Mücahit Bilici, Said Nursi'yi küçük görenlere meydan okudu: Öyle ucuza eleştiremezsiniz!
Akademisyen yazar Mücahit Bilici, Türkiye'deki 'sol'un Said Nursi ile imtihanına dair değerlendirmelerde bulundu. Ruşen Çakır ve Doğan Göçmen'in Medyascope'daki yayınlarını ele alan Bilici, özellikle Göçmen ve onun kafasındaki solculara adeta meydan okudu
Serbestiyet'teki "Said Nursi’yi solcular neden tanımıyor?" başlıklı yazısında Ruşen Çakır’ın “Said Nursi’yi sevmek suç mu?” başlılkı videosuna değinen Mücahit Bilici, "Bu yayın Türkiye’nin en underrated düşünürü hakkındaki yaygın önyargının ve klişe tavırların yarattığı haksız halin bir nevi sürdürülemezliğini yansıtması açısından öğretici. Bu açıdan bir semptom olarak görülmeli. Özgür ve özgün düşünme kabiliyeti olan nadir Türkiyeli insanlardan Sevan Nişanyan da yakın zamanlarda Said Nursi’ye olan saygısını ifade etmişti. Bu insanların ikisi de Said Nursi’ye entelektüel olarak nüfuz etmiş insanlar değil. Fakat Said Nursi’nin tarihsel bir figür olarak harikulade profili ve mert karakteri karşısında şapka çıkarma sorumluluğu hissedecek kadar yakın bir Türkiye okumasına sahip insanlar bunlar. Bazı konularda yüzeysel kalsa da Ruşen Çakır Türkiye’yi okuyan, dini tartışmaları takip eden bir gazeteci. Din ve siyaset sahasında olan bitenler, enkaza dönüşen dini hareketlerin tozu dumanı içinde Said Nursi, Nurculara rağmen, kişilik kalitesiyle, insanî samimiyetiyle parlamaya devam eden bir isim. Çakır’ınki vicdanî bir kanaati ifade ve mesleki tecrübeye dayalı bir hakkı teslim çabası. Said Nursi’nin karakteri ve hayat hikayesi bile tek başına büyük bir saygı uyandıracak bir hikayedir" dedi.
Said Nursi’nin pek anlaşılmayan düşünce dünyasının onun en az şahsiyeti kadar ilginç olduğuna dikkat çeken Bilici, yazısını şöyle sürdürdü:
"Bu ise ne İslamcılara ne de laiklere görünmüştür. Said Nursi’nin geniş kitlelerin ve entelektüel kamuların nazarında böyle opak kalmasının, nüfuz edilemez bir kesafette görünmesinin çeşitli sebepleri var. Bunların başında medrese kökenli baş eğmemiş bir Kürt alim olması dolayısıyla devlet eliyle inşa edilmiş önyargı geliyor. Bunu tipik bir Kürt serzenişi veya basit bir Kürtlük vurgulama teşebbüsü olarak duyacak cahil kulaklar olacaktır (buna kimi Nurcular dahil). Bunların ikisine de tenezzül etmeyen bir bilgi sosyolojisinin ürünü bir tespit olarak not ediyorum bu hususu. Tek parti diktatörlüğünün inşa ettiği bir imajı kıramıyor çoğu insan. Nursi’nin anlaşılmamasının ve hakkıyla tanınmıyor olmasının sebeplerinden biri ve ilki bu.
Ruşen Çakır: Bir solcu olarak Said Nursi'yi takdir etmenin neresi yanlış?
