Mavi Marmara’da insanlık vicdanı buluştu

Mavi Marmara’da insanlık vicdanı buluştu

İHH Ankara Bölge Koordinatörü Hanefi Sinan, dernek faaliyetlerini ve Mavi Marmara olayını RisaleHaber’e anlattı…

Dursun Sivri’nin röportajı

Giriş

İHH, İnsan Hakları ve Hizmet Derneği. Ankara merkezli bir sivil toplum kuruluşu. Kamuoyunun bildiği İHH’nin partner kuruluşu. Bağımsız bir dernek ama karşılıklı protokol yaparak müşterek çalışma yapıyor. Resmi olmasa da fiili şube gibi çalışıyor.
İHH’nin Ankara Bölge Koordinatörü Hanefi Sinan’la bir söyleşi yaptık. Kendileri Mavi Marmara Gemisi’nde yer alan hem görevli hem gönüllü yolcularından. Hem İHH’yi tanıyalım ve tanıtalım dedik hem de dünya kamuoyunun dikkatini çeken olaya dair sorularımıza yanıt bulalım dedik. Gerçekten çok büyük fedâkârlıklar örneği ortaya çıkarıyorlar. Paylaşalım istedik.

Sizi tanıyabilir miyiz? Hanefi Sinan kimdir?

Bismillahirrahmanirrahim
Hanefi Sinan. Trabzon Çaykara’lıyım. Uzun süre İHH’da gönüllü ve Ankara İHH’nın takriben dört-üç senedir kuruluşunda da bulunup, bu faaliyetleri hem yerel bazda, hem de uluslararası bazda yürütmek için gayret sarf ediyorum.

Kamuoyu sizi Mavi Marmara Gemisi ile Gazze’ye yardım götürme faaliyeti ile ve malum hadiselerle daha iyi tanıdı. Bu vesile ile İHH’nin faaliyetleri ve amacı gibi çalışmalarını geçmişten günümüze özetleyebilir misiniz?

İHH, kamuoyunda genelde insani yardım amaçlı faaliyetleri ile tanınan bir kurum. Hem Ankara’da yerel de kurmuş olduğumuz İnsan Hakları ve Hizmet Derneği hem de İnsani Yardım Vakfı’nın açılışı itibariyle aslında insani yardımın yanı sıra insan hakları eksenli de faaliyet sürdürdüğünü görüyoruz. Genelde ön plana çıkmamış ve kısaltılmış hali ile İnsani Yardım Vakfı olarak tanımlanmış Türkiye’de. Ankara’da da biz, Ankara İHH olarak sadece insani yardım amaçlı bir faaliyet eksenindeki faaliyetleri yürütüyoruz. Bizim hizmet amacımız, muhtaç insanlara sadece balık ikram etmek ya da kişilere sadece yardım götürmek değildir. Balık tutmayı öğretmenin de ya da balık tutma haklarını insanlara göstermektir.

hanefi_sinan.jpg

“Balık tutmayı öğrenme” bağlamında ne tür faaliyetler yapılıyor?

Gittiğimiz bölgelerde bölge insanı stabilize olmuş durumdalar. Yani durağan, hareketsiz… Somut bir örnek vereyim. Pakistan’daki sel felaketi ile yüzleştiğimizde, çok ağır bir felaket olduğunu müşahede ettik. Sömürge psikolojisi altında olanlar ya da uzun süre sömürge altında yaşamış toplumlar çok stabildir, hareketsiz durağan bir haldeler. Üretkenliği unutmuşlar, ufukları dardır. Bu konuda İHH olarak bölgelere gittiğimizde işlevsel, kısa zamanda basit de olsa acil yardımı faaliyetini hayata geçiren işleri öğretiyoruz. Bölge insanının bireysel gayretleri ile üretken hale dönüşecek projelerin hayata geçirilmesini sağladık. Meselâ, yetimhaneler ile ilgili projeler. Su kuyuları açılması. Su, hayattır. Suyu temin ettiğiniz zaman birçok hayati ihtiyaç karşılanmış oluyor. Doğal olarak su kuyuları projesi onları stabil yani durağan halden hareketli bir hale dönüştürmüş oluyor.

