorlar, koşturuyorlar. Bakıyorum, 35 sene önce nasıl tanıdıysam öyle. Saçında bir tane beyazlama yok ama ben ihtiyarlamışım. Ben bunun farkına vardım, şimdi bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama geçti.

 

Saçımı başımı yolduracak kadın yok da… (gülüşmeler)

 

(Devam edecek)