TÜRKİYE’NİN TEK YERLİ DÜŞÜNÜRÜ SAİD NURSİ’DİR
Ancak bundan daha önemli olan ikinci bir sebep Said Nursi’nin orijinal bir düşünür olmasıdır. Evet, onun orijinalliği onun anlaşılmasını ve hazmını zorlaştırmıştır. Hatta diyebilirim ki Türkiye’nin tek yerli düşünürü Said Nursi’dir. Hadi bakalım, işte mesele tam da budur. Orijinal dil ve düşünce karşısında ithal teorilerin mümessilliğine ve basmakalıp literatür tekrarına alışmış bir entelektüel kamunun çaresizliği sözkonusu. Onlar da çareyi Said Nursi’yi obskürantizm ile suçlamakta bulmuşlar. Fakat kim takar kardeşim! Tarih veya kader herkese en sonunda müstehakını dağıtacak bir genişlikte serpildiği için hakikate karşı gösterilen her saygısızlık bir gün beklenmedik yerlerden yırtılır ve hakikat sızar.
Düz bir batılı akademisyen dürüstlüğü ile Said Nursi’yi çalışan Şerif Mardin’e nefret kusan bu cehalet, hasbelkader Said Nursi ve mirasıyla yolu kesişmiş solcu veya ateist insanların Said Nursi’ye dair insaflı değerlendirmelerine de benzer tepkiler gösteriyor. Aynı çevreler en son rahmetli Sırrı Süreyya Önder’in geçmişinde Risalelerle temas etmiş olmasını bir skandal olarak karşıladı. Kitaba, düşünceye düşman insanlar bunlar.
SAİD NURSİ'Yİ DEĞERLİ GÖRME CESARETİ KİTABÎ BİR SOLCU OLMAMALARINDAN KAYNAKLANIYOR
Peki bu tepkilerde sola özgü bir ilave sıkıntı var mı? Bence var. Şunu söyleyebilirim: Türkiye’de solcudan orijinal düşünür çıkmaz ve çıkması çok zordur. Çıksa, solcu kalamaz. Orijinal olmak zorundadır bir düşünür, değilse düşünür değildir. Müslüman olmamış bir sol Türkiye’de orijinal olamaz, Türkiyeli bile olamaz. Neden? Çünkü solun varolmak için Türkiye’ye veya İslam'a ihtiyacı yoktur. Düşünceyi bir bilgi tüketim meselesi zanneden bir cahillik Türkiye’de bu meselenin anlaşılmasına engel oluşturuyor. Halbuki düşünce bir tüketim meselesi değil bir üretim meselesidir.
Türkiye’de düşüncenin ne olduğu bilinmiyor. Bu, modernleşme hastalığına yakalanmış bir toplumun problemlerinden sadece bir tanesidir. Sırrı Süreyya Önder gibi örnekler, yani biyografileri ve zihinleri bu ezberleri kırma lüzumunu hisseden solcular nadiren çıkmıştır. Onların mesela Said Nursi gibi bir figürü sevme veya değerli görme cesareti tam da kitabî bir solcu olmamalarından kaynaklanıyor. Çünkü onlar yerlilikten kendilerini tamamen soyutla(ya)mamış insanlar. Yerlilik ile evrenselliğe çıkışın ikisini birden yapamayan bir solculuk Türkiye’de ve Türkiye’ye yabancıdır. Türkiye’de solcu en fazla ikinci sınıf bir Hollandalıdır. Bu söylediklerimin sol-karşıtlığı ile veya dincilik-laikçilik şablonları ile bir ilgisi yok. Hollandalı olmak da kötü birşey değildir. Bu sadece bir durum tespitidir. Batılı Batılı olduğu için değil, yerli olduğu için değerlidir.