Etiyopya’ya gittiğimde bunu çok somut bir şekilde gördüm. Bir kişi 15 kilometrelik bir yolu su almak için kat ediyor. Doğal olarak ta o kişinin günlük hayatı su alıp, su getirmekle geçiyor. Başka hiçbir iş yapamıyor. Siz ona suyu sağladığınız zaman, aynı suyla üretken hale geliyor. Bir şeyler ekip dikmeye bir şeyler üretmeye başlıyor.

Daha farklı bir şey söyleyeyim. Kadınlara yönelik projelere vesile olduk. Kadınların eğitimine ve üretkenliğine yönelik merkezler açtık. Gençlerle ilgili de hem eğitimine hem de onların daha iyi, bölgelerine faydalı hale dönüştürebilecek merkezlerin açılmasına vesile olan projeler üretildi. Gittiğimiz her bölgede buna benzer projeler için fizibilite çalışmaları yapılıyor. Özellikle Kurban Bayramı, bunun için özel günlerden biri.
 
Fizibilite çalışmaları çerçevesinde üretilen projeler, İHH Genel Merkezimize sunuluyor ve bunlar kabul edildiği takdirde hayata geçiriliyor. Bölge insanı da kendisi bir şey yapabilmenin hazzını ve o ‘hiçbir şey yapamam, elimizden bir şey gelmiyor’ psikolojisinden kurtuluyor. Onların da bir şey yapabilirlikleri ortaya çıkmış oluyor.

Buralara yardım yaptığınız bölglere ne kadar zaman ayırabiliyorsunuz? Uluslararası bir vakıfsınız. Projelerinizi şubeleriniz ve temsilcilikleriniz aracılığı ile mi gerçekleştiriyorsunuz? Veya buradan mı yürütüyorsunuz?

Şöyle söyleyeyim. Bu konuda İHH’nin oturtmuş olduğu gerçekten hoş bir yöntemi var. Partner kuruluşlar ile çalışıyoruz. Yani gittiğimiz her bölgenin insanı ile çalışıyoruz. Bölge insanını hareketli hale getiriyoruz. Bölge insanı kendi kendisini idare edecek, kendi kendisini mobilize edecek hareketliliğe kavuşunca, onlar kendi eksenlerinde bir cemaat, vakıf ya da bir STK profili ile hareket etmeye başlıyorlar. Karşılıklı olarak biz proje götürüyoruz, onlar da bu projeleri hayata geçiriyorlar. Onlar proje üretip bize getiriyorlar. Biz bu projeyi inceliyoruz, işlevsel ise kabul ediyoruz ve hayata geçirmeye çalışıyoruz. Böylece onların da kendi içlerinde organize olmalarına vesile oluyoruz. Hem de üretken hale dönüşmelerine bununla birlikte vesile olmuş oluyoruz.

Partnerleriniz sadece insan kaynakları olarak mı size yardımcı oluyor? Maddi kaynak noktasında partner bulabiliyor musunuz?

Aslında onları üretken hale dönüştürdüğümüzde, biz bir ürettiğimiz zaman onlar hareketli hale geldiklerinde bir harcayıp on ürettiğimizi görüyoruz. Doğal olarak onlar aslında bize maddi olarak katkı sağlıyorlar. Yani bizim oraya götüreceğimiz yardım daha önce bir iken, onları üretken hale dönüştürdüğümüzde bu yardımın on olduğunu görüyoruz. On götürmüyoruz ama on birim yardım yapılmış gibi ortaya bir sonuç çıkıyor.

Üretince kazanıyor.

Tabi oradaki insanlar, kendi eksenleri çerçevesinde kapsam alanlarını genişletmiş oluyorlar. Mesela; Pakistan’daki çalıştığımız partner kuruluşta çok somut bir şekilde gördüm. Oradaki Hubeyd Vakfı, kendi ekseninde, bu çalışmalar yoğunlaşınca kapsam alanını genişletti. Doğal olarak da kendi bölgesinde de yoğun bir şekilde yardım almaya başladı. Hem biz onlarla birlikte ortak proje yürütüyoruz hem de kendisi kendi ülkesinde yardım alacak kaynakları tespit edip, oralardan da yardım alabiliyorlar.

