İstihdam ve işsizlik

Evrensel bir hakikat olarak istihdam, varlık âlemini kaplamıştır. Kâinattaki her nesne ve canlı, kendi kabiliyetine göre çeşitli vazifeleri görmekle hizmet eder. Her şey, kabiliyetine göre, zevk ve lezzet denilen ücret mukabilinde kendine has vazifelerini mükemmelce yerine getirir. Bu ücreti ya kendisi bizzat tadar, eğer canlı ise veya ona vekil olan melek ve ruhani yapı tadar, eğer cansız ise…

Hayat, varlık âleminde merkezî rol oynuyor. Cansızlar, maddi hayatın varlığı ve devamı için hizmet ediyorlar. Güneş, canlılar dünyasının ısı ve ışığını yetiştirmek için hizmet ederken; bulut, canlılar için seyyar bir sünger vazifesi görüyor. Hava, su, toprak ve ateş bir buğday başağının hayatı ve neslinin devamı için hizmet ediyorlar. Buğdayın hayatı, onlar olmadan düşünülemez.

Bitkiler ve ağaçlar ise, hayvanlar ve insanlarda görünen duygulu ve bilinçli hayat seviyesine hizmet ediyorlar. Onların hayatlarını koruma, besleme ve devam ettirme konusunda istihdam ediliyorlar. Kuşlar açısından bir yuva ve sığınak olarak, solunan hava için temizleyici bir filtre olarak ( fotosentezle ), ekilip biçilen toprak için bir gübre fabrikası olarak ( çürüyen yapraklarıyla ), hayvanlar ve insanlar için bir aşçı olarak ( meyveleri ile ) ve daha birçok yönde bitkiler ve ağaçlar istihdam olunuyorlar.

Hayvanlar ise, insanlarda görünen şuurlu ve akıllı hayat seviyesine hizmet ediyorlar. İnsan hayatının korunması, beslenmesi ve devam ettirilmesi hususunda istihdam olunuyorlar. Etleri ve sütleri ile insanları besledikleri gibi güçleri, kılları ve derileri ile de insan hayatını koruyucu vazife görüyorlar. Nimet ve rahmet yönleriyle, akılları düşündürdükleri gibi, güzellik ve İlâhî birer lütuf olmalarıyla da kalplerin muhabbet ve merhamet ile dolmasına vesile oluyorlar. Göçebe insanların hayatlarını incelediğimizde görürüz ki, onların hayatları fizik ve metafizik açıdan tamamen hayvancılık üzerine kuruludur.

İnsanlık dünyasında ise istihdam hakikati öncelikle maddi hayatın muhafaza ve devamı konusunda, sonrasında ise manevi hayatın beslenmesi ve korunmasında hususunda kendini gösterir. Manevi istihdamın insanlara verdiği şükür, iktisad ve kanaat bilinci maddi istihdamın kıymetini ve manasını gösterdiği gibi onun kâinattaki her nesne gibi Kutsala hizmet ettiğini de ortaya koyar. Hz. Peygamber’in (ASM) aktardığı bir kudsi hadis şu şekildedir: “ Ey Âdemoğlu, seni Kendim için yarattım; eşyayı da senin için yarattım. O halde, Kendim için yarattığımı, senin için yarattığımın ayarına düşürme.[1]

İnsanlık âleminin önemli bir sahası olan ekonomi dünyasına baktığımızda görüyoruz ki istihdam kavramı, ekonomi biliminde genellikle üretim faktörleri olan toprak ( doğal kaynaklar ), emek, sermaye ve teşebbüsün üretim amacıyla çalıştırılmaları biçiminde tarif edilmektedir. Ancak istihdam kavramının ekonomide geniş anlamda ve dar anlamda olmak üzere iki türlü kullanımı olduğunu görüyoruz:

Geniş anlamı ile istihdam, bir ülkenin sahip olduğu bütün üretim faktörlerinin üretime katılma biçim ve düzeylerini göstermekte ve eğer ekonomide bulunan üretim faktörlerinin tamamı çalışır bir durumda ise buna tam istihdam adı verilmektedir. Eğer bir ekonomide çalışmaya hazır bir kısım üretim faktörleri daha varsa ve bunlar üretim faaliyetlerine katılamıyorlarsa bu durumda da noksan istihdam veya eksik istihdam söz konusu olmaktadır.