HEGEL, MARX VE FOUCAULT ATATÜRK'Ü SEPETE FIRLATIR, SAİD NURSİ'Yİ MERAKLA İNCELER
Herhangi bir Batılı düşünürü getirin ve önlerindeki masaya bütün aydınlarınızı, ulu önderlerinizi dökün. Bir de Said Nursi’yi koyun. Hegel’i, Marx’ı, Foucault’su otursun masanın başına, hakemlik yapsınlar. Ellerine büyük lokma diye Atatürk verin. Hepsi eline aldığı şeyin en fazla enlightened despot payesi için uğraşmış bir siyasi lider olduğunu anlayıp sepete geri fırlatacaktır. Kendilerinin çok berbat taklit ve tekrarlarıyla gerçek obskürantizmi yaşayan fikir distribütörü aydınlarınızı ellerine verin. Alıp incelediklerinde yüzlerinde hınzır bir tebessümle onlara bakmayı bir zaman kaybı sayıp geri koyacaklar. Ama Said Nursi’yi ellerine aldıklarında merakla inceleyecekler. Dünyaya ve onlara farklı bir şey katan bu adamın söylediği söz, sunduğu perspektif nedir diye onun dilini, bağlamını, düşünme biçimini öğrenecekler. Dünyada Türkiye diye bir yerin varlığını keşfedecekler. Müslüman bir düşünürle tanışmanın, aleme buradan bakmanın entelektüel zevkini yaşayacaklar. Ve onu kendilerine denk bir düşünür olarak Kürdistan ve Anadolu’nun bir felsefi değeri sayacaklar.
DOĞAN GÖÇMEN'İN NURSİ’YE ATFEN DİLE GETİRDİĞİ, ELEŞTİRİ DEMEYE İNSANIN UTANDIĞI ŞEYLER
Doğan Göçmen’e Said Nursi’ye bir düşünce tarzı atfedecek kadar cömert olduğu için teşekkür mü etmeliyiz, yoksa hakkında hiçbirşey, evet hiçbirşey bilmediği bir düşünür hakkında, ezber bir ortaçağ profilini empoze etmek suretiyle tebessüme yolaçan bir karikatür çizdiği için kızmalı mıyız? Said Nursi değil de herhangi bir (hadi Ortaçağ) düşünürü hakkında bile Göçmen böyle bir karikatürü çizmeye cesaret edebilir miydi? Edemezdi. Neden? Evvela, çizeceği karikatürde haklı olsaydı bile böyle bir cesareti gösteremezdi. Zira huzurunda bulunduğu kamu bu ezbercilik karşısında onu huzurdan çıkarır, muhatap bile almazdı. İkinci olarak, böyle bir karikatüre bir düşünce insanını indirgemecilikle mahkum etmenin utancından sakınarak bunu kendisi kendisine yakıştırmazdı. Doğan Göçmen bir Hollandalı olarak Türkiye’yi ve Said Nursi’yi bilmese de en azından ortalama entelektüel adabı biliyor. “Şeyh Said Nursi Cumhuriyete karşı ayaklandı” veya “sobayla konuştu” gibi hezeyanlara yakasını kaptırmıyor. Bu bir başarı ve bir medeni cesaret sayılmalı.
Çakır'ın Said Nursi açıklamasına itiraz eden 'önyargılı' solcu Doğan Göçmen'e cevap
Bu iptidai medeni cesaret felsefe hocası Göçmen’e Said Nursi’nin okunabileceğini ve hatta eleştirilebileceğini söyletiyor. Hangi açıdan? Ateş olmayan yerden herhalde böyle duman çıkmaz diye yüzeysel bir hakkı teslimden dolayı bu kadarlık bir kredi veriyor olmalı. Sağolsun. Yoksa olay mahalline ne damak tadı itibariyle ne de düşünsel olarak intikal etmiş değil.
Burada eleştirilerine tek tek uzun cevaplar yazabilirim. Ortaçağ, yabancılaşma, praksis… Said Nursi’nin iddia ettiği gibi olup olmadığı bile değil konumuz. Bunların hiçbirinin bir eleştiri olamayacağı üzerine tartışabiliriz. Fakat ben burada konuya sadece form itibariyle yaklaşıyorum. Bunların hiçbirisinin Said Nursi’den hareketle geliştirilmiş eleştiriler olmadığını biliyoruz. Yani Nursi ile alakası tesis edilmiş eleştiriler değil. Bir yobazdan hallice statüsü verilen (Ortaçağ referansı bunu sağlıyor) birine jenerik Ortaçağ eleştirileri reçetesi yazmak sözkonusu. O yüzden Said Nursi’nin düşüncelerinin içine bu yazıda gelemeyeceğiz. Biz sadece mektubu yazanın prosedürel hatalarını tespit ile yetinelim.