Siz, o zaman usul ve yöntem noktasında da destek oluyorsunuz.

Evet, tabi ki. Bu çok önemli bir husus. Organize olmak ve bu usul ve yöntemleri, tecrübelerimizden faydalanmalarına vesile olacak sunumlar yapıyoruz. Bunlar önemli. Çünkü az önce de ifade ettiğim gibi, İslam Coğrafyası, son iki yüz yıldır ciddi manada stabil, durağan hale dönüştürülmüş.

Stabili herkes olumlu algılayabilir ama bunu durağan, üretmeyen gibi algılamamız lazım, değil mi?

Tabi…

Stabilite, istikrar olarak ta algılanır. İstikrar olunca sorun yok gibi algılanmasın.

Efendimiz (a.s.m)’in bir hadis-i şerifi var ya “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır” buyuruyor. Doğal olarak da hiç kimse aslında stabiliteden müspet bir şey algılamaması gerekiyor.

Projelerinizden birkaç örnek verebilir misiniz? Yani küresel çapta hangi orijinal projeleri gerçekleştirdiniz?

Biz bu yapının içine girdiğimizde, bu kadar çeşitlilik olacağını biz hiç düşünmemiştik. Ama çok ciddi manada çeşitlilik oranı arttı. Ama spesifik anlamda çok özel projeler üretildi, Elhamdülillah. Bunlardan bir tanesi Yetim Projesi. Çok özel bir proje. Efendimiz (a.s.m) diyor ya “Gerek kendisinin gerek başkasının olsun bir yetimin gözetimini üzerine alan kimse, benimle birlikte şu şekilde cennettedir” ibaresini esas alan, bunun üzerinden kurgulanan bir proje.

Hangi ülkelerde gerçekleştirdiniz bu projenizi?

Özellikle savaş ve afet bölgelerinde bu projeyi yürütmeye gayret sarf ettik. Hamdolsun bunda da başarılı olduk. Bu proje, İslam Coğrafyasında mazlum olan yetim çocukların kullanımının, istismarının önüne geçecek çapa da ulaştı.

Ne demek bu? Biraz daha somutlaştırırsak; özellikle mazlum coğrafyalardaki Müslüman çocukların organ mafyası ve misyoner faaliyetleri ile ilgili kullanıldıklarını aslında kulağımıza gelen hadiseler oldu. Bunları burada çalışan İHH ekipleri izlemişler ve gözlemişler. Doğal olarak da bölgedeki yetimlerin sahiplenilmesi ve o yetimlere yönelik de bir açılım sergilenmesi gerekiyordu. Bununla ilgili, özellikle bundan önceki Pakistan Depremi’nde bu konuyu yoğun bir şekilde gündeme taşıdık. Pakistan Hükümeti kimsesiz çocukların yurt dışına çıkmalarını yasaklamıştı. Bu vesile ile biz de çok daha somut projeler talebini karşıladık ve yetimhaneler kurmaya başladık. Şu an Pakistan’da yetim kolejlerimiz var. Kolejlerde çocuklar hem bu mekânda kalıyorlar hem de eğitimlerini sürdürüyorlar. Ve o okula dışarıdan da öğrenci kabul ediliyor. Ve o öğrencilerin imkânları da ve geçişlerinde sağlanan gelirleri de yetimhanenin masraflarında kullanılıyor. Kendi içinde az da olsa çarkını çeviren, bu arada dışarıdan bizim de desteklerimizle ayakta durabilen yetimhaneler oluşturduk.

hanefi_sinan-(1).jpg

Aile ortamından ayrı olmanın eksikliği nasıl telafi ediliyor? Tabi yetimhaneler aile ortamı ile eş değer olmaz. Ancak aile sıcaklığına yakın bir ortam sağlamak için psikolojik destek ve şefkat iklimi nasıl sağlanıyor?