İstihdam geniş anlamıyla ülke milli hasılasıyla doğrudan alakalıdır. Bu açıdan çok önemlidir. Ülkenin milli gelirini en yüksek seviyeye yükseltebilmek için ülkenin sahip olduğu üretim kaynaklarının, üretim faktörü haline gelecek şekilde dönüştürülmeleri zorunludur. Tam istihdam sağlanamaması halinde bazı üretim faktörlerinin üretime katılamamaları ortaya çıkar. Toprak, sermaye ve teşebbüs unsurlarının eksik istihdamı büyük bir problem teşkil etmese de emek faktöründeki eksik istihdam hayatî bir önem taşımaktadır. Çünkü yenilenen ihtiyaçlar içinde bulunan ve gelirleri, istihdam edilmelerine bağlı olan emek sahiplerinin çalışma arzusunda oldukları halde çalışamamaları, hem onların yaşama ve hayat düzeylerini büyük ölçüde ve olumsuz yönde etkiler, hem de bu durum toplumlarda karışıklıklara ve huzursuzluklara neden olarak giderilmesi güç sosyal sorunların doğmasına yol açar.[2] Arjantin, Bolivya gibi ülkelerde yaşanan yağmalamalar ile Türkiye’deki PKK sorunu gibi…

Evet, Türkiye’yi 40 yıldır meşgul eden PKK terörünün beslendiği kaynaklardan birisi terör bölgesindeki istihdam sahalarının darlığı veya üretim kaynaklarının, üretim faktörü haline getirilmemesi ve istihdam edilmemeleridir, diyebiliriz. Hz. Peygamber (ASM) “Fakirlik küfür olayazdı[3] sözüyle işsizlik, kargaşa ve dinsiz anarşinin derin ilişkisini bize aydınlatır; terörün ekonomik açıdan bir çözümünü bize sunar. Medeniyet ve toplumun temeli insan olduğu gibi, makroekonominin de temeli insandır. Yani insanın kişisel istihdam ve ihtiyaçlarıdır.

Dar anlamıyla istihdam, kişinin sahip olduğu üretim kaynaklarını üretim faktörü haline getirerek kullanmasıdır. En dar anlamda emeğini, eğer imkânı bulunuyorsa sahip olduğu toprak, sermaye ve teşebbüsü istihdam etmesidir. İnsan şahsî emeği ise fiziksel güce, düşünce yeteneğine ve iradî cesarete dayanır. Emek kalitesi arttıkça, üretim faktörlüğü noktasında “ aranan eleman olma ” özelliği ortaya çıkar. Bir ameleye göre, bir teknisyenin pozisyonu; bir teknisyene göre mühendisin konumu gibi… Kişideki teknik bilgi, teknikerlik ve mühendislik kalitesine doğru ilerledikçe kişinin emeğine yönelik talep de, ücret de doğru orantılı olarak yükselir. İstihdamın emek piyasası noktasında bir kanadı işverene baktığı gibi, diğer kanadı da şahsın gayretine bakar. Özel sektör gibi, kamu sektörü de bir işverendir. Hiçbir özel firma kalifiye özelliği olmayan bir kişiyi kendi bünyesine yüksek maaşlı bir yetkili yapmayacağı gibi böyle bir kişi Devletin üst kademelerinde de kendine yer bulamaz. Liyakat, ehliyet ve kariyer ilkeleri gereği…

Bu açılardan bakıldığında istihdam öncelikle ve öncelikle kişinin kendini geliştirmesi ve yetiştirmesine bağlıdır. Kişinin istihdam şeklini, kişinin iradesi ve şahsî stratejisi belirler. Kişinin bir sahada emek kalitesinin en ileri seviyeye yükselebilmesini, bir işe girdiği zaman işini büyük bir özveri ile yürütebilmesini, getirildiği görevi hakkıyla yerine getirebilmesini sağlayan donanım ve ana sır ise, şahsın o sahada potansiyel yetenek sahibi olup olmamasıdır. Yeteneği bulunmayan bir sahada iş yapmaya çalışan kişi tehlikeli bir uçurumun kenarına inşa edilmiş iğreti bir kulübe gibidir.

Bu noktada Said Nursî, işveren-işçi ilişkilerini, fıtrat ve potansiyel yetenekler bağlamında 1921 yılında kaleme aldığı Kızıl Îcaz isimli mantık bilimine dair Arapça eserinde şöyle ele alır: “Taksim-i mehâsin, inkısam-ı meşârib, tefrik-i mesai, hilkatteki furûz-u kifâiyeye imtisal ve taksim-i a’mal fıtratın gözle görünen zaman-üstü güzelliklerindendir. ” Bu 5 maddeyi Ürgüp Müftüsü kardeşi Abdülmecid Ünlükul şu şekilde şerheder:

Hazret-i Üstad, pek kısa ve muhtasar olan şu “ İ’lem ” (Bilinsin ki diye başlayan bölüm) ile insanların maddi ve manevi saadetlerini, intizamlarını, asayişlerini, yaşayışlarını taht-ı te’mine alan bir yol göstermiştir.

