Bir Ermeninin himmeti milletidir. Ya sizin?

Bir Ermeninin himmeti milletidir. Ya sizin?

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

İşte fikr-i milliyetle uyanmış bir Ermeninin himmeti, mecmu-u milletidir. Güya onun milleti küçülmüş, o olmuş. Veya onun kalbinde yerleşmiş. Onun ruhu ne kadar tatlı ve kıymettar olsa da, milletini daha ziyade tatlı ve büyük bilir. Bin ruhu da olsa feda etmeye iftihar eder. Çünkü kendince yüksek düşünür.

Hâlbuki, şimdikilere demiyorum, lâkin sizin eskiden bir yiğidiniz uyanmamış, nura girmemiş, İslâmiyet milletinin namusunu bilmemiş, yalnız bir menfaat veya bir garaz veya bir adamın veya bir aşiretin namusunu mülâhaza eder, kısa düşünürdü. Elbette tatlı hayatını öyle küçük şeylere herkes feda etmez.

Faraza, İslâmî fikr-i milliyetle (HAŞİYE:  Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve imandır.) onlar gibi temâşâ etseydiniz, kahramanlığınızı âleme tasdik ettirip yüksek tabakalara çıkacaktınız. Eğer Ermeniler sizin gibi sathî ve kısa düşünseydiler nihayette korkak ve sefil olacaklardı.

Hakikaten sizin hârikulâde şecaate istidadınız vardır. Zira bir menfaat veya cüz’î bir haysiyet veya itibarî bir şeref için veya “Filân yiğittir” sözlerini işitmek gibi küçük emirlere hayatını istihfaf eden veya ağasının namusunu isti’zam için kendini feda eden kimseler, eğer uyansalar, hazinelere değer olan İslâmiyet milliyetine, yani üç yüz milyon İslâmın uhuvvetlerini ve mânevî yardımlarını kazandıran İslâmiyet milliyetine, binler ruhu da olsa, acaba istihfaf-ı hayat etmezler mi? Elbette hayatını on paraya satan, on liraya binler şevkle satar.

Maatteessüf, güzel şeylerimiz gayr-ı müslimler eline geçtiği gibi, güzel olan ahlâklarımızı da yine gayr-ı müslimler çalmışlar. Güya bir kısım içtimaî ahlâk-ı âliyemiz yanımızda revaç bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş. Ve onların bir kısım rezâili, kendileri içinde çok revaç bulmadığından cehaletimizin pazarına getirilmiş.

Hem, büyük bir taaccüple görmüyor musunuz ki, terakkiyat-ı hâzıranın üssü’l-esası ve belki din-i hakkın muktezâsı olan “Ben ölürsem devletim, milletim ve ahbaplarım sağdırlar” gibi kelime-i beyza ve haslet-i hamrâgayr-ı müslimler çalmışlar? Çünkü onların bir fedâisi der: “Ben ölürsem milletim sağ olsun; içinde bir hayat-ı mâneviyem vardır.”

Ve bütün sefaletin ve şahsiyatın esası olan “Ben öldükten sonra dünya ne olursa olsun. İsterse tûfan olsun” veyahut وَاِنْ مِتُّ عَطَشًا فَلاَ نَزَلَ الْقَطْرُ (Ben susuzluktan ölürsem, tek damla yağmur bile yağmasın!) olan kelime-i hamkâ ve seciye-i avra, himmetimizin elini tutmuş, rehberlik ediyor.

