Kur’ân’ı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa kalblerinin üstünde kilitleri mi var?

Kur’ân’ı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa kalblerinin üstünde kilitleri mi var?

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Muhammed Suresi 22-24. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

22 . (Ey münâfıklar!) Demek iş başına geçecek olursanız, yeryüzünde fesad çıkaracak ve akrabâlık bağlarını koparacaksınız, öyle mi?

23 . İşte onlar o kimselerdir ki, Allah onlara lâ‘net etmiştir. Sonra (bu isyankâr hâllerine binâen) onları sağırlaştırmış (*) ve gözlerini kör etmiştir.

24 . (Onlar) Kur’ân’ı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbler(inin) (**) üstünde kilitleri mi var?

(*) “Kulaktaki zar, nûr-ı îmân ile ışıklandığı zaman, kâinâttan gelen ma‘nevî nidâları (sesleri) işitir. Lisân-ı hâl (hâl dili) ile yapılan zikirleri, tesbîhâtları fehmeder (anlar). Hattâ o nûr-ı îman sâyesinde, rüzgârların terennümâtını (hoş seslerini), bulutların na‘ralarını, denizlerin dalgalarının negamâtını (nağmelerini) ve hâkezâ (bunun gibi) yağmurlardan, kuş vesâire gibi her nevi‘den Rabbânî kelâmları ve ulvî (yüce) tesbîhâtı işitir. (...) Fakat o kulak, küfür ile tıkandığı zaman, o lezîz, ma‘nevî yüksek savtlardan (seslerden) mahrum kalır. Ve o lezzetleri îrâs eden (bırakan) âvazlar, mâtem seslerine inkılâb eder (döner). Kalbde, o ulvî hüzünler yerine, ahbâbın fıkdânıyla (kaybedilmesiyle) ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle (bir sâhibin olmamasıyla) nihâyetsiz vahşetler (yalnızlıklar) ve sonsuz gurbetler hâsıl olur.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 64)

(**) “Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağına benzer) bir et parçası değildir. Ancak bir latîfe-i Rabbâniyedir (İlâhî hakîkatleri zevk eden bir duygudur) ki, mazhar-ı hissiyâtı (hislerinin göründüğü yer) vicdan; ma‘kes-i efkârı (fikirlerinin aynası) dimağdır (beyindir). Binâenaleyh o latîfe-i Rabbâniyeyi tazammun eden (içine alan) o et parçasına kalb ta‘bîrinden şöyle bir letâfet çıkıyor ki; o latîfe-i Rabbâniyenin insanın ma‘neviyâtına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin (maddî kalbin) cesede yaptığı hizmet gibidir. Evet nasıl ki bütün aktâr-ı bedene (bedenin her yerine) mâü’l-hayâtı (hayat suyu olan kanı) neşreden o cism-i sanevberî bir makine-i hayattır ve maddî hayat onun işlemesiyle kāimdir. Sekteye uğradığı zaman cesed de sukūta uğrar. Kezâlik o latîfe-i Rabbâniye, âmâl ve ahvâl ve ma‘neviyâtın hey’et-i mecmûasını hakîkî bir nûr-ı hayat ile canlandırır, ışıklandırır; o nûr-ı îmânın sönmesiyle mâhiyeti, meyyit-i gayr-ımüteharrik (hareketsiz bir ölü) gibi bir heykelden ibâret kalır.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 71-72)