Nursi’ye atfen dile getirdiği eleştiri demeye insanın utandığı şeyler: Düşünce tarzı “sorunlu” imiş. Niye yav? “Temellendirilmiş sistematik düşünce” değilmiş. İki açıdan yanlış bir iddia: İlki, her düşünce Kant veya Hegel gibi sistematik olmak zorunda değil. Batıda bile bir düşüncenin saygınlık ve kıymeti onun sistematik olmasına bağlanmamıştır. Bu ucuz bir akademik yanılgıdır. Anlamayan da bunu bir eleştiri zannedebilir; değildir. Georg Simmel, mesela, en az Durkheim ve Weber kadar iyi bir sosyologdur. Ama ne akademik hayatı başarılıdır ne de sosyolojik yaklaşımı diğerleri gibi sistematik olmayı seçmiştir. Felsefecilerin yarısı sistem inşasına çalıştıysa, diğer yarısı da (Nietzsche gibi) öyle sistemleri yıkmakla meşgul olmuştur. Sistemsiz düşünce biçimleri felsefeye elbette dahildir. Eğer maziye takılmak bir suç ise bu suçu en çok işleyenler sistematiklik putuna tapanlardır.
AMAN HA, SAİD NURSİ’YE BELKİ SAYGI DUYMAK ZORUNDA KALABİLİRİZ
Şimdi gelelim ikinci açıdan bunun neden yanlış olduğuna. Üstelik bu biraz ironik. Çünkü Said Nursi sayın Göçmen’nin bilmediği üzere ve sandığından fazla bir şekilde epey sistematik bir düşünceye sahiptir. Fakat Göçmen Türkçe bilmediği ve Said Nursi’yi okuyup anlamak gibi bir bedel ödemediği için bunu bilmiyor. Bilmemek elbette ayıp değil. Bilmediğini bilmemek veya kameralar açık değil diye fikir edebini ihlal etmek ayıptır.
Doğan Göçmen, aman ha, Said Nursi’ye belki saygı duymak zorunda kalabiliriz ama düşünceleri saçma demeye getiriyor. Niye? Aristocuymuş. Ereksel sorunlari varmış. Varsayalım Said Nursi Aristocu. E bunun onun düşünürlük statüsü ile ne ilgisi var? Hiç. Aristo’ya veya Thomas Aquinas’a Said Nursi’ye yaptığın muameleyi yapıyor musun? Yapmıyorsun. Yapamazsın. Hem korkarsın hem de utanırsın. Peki Aristoculuk gerçekten bugün gericilik sayılıyor mu? Hayır. Yanlış olduğu düşünüldüğünde bile bu gericilik sayılmıyor. Hele hele felsefi açıdan önemli olmaktan hiç çıkmıyor.
Felsefeci arkadaşımız çağdaş felsefeyi de iyi bilmiyor. Çünkü Marxism gibi görkemli bir iyiniyetin gölgesinde kendi yüzeyselliğini saklamayı başarabilen ucuz bir aydınlanmacılıktır bu tür insanların tutunduğu dal, durduğu yer. Bugünkü felsefe, Aydınlanmacıların o meşhur kibir ve ne oldum delisi hallerine karşı zımnen şunu söyler: Başınıza Ortaçağ kadar taş düşsün. Daha bu hafta ölen Alasdair MacIntyre yahut yakında vefat ettiğinde kıymeti daha bir takdir edilecek olan Charles Taylor gibi çağdaş filozoflar Said Nursi ile benzer bir noktadan aleme bakıyorlar. Kimse de onlara bu karikatür şablonlarla saldırmıyor. Neden? O kadar kolay değil.
