Muhsin Kızılkaya: Çocukken dinlediğim hikayeyi Bediüzzaman’ın Risalesinde buldum
Yazar Muhsin Kızılkaya, çocukken dayısından birçok hikaye dinlediğini bunlardan birine de Risale-i Nur Külliyatından Mektubat kitabında karşılaştığını söyledi
RİSALEHABER
Bediüzzaman Said Nursi ile geç tanışmasına hayıflanan Kızılkaya kütüphanesinde yer alan eserleri zaman zaman okuduğunu da söyledi.
“Rahatını kaçırmayan aydın ya da Bediüzzaman’ın odası!” başlıklı HaberTürk’teki yazısından ilgili bölüm şöyle:
BÜYÜLÜ HİKAYELERİN MÜPTELASIYIM ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ
Hikmet dolu, duyanlar, okuyanlar ders alsın, ders alsın da o dersi kendine rehber yapsın; insanı bulunduğu yerden alıp gizemli bir diyara, bilmediği bir yere, çocukların rüyalarında gördüğü, büyüklerin hayalini kurduğu masal ülkesine, sadece seyyah çarıklarının bastığı altın kubbeli, çeşmelerinde şerbet akan çok uzak şehirlere götüren büyülü hikayelerin müptelasıyım çocukluğumdan beri. Okuduğum her kitapta böyle bir hikaye çıksın karşıma isterim.
Doğu anlatılarında bu hikayeler o kadar çok ki...
BİRİLERİ ELİME “SOSYALİZMİN ALFABESİ”Nİ TUTUŞTURDU
Sözlü hikaye dünyasından yazılı hikaye dünyasına geçtiğimde ilk önce karşıma Sait Faik’in hikayeleri çıktı. Hiç birisi dayım Cebrail’in anlattığı hikayelere benzemiyordu. Masal dünyasından gerçek hayatın belirli bir yere açılan kapısından girdiğimde birileri elime “Sosyalizmin Alfabesi”ni tutuşturdu. Kafam oldu kazan. Köy romanları derken, “Felsefenin Temel İlkeleri” kitabı geçti elime ardından. 70’li yıllarda daha çocukken köyde dinlediğim hikayelerin dünyasından fersah fersah uzak bir fikrin tutsağı oldum çıktım. Bunun bir tutsaklık olduğunu da 50 yaşıma gelince öğrendim.
BEDİÜZZAMAN’IN RİSALESİNDE ŞU HİKAYE ÇIKTI KARŞIMA
Belki de yukarıda işaret ettiğim “kendi fikrimin tutsaklığından” olsa gerek mesela 2000’li yılların ortalarına kadar Bediüzzaman’la tanışmadım. Şimdi kütüphanemde elime geldikçe karıştırıyorum onun kitaplarını da. Geçenlerde bir risalesinde şu hikaye çıktı karşıma. Hani çocukluğumdan beri her kitapta karşıma çıksın diye beklediğim hikayelerden…
“Mektubat”ta geçiyor hikaye, şöyle:
Bir zamanlar ehl-i kalp iki çoban varmış. Sürülerini güderlerken acıkmışlar; ağaçtan kaselerine süt sağıp ekmeklerini doğrayıp yemişler. Nasıl olduysa kasenin dibinde bir miktar süt kalmış. Birisi kaval çalmaya başlamış, o kaval çalarken ötekinin uykusu gelmiş. Arkadaşı onu rahatsız etmemek için kavalını süt kasesinin üzerine bırakmış. Bu arada da uyuyan arkadaşına bakmış. Bir sinek gelmiş, uyuyanın burnundan girmiş, öteki burun deliğinden çıkmış, uçarak kavalın deliğine girip çıkmış, uçarak gevenin altındaki deliğe girip kaybolmuş. Sonra tekrar çıkmış oradan sinek, aynı hareketi tekrarlamış. Bu arada uyuyan uyanmış ve arkadaşına, “Ey arkadaş, acayip bir rüya gördüm,” demiş. Arkadaşı “Allah hayır eylesin, ne gördün rüyanda?” diye sormuş. Arkadaşı anlatmaya başlamış rüyasını:
“Sütten bir deniz gördüm. Üstünde acayip bir köprü vardı. Köprü böyle boru gibiydi, pencereleri vardı O köprünün içinden geçtim. Bir meşe ormanı çıktı karşıma, ağaçların uçları hep sivri… Altında bir mağara gördüm, içine girdim, mağaranın içi ağzına kadar altınla doluydu. Acaba rüyamın tabiri nedir?”
Uyanık arkadaşı cevap vermiş:
“Gördüğün süt denizi aha şu çanaktaki süttür. O köprü de aha şu kavalım. Başı sivri meşe ormanı da aha şu gevendir. O mağara da aha şu gevenin altındaki küçük deliktir. Haydi bulalım bir kazma bulalım, sana hazineyi göstereceğim.”
Tez elden bir kazma bulmuşlar. Geveni altındaki delikten kazmaya başlamışlar. İkisinin yedi ceddine yetecek büyük bir hazine bulmuşlar.
MEŞHUR BİR KÜRT DESTANI, “DİMDİM KALESİ DESTANI”NIN GİRİŞİNDE ANLATILIR BU HİKAYE
Hikayeyi anlattıktan sonra Bediüzzaman işin şerh kısmına girişir ki o kısım yazımın meramının dışında kalıyor, merak edenler bulup okuyabilir. Ancak hikayeyi okuyunca, bu hikayeyi çok iyi bildiğimi hatırladım, ta çocukluğumdan beri… Ama bu kez dayım Cebrail anlatmıyordu. Sesi güzel olanlar, soluğu kuvvetli, makam bilen, çokça musikişinas dengbêjler giriyor devreye. Meşhur bir Kürt destanı, “Dimdim Kalesi Destanı”nın girişinde anlatılır bu hikaye. Belki de bu destanı yazan ile Bediüzzaman’ın kaynağı aynıdır bilmem ama Erebê Şemo tarafından Sovyet Ermenistan’ında bundan yarım yüzyıldan fazla bir zaman önce romanı da yazılan, Kürtlerin yaşadığı her yerde beş altı değişik versiyonu olan bu destanın manzum kısmından önce anlatılan hikaye…
BEDİÜZZAMAN, ÇOBAN HİKAYESİNİ ŞERH EDERKEN DER Kİ
Siyasi fikirlerimize olan esaret ve düşünsel konformizme gelince… Bediüzzaman, yukarıdaki çoban hikayesini şerh ederken der ki:
“Meselâ, senin dar bir odan var. Fakat dört duvarını kapayacak dört büyük ayna konulmuş. Sen içine girdiğin vakit, o dar odayı bir meydan kadar geniş görürsün. Eğer desen, ‘Odamı geniş bir meydan kadar görüyorum’; doğru dersin. Eğer ‘Odam bir meydan kadar geniştir’ diye hükmetsen, yanlış edersin”.
Acaba Tanzimat’tan beri bizim sorunumuz bu mu? Düşünmeye değer.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.