Onu da anlatayım. Orada görevli, hem rehberlik danışmanlık hizmetleri veren hem pedagojik hizmetler sağlayan görevliler var. Öğretmenler eşliğinde bunlar yürütülüyor. Ancak temel prensibimiz şu: Birinci dereceden yakını pozisyonunda yetim varsa onları zaten ailelerinden ayırmamak için gayret sarf ediyoruz. Maksadımız, illa yetimhane yaparak yetimleri orada toplamak, barınmalarını sağlamaya yönelik değil. Hiç kimsesi olmayan, ortada kalmış, çok büyük afetlerde bu durum çok somut bir şekilde ortaya çıkıyor. Ailenin büyük bir bölümü yok olmuş, kimsesi yok, var olanlar da ona bakacak durumda değiller. Ya da savaşta bölgelerinde uzaklaşıp mülteci pozisyonda kalan çocuklarlar için yetimhaneler. Onun dışında 17 bin civarında yetim var. Bu yetimlerin çoğunluğuna ailelerinin yanında bunlara bakıyoruz. Aylık 70 TL veriliyor. Bunları da sponsorlar karşılıyor. Bu 70 lira düzenli olarak bir yıl boyunca ödeyip, bu yetimin iaşesini, ihtiyaçlarını karşılanmış oluyor. Biz de o yetime bu vesile ile her ay o yardımları ulaştırıp, o yetim çocukların daha sağlıklı daha rahat ve biraz daha insana yakışır şekilde yaşamalarına vesile oluyoruz.

Yetim Projesinin başlangıcından ne kadar zaman geçti? Ya da onlardan çıkan, mezunlar var mı?

Bu Yetim Projesi çok uzun soluklu bir projemiz değildi. Son dönemlerde, son altı yıldır ortaya koymuş olduğumuz ve somut adımlar attığımız projedir. Bu altı yıl içinde Türkiye içerisinde de yardım yaptığımız yetim sayımız arttı. Biz Ankara yerelinde de şu an yetmiş tane yetimimiz var. Bu konuda özel baktığımız yetmiş tane yetimimiz var.

Kurumsal bir yeriniz var mı bunlar için?

Var. Yetim birimimiz var ve hanımlar özellikle yetimlerle ilgileniyorlar. Çünkü yetim çocuklar genelde ya babaannelerinin yanında kalıyor, babaları vefat etmiş çocuklar oluyor. Aile ortamında babanın olmadığı bir durum söz konusu. Doğal olarak ta buradaki hanım komisyonlarımız yetim çalışmaları ile ilgileniyorlar. Şu an Ankara’da 65-70 civarında, en son rakamını bilmiyorum, yetim var. Bu sayıyı arttırmaya devam edeceğiz İnşallah. Bunu yaparken az önce bahsettiğimiz sorunları aşarak yapmamız gerekiyor. Yani kaliteyi düşürmeden yapmayı hedefliyoruz.

Bu konudaki yasal mevzuat noktasındaki prosedürleri nasıl aşabiliyorsunuz? Veya öyle bir kamu kolaylığı var mı? Mesela Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun da benzeri yuvaları ve yurtları var. Onların bir mutabakatı gerekiyor mu?

Biz tabi ailelerinin yanında kalan yetimlerle ilgilendiğimiz için yasal bir prosedüre gerek kalmıyor. Doğal olarak da ailelerin tasarrufunda kalıyor. Ailenin talebi çerçevesinde ya da ailenin bu konuda izniyle bu işi çok rahat çözebiliyoruz.

Biz İHH’yi Mavi Marmara gemisi teşebbüsüyle ve dünya kamuoyuna oradaki, Gazze’deki bir zulmü nazara vermesiyle daha yakından tanıdı. Birçok yardım kuruluşları gibi çalışmaları vardı. Siz de bu Mavi Marmara yolcususunuz. Olayı bir de bizim için özetler misiniz? Bunun sizin kuruluşunuza olan ve dünya genelindeki yansımaları nasıl oldu? Türkiye’deki yansımaları ve size gelen geribildirimler nasıl oldu?

