'Medeniyet fikri'nin neresindeyiz? (3)

Bugünkü konumuz, biri seküler, diğeri İslâmî entelektüel çevrelerde işlenen iki "cinayet".

Seküler Türk entelijansiyasının -sözgelişi- "din" algısı, Batılıların "din" algısı: "Din, bireysel bir inanç meseledir. Din, hayattaki bilim gibi, sanat gibi, dil gibi diğer kategorilerden yalnızca biridir." vs.

Bu din algısı ve tanımı, geç Hıristiyanlığı açıklıyor olabilir. Ama bunun, İslâm için de geçerli olduğunu düşünmek, cinayettir. Bunu, "tartışılmaz doğru" olarak kabullenmek, eğitimden medyaya kadar her yerde dayatmak, entelektüel vandalizm ve terör örneğidir.

Batı-dışındaki bir dünyayı, bir olguyu yalnızca Batılı zihin setleriyle tanımlamakta ısrar etmek, gönüllü entelektüel köleliktir; bunu, farkında olmadan yapmaksa, zihnî körleşme.

* * *

İslâm, kendini, hayatın görünür görünmez bütün alanlarını ihata eden bir biliş, oluş ve varoluş hâdisesi olarak tarif eder. Hâl böyleyken, İslâm'ı hiç olmadığı bir şekilde tarif etmek, eğer ortada kötü niyet yoksa, cehâlet değilse, nedir?

Hiç kimsenin İslâm'ı, başka bir inancı veya inançsızlık sistemini, olmadığı bir şeyle tarif etmeye kalkışma hakkı olmamalı. Çünkü bu, hem insan aklına, hem de -ister nebevî, ister beşerî olsun-, bütün insanlık birikimine saygısızlıktır.

* * *

Aynı cinayetin, "medeniyet" kavramı ve hâdisesi etrafında da işlendiğine tanık oluyoruz. Bu kez, İslâmî çevrelerde: Burada karşımıza çıkan cinayet, "sivilizasyon" kavramının "medeniyet"le özdeşleştirilmesi. Bunun, İslâmî vasat'ın hayatını ve hayatiyetini yitirmesiyle yaşanan zihin ve çağ körleşmesiyle doğrudan ilgisi var.

Oysa çözülme emâreleri gösterse de, üzerinde yaşadığı vasatın İslâmî bir vasat olduğunun idrakinde olduğu için, Osmanlı entelijansiyasının, "sivilizasyon" kavramını, "hadariye" kelimesiyle değil de, -doğrudan "din"le, "medine"yle etimolojik, semantik ve tarihî irtibata sahip- "medeniyet" kelimesiyle karşılamasının temel nedeni burada gizliydi: Vasat, İslâmî bir vasat'tı; zihin de İslâmî idrak ekseninde işliyordu: Erken Meşrûtiyet'te, Ahmet Cevdet Paşa'ların, Filibeli'lerin, İzmirli'lerin, Akif'lerin, Said Halim Paşa'ların, Babanzâde'lerin, Elmalılı'ların, Bediüzzaman'ların başlattıkları entelektüel sıçrama -Teoman Duralı Hoca'nın isabetle dikkat çektiği gibi- adeta bir bıçak darbesiyle tam ortadan kesilip de durdurulmasaydı, bugün çok esaslı bir medeniyet fikrine sahip olabilirdik.

* * *

Tam kıvamını üstad Sezai Karakoç'ta bulan medeniyet fikri, -İslâmî vasat, hayatını ve hayatiyetini yitirdiği için- yeni ufuklara taşınamadı. Ve Batı'da "sivilizasyon"a karşı geliştirilen eleştiriler, aynen "medeniyet" kavramına karşı geliştirildi, sorgusuz sualsiz bir şekilde!

Oysa Batı'da geliştirilen "medeniyet" eleştirileri, medeniyet eleştirileri değil, sivilizasyon eleştirileridir.

Batı'daki sivilizasyon eleştirilerinin üç anadamarı var/dı: Birincisi, modernlikten önceki süreçte Avrupa'nın yegâne hegemonya, meşruiyet ve otorite kaynağını oluşturan Kilise entelijansiyasının, seküler; ikincisi, Marksist çevrelerin, kapitalist; üçüncüsü de, transandantalistlerin, insanın iç dünyasını / ruhunu delik deşik eden "maddeci" Batı sivilizasyonu'na yönelttiği eleştiriler.

Spengler, bu üç damarı da harmanlayarak sarsıcı bir "sivilizasyon" (tercümesi: Fransız kültürü egemenliği!) eleştirisi geliştirdi ve Avrupa'nın geleceğinin "kültür"de (tercümesi: Alman egemenliğinde!) gizli olduğunu göstermeye çalıştı. Türkiye'deki ve dünyadaki İslâmcıların (sadece rahmetli Aliya İzzetbegoviç'in ismini zikredeyim burada) geliştirdikleri sözümona "medeniyet" eleştirileri, aslında Spengler'den -ve Whitehead'den- birebir aşırılmış sivilizasyon eleştirileridir.

Gerçekte, "sivilizasyon" da, "kültür" de, modern uygarlığın farklı görünümleriydi! Sözümona medeniyet eleştirisi yapan İslâmcıların -Cemil Meriç hâriç- "kültür" eleştirisi yapmamaları, dahası, "kültür"ü yüceltmeye kalkışmaları da üzerinde durulmayı hak eden başka bir "garabet örneği"dir.

* * *

Özetle, seküler çevrelerin "din"den, bütün Türk entelijansiyasının ise "İslâm medeniyeti"nden sözederken ve "medeniyet" eleştirileri yaparken, kalkış noktaları yalnızca Batı'dır; (varış noktaları da yine Batı ve Batı'yı burada, tersinden yeniden üretmek ve meşrûlaştırmak olacaktır!): Anlatılan Batı'nın / Avrupa'nın hikâyesidir, bizim değil.

Hâl böyleyken, "İslâm medeniyeti"nden ve "medeniyet"ten sözederken, bu kavramların içeriğinin Batılı zihin kalıplarıyla kodlandığı yakıcı gerçeğinin görülememesi ve hâlâ öznesiz (öznesi biz değil, Batı olan) garabetin garabeti bir tartışma yapılıyor olması, tastamam zihnî sefâlet örneği, traji-komik bir fâciâdır!

Epistemolojik körleşme ve ontolojik yokoluş diye açımladığım semantik intihar, tam da bu işte!

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.