Kardeşliğin 5 şartı
Müslümanlar olarak halimiz pek iç açıcı değil.
Süleyman Sargın'ın haberi:
Umumi ahvale bakıldığında Müslüman’ın yaşadığı yerlerin çoğunluğunda savaşlar, zulümler, haksızlıklar var. Böyle olunca çare arayan, çözüm öneren, akıl veren de çok oluyor. Nutuklar çekiliyor uzun uzun. Yazılar yazılıyor sayfalar dolusu. Bazen mitingler düzenleniyor, organizasyonlar yapılıyor. Hepsinin bir faydası var elbette ama gözden kaçırılan önemli hususlar da yok değil.
Müslümanlar olarak “kardeş” olduğumuzu unutuyoruz mesela. Üstelik bu kardeşliğin Kur’an’ın tabiriyle “ana baba bir karındaşlık” boyutunda olduğunu ve içinde pek çok hak ve vazife barındırdığını da. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde, birbirimiz üzerindeki haklardan ve vazifelerden bahsediyor.
“Müslüman’ın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır” buyuruyor. Yerine getirilmediği takdirde karşılıklı hak ihlalinin söz konusu olacağını kastediyor. Söylediği beş mesele bir Müslüman’ın diğeri üzerindeki hakkı olduğu kadar vazifesi de aynı zamanda. İlk bakışta detay gibi gelen ama aramızdaki kardeşliği temin ve tesis edecek önemli hususlar bunlar.
İlk olarak “sana selam verenin selamına karşılık vermek” diyor Nebiler Serveri. Kur’an da “Size bir selam verildiği zaman ona daha güzeliyle veya en azından aynı şekilde mukabelede bulunun.” (Nisa/86) buyurarak selamlaşma adabıyla ilgili önemli bir hususu hatırlatıyor. Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir başka hadislerinde “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de tam manasıyla iman etmiş olmazsınız. Size, birbirinizi sevmeniz için yapmanız gereken bir şeyi söyleyeyim mi? Aranızda “selâmı” yayın.” buyuruyorlar. Kardeş olmanın farzı birbirini sevmek ise, o sevginin tahakkuku da ancak çokça selamlaşarak mümkün oluyor.
Her sabah birbirimize Allah’ın selamıyla dua etmek, hayırlı bereketli günler dilemek, çocuğu olana “Allah bağışlasın”, cenazesi olana “Allah rahmet eylesin” demek ne büyük bir kardeşlik vesilesidir! Selam duadır aynı zamanda. Bir iyilik niyazıdır muhatabına. Selamlaşmak, dualaşmak demektir. Birbirine sürekli dua eden, hayır dileyen insanlardan oluşan cemiyetlerde tefrika, kavga, gürültü olur mu? Bir sahabi, Efendimiz’e sorar bir gün: “Güzel ve hayırlı Müslümanlık nasıl yaşanır Yâ Resûlallah?” Cevap kısa ve nettir: “İnsanlara yemek yedirip ikramda bulunman ve tanıdığın tanımadığın herkese selâm vermendir.” İnsan ayırt etmeden selam vermek, iyi Müslümanlığın tezahürü olarak anlatılıyor Nebî dilinde.
Selamın Allah katındaki değeri de çok yüksektir. Nisa Sûresi 94. âyet-i celîlede “Sana selam verene ‘Sen Müslüman değilsin!’ deme” buyrularak selamın imana delaletine vurgu yapılıyor. Her gün birilerine hain, münafık, satılmış, ajan vs. diyen Müslümanlar bu ayeti neden hatırlamazlar acaba! Bunca hakaret ve iftiranın yerine selamı koymayı neden düşünmezler!
Selama Allah bu kadar kıymet verirken, İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) onu, Müslümanlığın alameti olarak görürken selama ve selamlaşmaya ilgisiz kalmak ağır bir vebal olsa gerek. O halde selam vermek bir vazife, verilen selama aynıyla veya daha güzeliyle mukabelede bulunmak da üzerimize terettüp eden bir haktır. Selamını almadığımız Müslüman’ın üzerimize hakkı geçmiş demektir.
Hadiste zikredilen ikinci husus “hasta ziyareti”dir. Bir kudsi hadiste mahşer günü Allah Teâlâ ile kulu arasında geçen bir konuşmadan bahsedilir. Allah, kuluna “ben hastaydım ama sen beni ziyaret etmedin” der. Kul şaşırır, “Yâ Rabbi, bütün hastalara şifa veren Şâfî sensin. Sen nasıl hasta olursun ki!” Allah cevap verir, “Filan kulum hastalandı ve sen onu ziyaret etmedin!” Konunun Allah katındaki yerini bundan daha iyi anlatan bir şey var mı bilmiyorum.
Üçüncü bir konu da “cenazeye iştirak etmek”tir. Bu sadece insani bir görev değil, kardeşlik hukukunun gerektirdiği bir sorumluluktur. Vefa borcudur. İnsanın annesi bir kere ölür, babası ve diğer sevdikleri de. Ve o gün gözler dostları, arkadaşları, abileri arar. Üzüntüye ortak dertli gönüller teselli verir insana. Aynı zamanda cenazeye iştirak, vefat edene hüsnü şehadette bulunmak manasına da gelir. Fiilen o insanın iyi bir kul olduğuna şahitlik etmektir.
Dördüncüsü de “davete icabet etmek”tir. Davet almak da selam almak gibidir. Karşı tarafın size verdiği değeri gösterir. Davete icabet etmek de selama karşılık vermek gibi kardeşliği pekiştirir. Düğünlere, toplantılara, yemeklere, mutlu günlere davet edilmek icabet etmeyi gerektirir. Üzüntüyü paylaşmak kadar, sevince ve mutluluğa ortak olmak da bir vazife ve haktır.
Hadiste zikredilen son husus da, yanımızda hapşırana “Yerhamükâllah-Allah sana rahmetiyle muamelede bulunsun” diye dua etmektir. Bir hapşırmayı vesile kılarak Müslüman kardeşi için rahmet ve merhamet dilemek ne müthiş bir muhabbet vesilesidir. Bu duaya mazhar olan kişinin, “Yehdînâ ve yehdîkümullâh-Allah bizi de sizi de hidayette daim kılsın” şeklinde mukabelede bulunması da bu kardeşlik bağına bir düğüm daha atmak kadar önemli ve kıymetlidir.
Efendimiz’in ümmetine bir görev olarak hatırlattığı bu hususları bizler kendi aramızda tam manasıyla ihya etmeden herhalde bir şeyler başarmamız mümkün olmayacak.
Zaman