Konuşmamızın başında da ifade ettiğim gibi hem insani yardım amaçlı hem de insan hakları eksenli bir çalışma idi aslında Mavi Marmara Gemisi. Bu sefere hem insan hakları eksenli aktivistler, kanaat önderleri katıldı. Hem de insani yardım amaçlı yardımda bulunanlar bu seferin içerisindeydi. Yurt içinden ve yurt dışından birçok Sivil Toplum Kuruluşu temsilcisi, kanaat önderi, siyasi parti temsilcisi ve gönüllü katıldılar. Bunların içerisinde farklı dinlere mensup insanlar da vardı. Hıristiyanlar vardı. Kendinin ateist olduğunu ifade eden insanlar vardı. Çoğunluğu da Müslümanlardan oluşmuştu. Vicdan sahibi insanlarla Müslümanların bir araya geldiği ve dünyanın vicdanının bir noktada buluştuğu bir seyahatti.

Oradaki katılımı kampanya ile mi sağladınız? Yoksa herkes kendi gönüllü “ben buraya katılacağım” gibi spontane bir durum mu oluştu?

İHH’nin background’ı çok geniş. 19 yıllık bir background’ı, arka planı var, Bosna Savaşı ile başlayan. Doğal olarak da kriz bölgelerinde çalışmaya başladığınız zaman muhatap kitleniz de bu çerçevede oluşuyor. Yani insani yardım amaçlı yeryüzünün farklı ülkelerinden gelip de çalışma yapan, ya da insan hakları eksenli çalışma yapan kurumlarla sürekli görüş alışverişleri ve sürekli ilişki içerisinde olunuyor. Ve İHH, zaman zaman bu gruplarla sempozyumlarda bir araya geliyordu. İHH’nin kendi tertiplediği sempozyumlar da var bu çerçevede. Mülteciler ile ilgili sempozyum, Mescid-i Aksa sempozyumu, Balkanlar ile ilgili sempozyum, Doğu Türkistan ile ilgili sempozyumlar gibi. Sempozyumlarla uluslararası ilişkiler içerisinde bulunduğumuz birçok kurum ve kuruluş var. Bu kapsamda bu kuruluşlarla sürekli irtibat halindeyiz. Biz ondan önce de yani bu Mavi Marmara Gemisi ile yapılan insani yardım çalışmasından önce de Gazze’ye yönelik insani yardım çalışmalarımızda muhatap olduğumuz, birlikte hareket ettiğimiz kurumlar vardı. Ondan 4 ay önce de biliyorsunuz bir konvoyumuz olmuştur. İngiltere’den başlayıp Avrupa’yı kat eden ve Mısır’dan geçiş ile ilgili bir konvoyumuz vardı. Bu konvoya da birçok Avrupalı ve Uzak Doğu’dan, Orta Doğu’dan sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri ve katılımcılar da vardı bunun içerisinde. Göz ardı edilmemesi gereken konu bu. Yani bu sürecin içerisinde hiçbir şey spontane gerçekleşmedi. Bu ilişkiler tamamen özel bir çalışmanın, bir gayretin neticesinde gerçekleşti. Allah’ın bir bereketi de tecelli etti.

Uluslararası sularda böyle bir sert tepkiyi bekliyor muydunuz?

Hayır. Yani böyle bir şey beklemiyorduk tabii ki.
Niye beklemiyorduk?
Şunu düşündüğümüzde beklemiyorduk:
Kamuoyu ile çok yoğun bir şekilde paylaşılmış bir konu bu. Ve bütün dünya kamuoyunun dikkati çekilmişti. Geminin içerisinde sadece Müslümanlar olsaydı belki bu vahşete yönelik bir beklenti gözükebilirdi işin açıkçası. Ama bunun dışında farklı ülkelerden, gruplardan da insanlar vardı. Bütün dünyayı İsrail bu şekilde karşısına alacak kadar “akılsızca hareket edebileceğini” düşünmedik işin açıkçası.

hanefi_sinan-(2).jpg

Sonuçları itibariyle beklentinin üstünde bir olumlu kamuoyu oluşmasına vesile oldu denilebilir mi?