İşte, en iyi haslet ki, dinimizin muktezasıdır: Biz ruhumuzla, canımızla, vicdanımızla, fikrimizle ve bütün kuvvetimizle demeliyiz ki: “Biz ölsek, milletimiz olan İslâmiyet haydır, ilelebed bâkîdir. Milletim sağ olsun. Sevâb-ı uhrevî bana kâfidir. Milletin hayatındaki hayat-ı mâneviyem beni yaşattırır; âlem-i ulvîde beni mütelezziz eder. وَالْمَوْتُ يَوْمُ نَوْرُوزِنَا  (Ölüm, Nevruz günümüzdür, baharımızdır) deyip, nurun ve hamiyetin nurlu rehberlerini kendimize rehber etmeliyiz.” (Münâzarat, Sualler ve cevaplar)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
ahlâk-ı âliye : yüksek, üstün ahlâk
âlem : dünya, evren
aşiret : oymak; büyük ölçüde aynı dil ve kültürü paylaşan, birçok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında toplum, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk
cehalet : cahillik
cüz’î : küçük, bireysel
din-i hak : hak din, İslâmiyet
emir : iş, durum
faraza : varsayalım ki
fikr-i milliyet : milliyetçilik düşüncesi
garaz : maksat, hedef
gayr-ı müslim : Müslüman olmayan
hakikaten : gerçekten
hârikulâde : olağanüstü, şaşırtıcı şekilde
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
haysiyet : itibar, şeref, değer
himmet : ciddî çaba ve gayret
içtimaî : toplumsal, sosyal
iftihar etme : övünme
İslâmî : Müslüman, İslâma uygun olan
isti’zam : büyük tutma; yüceltme
istidad : potansiyel, elverişli durum
istihfaf etme : hafife alma, küçümseme
istihfaf-ı hayat : hayatı hafife alma, küçümseme, hayatını kaybetmeyi göze alma
itibarî : gerçekte öyle olmadığı hâlde öyle sayılan; gerçek ve fiilî olmayan
kıymettar : kıymetli, değerli
maatteessüf : ne yazık ki
mecmu-u millet : milletin tamamı
menfaat : çıkar, kişisel yarar
muktezâ : birşeyin gereği
mülâhaza etme : düşünme, akla getirme
nihayet : son
revaç bulma : herkes tarafından kabul görme
rezâil : rezillikler
sathî : yüzeysel
sefil : yoksul, perişan
şecaat : yiğitlik, cesurluk
şeref : yücelik, büyüklük
şevk : şiddetli istek ve arzu
taaccüp : şaşma, hayret etme
tasdik : doğrulama, onaylama
temâşâ etme : bakma, seyretme
terakkiyât-ı hâzıra : zamanımızdaki ilerlemeler, gelişmeler
uhuvvet : kardeşlik
üssü’l-esas : birşeyin en temel unsuru
vücut : varlık
ziyade : çok, fazla
aceze : güçsüzler, yaşlılar
ahbap : dostlar, sevilen arkadaşlar
âlem-i ulvî : yüce âlem; âhiret âlemi
aşâir : aşiretler
bâkî : sürekli ve kalıcı
bedevî : köylü
bostan-ı kemâlât : olgunluklar bostanı, mükemmellikler bahçesi; yani mükemmelliklerin yetişip olgunlaşmasına vesile olan ortam
cevf : iç, iç kısım
fazilet-i İslâmiye : İslâmın insanlara kazandırdığı erdem, üstünlük
fedâi : bir gaye uğruna değerli şeylerini ve kendini fedâ eden
fikr-i milliyet : milliyetçilik fikri
gayr-ı müslim : Müslüman olmayan
hamiyet : din, aile, vatan, millet gibi değerleri koruma duygusu ve gayreti
haslet : huy, özellik, karakter
haslet-i hamrâ : güçlü haslet; hamiyet, gayret ve mahçubiyetten kaynaklanan ve yüz kızarması şeklinde kendini gösteren haslet
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
havz-ı Kevser : Kevser havuzu
havz-ı mârifet ve muhabbet : bilgi ve sevgi havuzu; tanışmaları ve sevgileri ortak bir havuz gibi bir araya toplama
hayat-ı mâneviye : mânevî hayat
hayy : diri, canlı
himmet : ciddî çaba ve gayret
ihtar etme : hatırlatma, uyarma
ilelebed : sonsuza kadar
kâfi : yeterli
kelime-i beyza : parlak, değerli söz
kelime-i hamkâ : ahmakça söz
maarif : bilgiler, bilimler
mecrâ : kanal
menba : kaynak
mesâi-yi şer’iye : şeriata uygun olan çalışma ve çabalar
mukteza : (birşeyin) gereği
mütelezziz etme : lezzet verme
namus-u İslâmiye-i milliye : İslâmî, millî namus ve onlara ait şeref, haysiyet
neşvünemâ verme : birşeyin büyümesine ve gelişmesine sebep olma
seciye-i avra : bir gözü kör olan seciye; olaylara sadece şahsî çıkar açısından veya sadece dünyevî açıdan bakan seciye, huy
seele : sailler, dilenciler
sefalet : perişanlık, yoksulluk
sevâb-ı uhrevî : âhiret mükâfatı, sevabı
sû-i istimal : kötüye kullanma
şahsiyat : kendini düşünme özelliği
şakirt : talebe, öğrenci
şûristan : çorak ve tuzlu yer
tufan : çok büyük fırtına ve selle gelen felâket