Musa, isrâiloğullarına 'Hakîkaten siz câhillik etmekte olan bir kavimsiniz' dedi

Musa, isrâiloğullarına 'Hakîkaten siz câhillik etmekte olan bir kavimsiniz' dedi

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), A'râf Suresi 137-141. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

137 . (Öteden beri) güçsüz düşürülmekte olan kavmi ise, kendisini bereketli kıldığımız yerin (Şam ve Mısır’ın) doğularına ve batılarına vâris kıldık. Böylece Rabbinin İsrâiloğullarına olan o pek güzel söz, sabretmeleri sebebiyle tamâmen yerine geldi. Fir‘avun’un ve kavminin yapmakta olduğu (sarayları)nı ve yükseltmekte oldukları (köşk ve bahçeleri)ni ise, harâb ettik.

138 . Hem İsrâiloğullarını denizden geçirdik; derken kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Dediler ki: “Ey Mûsâ! Onların nasıl birtakım ilâhları varsa, (sen de) bize (öyle) bir ilâh yap!” (Mûsâ da:) “Hakîkaten siz câhillik etmekte olan bir kavimsiniz!” dedi.

139 . “Şübhesiz ki bunlar (yok mu), kendilerinin içinde bulundukları şey (o bâtıl dinleri) helâke mahkûmdur ve yapmakta oldukları şey bâtıldır.”

140 . “O sizi âlemlere üstün kılmış iken, size Allah’dan başka ilâh mı arayacağım?” dedi.(1)

141 . Hem bir zaman sizi Fir‘avun ehlinden kurtarmıştık; (onlar) sizi azâbın en kötüsüne (evlâd acısına) ma‘ruz bırakıyorlardı. (Yeni doğan) oğullarınızı öldürüp, kadınlarınızı (kız çocuklarınızı) ise hayatta bırakıyorlardı. İşte bunda, (size) Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.

1- “İnsana hakîkî ma‘bûd (ibâdete lâyık hakîkî İlâh) olacak, yalnız herşeyin dizgini elinde, herşeyin hazînesi yanında, herşeyin yanında nâzır, her mekânda hâzır, mekândan münezzeh, aczden müberrâ (berî), kusurdan mukaddes, nakstan (noksanlıktan) muallâ (yüce) bir Kadîr-i zü’l-Celâl, bir Rahîm-i zü’l-Cemâl, bir Hakîm-i zü’l-Kemâl (sonsuz kudret, merhamet, hikmet sâhibi olan Allah) olabilir. Çünki nihâyetsiz hâcât-ı insâniyeyi (insanın ihtiyaçlarını) îfâ edecek (yerine getirecek), ancak nihâyetsiz bir kudret ve muhît (kuşatıcı) bir ilim sâhibi olabilir. Öyle ise, ma‘bûdiyete (ibâdet edilmeye) lâyık yalnız O’dur.” (Sözler, 23. Söz, 109)