Elhamdülillah. Kesinlikle. Kurbana giden arkadaşlarımız farklı ülkelerdeki bu konuyla ilgili duygu ve düşüncelere ortak oldular. Yani Mali’deki Müslüman, Mavi Marmara olayından çok etkilenip, Afrika’nın ortasında, dünyanın en fakir ülkesinde eylem yapmış, tepkisini göstermiş. Mali’de şehrin ortasına bir tarafına Mescid-i Aksa, bir tarafına da Filistin’i andıran bir anıt yapmaya vesile olmuş. Dünyanın her tarafında müspet bir tepki oluşuyor. Hamdolsun Dünya vicdanı aslında bu hareketle bir ortak payda oluşturmuş. Ve Müslümanlar bu konuda nerede durduklarını yeniden sorgular hale gelmiş. Bizim buraya 15 gün önce Gazze’den gelen bir heyet vardı. Gazze’nin üst düzey yönetim heyetinden bir grup. Burada farklı sivil toplum kuruluşları ve kamu kuruluşlarıyla temaslar yapmak için gelmişler. Onlarla sohbet ettiğimizde bize dediler ki:

“Biz, bu konuyu bir milat olarak kabul ediyoruz. Bu Mavi Marmara olayına kadar bize dünyadaki herkes diyordu ki ‘siz dünyada yalnız kaldınız, ölmeye mahkûmsunuz, siz yok olacaksınız ve kimsenin kılı kıpırdamayacak ve size hiç kimse yardım etmiyor, sizin tarafınızda kimse yok’ gibi psikolojik bir baskı altındaydık. Bu olaydan sonra gördük ki aslında dünyada bizim yanımızda o kadar çok insan varmış ki. Bizim yanımızda, bizimle beraber o kadar çok büyük halklar varmış ki. Bu bize çok büyük bir cesaret verdi.” dediler

Yol arkadaşlarınızdan ‘Yahu nereden geldim, böyle düşünmemiştim ben’ gibi diyen birileri oldu mu? Olmamıştır ama…

Aslında güzel bir soru. Dışarıdan bakıldığında bunun olabileceği düşünülebiliyor, sizin açınızdan. Ama ben size enteresan bir şey söyleyeyim. Aramızda Hıristiyanlar vardı, kadınlar vardı. Emin olun hiç kimseden böyle bir kelam işitmemekle birlikte şehitlerin arasında -aramızda dört tane şehit vardı, daha sonra diğerlerinin şehit olduğunu öğrendik- olmasına rağmen ve kadınların da o şehitleri görmüş olmasına rağmen en ufak bir refleks, tepki gösterilmedi. Hatta çok daha enteresan bir şey söyleyeyim. Basın mensuplarından da ben duymadım. Gemide bir sürü basın mensubu insan vardı ve işi gereği gelmişlerdi. Onlar bile oradaki, Allah -sekine denir ya- o toplum üzerine bir sekine indirmişti. Bu sekineden herkes payını almıştı işin açıkçası. Ve İsrail, oradaki insanları esir alırken ve esir aldıktan sonra muameleleri karşısında bile herkes izzetli bir ruh, tutum sergiledi. En ufak bir korku belirtisi, en ufak bir sıkıntı, en ufak bir “tüh, keşke, vah vah” diye bu tür bir halet-i ruhiyeye bürünmedi hiç kimse. Hatta ben kendi özelimde ifade edeyim. Biz İstanbul’a geldik, gün boyu İstanbul’daydık. Gece otobüsümüzü beklerken, otobüse bineceğimiz zaman terminalde televizyon haber programlarını seyretmeye başladık. O zaman bu refleksler televizyon programlarının bir yansımasıyla başladı bizde. ‘Allah Allah nasıl bir olayın içerisindeymişiz biz’ demeye başladık.

Şöyle denebilir; şokta mıydınız? Hayır, son derece şuurumuz yerindeydi, aklımız başımızdaydı ve adımlarımızı sağlıklı bir şekilde attık. Orada uzun saatler sorgulandık. Bu sürecin içerisinde kalbimizi mutmain kılan, yaptığımız işin hak olmasıydı.

Türkiye Hükümeti’nin yakın ilgisi oldu. Orada sizin bırakılmanız, bir arada tutuluşunuz, sonra uçakla gönderilmeniz. Orada Türkiye Hükümeti’nin etkisini hissettiniz mi?