DEĞİL SİZİN ELİNE DEVLETİ GEÇİRMİŞ ATATÜRK’ÜNÜZE, BÜTÜN BİR DÜNYAYA KAFA TUTABİLMİŞ BİR ADAM
Said Nursi tek başına açmış bir yabani gül. Müslüman bir Kürt. Kürdistanlı, Türkiyeli, Ortadoğulu. Değil sizin eline devleti geçirmiş Atatürk’ünüze, bütün bir dünyaya kafa tutabilmiş bir adam. Birinci el Hollandalıların bile saygı duyacağı bu adama ikinci el veya taklit Hollandalıların nefretten hallice bir entelektüel basitlikle yaklaşması şaşırtıcı değil. İbn Arabi nasıl en az bir Derrida kadar değerli ise, Said Nursi kendi toplumu ve insanlık için en az ismini zikretmekle başınızın göğe erdiğini sandığınız ve anlamadığınız çoğu batılı filozof kadar değerli bir düşünürdür. Yerli olamadığınız için yerinde duran Said Nursi’ye yakıştırdıklarınız yersiz kalıyor. Hele hele “gelecek zaman” ve şimdisizlik gibi nerden baksan tebessümden fazlasını haketmeyen altı boş hoşluklar. Bu iş Kapadokya’da telos baloncusunun ipi koptuğu için arkhenin ayağı şimdiki zamandan kesildi demekle olmaz.
Said Nursi yalnız ve yabanî olabilir. Ama ava çıkarken dikkatli olmalı. İşaretleri iyi okumalı. Kartalların ve arslanların yalnızlığı avlanabilirliklerine değil etlerinin yenmeyen cinsten olduğuna işaret eder. Heidegger’e obskürantizm, Nietzsche’ye hezeyan yakıştıranlar ofsayta bu yüzden düştü.
SAİD NURSİ ÖYLE UCUZA ELEŞTİRİLEMEZ
Kant’a gösterdiğin saygıyı Said Nursi’ye gösterme cesaretini kendinde bulamadığın sürece ne özgün olabilirsin ne de bu toplumla aynı frekansı yakalayabilirsin. Batıyı gerçekten de iyi bilseydiniz evrensel sandığınız aklın bile o kadar evrensel olmadığını da öğrenirdiniz. Sizi bir Cumhuriyet bitkisi olarak bugüne kadar yeşerten talihsizlik yerli halkın henüz Batıyı bilmiyor olmasıydı. İşte o dönem kapanıyor. Belki Kant ile kıyas etmek suretiyle Said Nursi’nin mertebesini yükselttiğimizi sandığımızı düşünüyorsunuz. Kant’ı veya Marx’ı sevmediğimizi ümit ediyorsunuz. Ama böyle düşünenlere sadece acıyorum ben. Kant da bizim Said Nursi de. Ama Said Nursi’ye profesyonel bir eda ile muhatap olmayı beceremeyenlerin Kant’a (Kant literatürüne bile) bir faydası olmadığı gibi kendi toplumlarına da bir faydası yoktur.
Bitirirken şu hususu da teslim etmek gerekir: Said Nursi’nin düşüncesi henüz profesyonel bir dille Batı toplumlarına ve seküler Türkiye kamusuna (hatta İslamcı kesimlere bile) anlatılmış ve sunulmuş değildir. Bunda benim gibi Nursi fikriyatına hakim insanların sorumluluğu var. Bu konuda bir çalışma yapmayı düşünüyorum. Bu yazıda Nursi’nin düşüncesini anlatmaya girişmedim. Bunu belki başka yazı ve çalışmalarda yapacağım. Şimdilik meydan boş görünse de Said Nursi’nin öyle ucuza eleştirelemeyeceğine dair bir kayıt koymuş olalım.
Yazının tamamı için TIKLAYINIZ


Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.