Tabii, devlet olmanın bir etkisi üzerimizde hissedildi şüphesiz. Hatta Sayın Davutoğlu’nun ikinci hamledeki etkisi hissedildi. Bu konuda gerçekten çaba gösteren herkese de teşekkür ederiz.

Ancak şunu da ifade etmek lazım, bunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Yüzde yüz haklı olduğumuz bir meselenin içerisinde, özellikle uluslar arası karasularda seyreden herkesin güvenliği uluslar arası normların sorumluluğu altındadır, uluslar arası değerlerin sorumluluğu altındadır. Uluslar arası insan hakları savunucularının, uluslar arası ilişkiler içerisinde olan devletlerin, herkesin sorumluluğu altındadır. Doğal olarak da bize 74 milde yapılan bu saldırıda hem Türkiye Cumhuriyeti bu sorumluluğunu o aşama içerisinde hem de uluslar arası bu konudaki kuruluşlar, Birleşmiş Milletler bu sorumluluğunu yerine getirmeliydi. Onu da ifade etmek istiyorum.

Birleşmiş Milletler’in birçok kararını İsrail kaale almadığı için, oradaki davranışına da kaale almayacağı gibi bir algı da vardı ilk başta. Yani dinlemezler, alır götürür denildi.

Aslında Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla, bu süreç içerisinde her alanda bunu planlamadığımız neticeler ortaya çıktı. Bizim hüsn-ü zanla planladığımız durumlar vardı, insani yardım amaçlı kısmıyla. Ama geri kalan kısma Cenab-ı Hak o kadar güzel planlamış ki… Bizden en ufak hata yapacak bir şey çıkartmadı Şükürler olsun. Ve bütün dünya kamuoyuna canlı yayınla ifşa edilmiş olması, delillerin anında bütün kamuoyuna canlı yayınla verilmiş olması, İsrail’in delillerin karartılma çalışmalarının ifşa edilmiş olması, yani “yüzde yüz haklı” pozisyonda olmuş olmamız, artık bu işin göz ardı edilemeyeceği kanaati onlarda da hâsıl oldu. Fakat yine de şu bir gerçek. Yüzde yüz haklı olmuş olmamıza rağmen bu alan üzerinde yine de henüz adalete dair bir şey önümüze çıkmadı.
Ama götürdüğümüz yardımların büyük bir bölümü yerlerine ulaştı.

Onu soracaktım. Diğer gemiler de vardı. Yani yolcu olmayan gemiler de vardı. Bunların akıbeti ne oldu? İnşaat malzemeleri ulaştırılamadı, engel çıkartıldı vs. gibi haberler doğru mu?

Birleşmiş Milletler bu konuda garantör oldu. Burada yapılması gereken daha önemli konular vardı. Nedir o?

Burada 600’den fazla insanın mağduriyetleri söz konusu. Bu mağduriyetlere yönelik hukuki sürecin bir an önce sonuçlanıp, cezai müeyyidelerin uygulanması. Eğer yeryüzünde siz suç ve ceza yöntemini dikkate almaz, adaleti tesis edemezseniz ve bunu zamana yayıp, bunun üzerini örter gibi, yani “Hey! Bak kötü çocuk, senin yüzünden oldu bunlar, bir daha böyle olmasın” demekle olacak işler değil bunlar.

Sizi tebrik ediyoruz. Teşekkür ederiz bize zaman ayırdığınız için. Başarılarınızın devamını dileriz. Sizin başarılarınızı RisaleHaber aracılığı ile paylaşmayı sürdüreceğiz. Bir haber sitesi olara RisaleHaber’e önerileriniz neler olabilir?

Sizin hedef kitle olarak yeryüzü coğrafyasında mazlumları ve bu konuda inananları bir bütün olarak almış olmanız bizi son derece mutlu etti. Dar bir kapsamda kamuoyunu bilgilendirmeye yönelik spesifik anlamda bir açılımdan ziyade, geniş alanlara hitap eden, hizmet alanını genişletmiş bir şekilde herkesi kapsayacak “ümmet olma” refleksini gösteren bir site olarak gördük. Hamdolsun. Biz de sizi tebrik ederiz.

www.RisaleHaber.com