1- Hilkat ve yaratılışın fıtrî güzelliklerinden insanlar arasında husule getirilen güzel işleri ve bir cemaatin ( topluluğun ) çalışması ile meydana gelen iyilikleri hissedar olanlara taksim edilmelidir. Yoksa bir cemaatin himmetiyle ( gayretiyle ) meydana gelen kahramanlıkları, şerefleri, umumî faziletleri bir şahsa izafe ile bir şahsa mal etmek; bir nev’i ( türü ) bir ferde feda etmek lazım gelir. Bu ise ihtilaf ve isyanlara sebebiyet verir.

2- Taksimü’l-meşâribdir ki, kabiliyet[4] ve istidada göre işlerin taksimi lazımdır. Kömürcü fırıncının işini bilmez. Karınca devenin yükünü kaldıramaz. Müezzin müftünün işini göremez. Yoksa taksimat yapılmazsa kaziye ( mantıksal önerme ) terakkiyata ( kalkınmalara ) değil, tedenniyata müncer olur ( gerilemelere varır. )

3- Tefrik-i mesâi… Mesai sahalarının ve saatlerinin bir birinden ayrılmasıdır. Kâinat sisteminin ve insanlık dünyasının devamı için gerekli çok sayıda ihtiyaç bulunmaktadır. Her bir ihtiyaç için bir meslek teşekkül etmiştir. Meslekleri ise, onu yapmaya ehliyetli ve liyakatli olanlar yapabilirler. Ehil ve layık olanlar ise, o konuda istidadlı olanlardır. Bu açıdan hilkatte mesailer, o mesaide koşturacaklar, onların çalışacakları zaman ve zeminler Kader tarafından hikmetle takdir ve taksim edilmiş; her bir asır ve o asrın vazifeleri bir birinden tefrik edilmiş; o asrın vazifelileri o asra uygun şekilde farklı hususiyetlerle bir birlerinden Kader tarafından ayırılmışlar ve donatılmışlardır. Bu kompleks yol ile sünnetullah denilen Kader mekanizmasında zaman tasarrufu yapıldığı gibi, kuvvet ve fikir israfının da önüne geçilmiştir.

4- Furûz-u kifâiyeye imtisal… Cenab-ı Hakk, hilkat âlemindeki vazifeleri hakkıyla yapacak şekilde şuurlu ve şuursuz canlıların beyin sandukçasının içine ve ruhuna istidad çekirdeklerini ekmiştir. O istidad, o canlının kâinatta göreceği vazifeyi tayin eder. Her canlı, bu manada fıtraten vazifelidir. Fıtratının sesine tabi olduğunda yaratılış gayesini zevk ve lezzet ile yerine getirir. Arıların vahiy alması gibi… Bu açıdan her bir istidad, bir emr-i İlâhîdir ve hilkat âleminde bir vazife taksimini ifade eder. Bu emirleri yerine getirerek fıtrata tabi olmak ve maddi manada terakki etmek, İslam âlemi için farz-ı kifâye mesâbesindedir.[5]

5- Taksim-i a’maldir ki, adamlara iş seçilsin değil, bilakis işlere adam intihap edilsin   ( seçilsin ). Maalesef bu taksimlere riayet edilmediğinden, seleflerden ( bizden önceki kuşaklardan ) daha çok ektiğimiz halde, onlardan pek az bir derecede mahsulat alıyor, faide görüyoruz.[6]

İstihdam hakikatinin kâinat, toplum ve insan bağlamında ilişkileri yukarıda geçtiği üzere köklü ve sistematik bir yapı arz etmektedir. İnsanlık tarihine ve özelde iktisat tarihine baktığımızda görüyoruz ki, istihdam bütün tarih boyunca ve bütün toplumlarda geçerli bir kanundur. Çünkü insanın kendi emeği, kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli gelmemektedir. Bu manada ihtiyaçlarını karşılamak için başka insanların varlığına ve emeklerine muhtaçtır. Kendi emeği bir vazifede yeterli gelmeyen kişi, başka birisi ile teşrik-i mesai etmeye mecburdur. Ya bu kişi, bir ücret karşılığı onun emri altında çalışacak veya mudarebe ve müşareke şekli şirketlerde olduğu gibi onunla o işte ortak olacak veyahut da kölelerde olduğu gibi ücretsiz olarak karın tokluğuna o işte çalışacak. Bütün toplumlarda bu manada hür ve köle emeğine dayalı bir emek piyasası ala külli hal oluşmuştur ve oluşmaya da devam etmektedir. Emek piyasası da diğer bütün piyasalar gibi arz-talep mekanizmasıyla doğal bir akış içinde işlemektedir.

Liberal ekonomi, emek piyasasındaki arz-talep akışına devletçe müdahale edilmediği durumlarda ekonominin tam istihdam seviyesine yükseleceğini iddia etmiş, bu açıdan devlet müdahalesini, işçi haklarını koruyacağız diyerek belirli bir taban ücret belirlenmesini istememişlerdir. Fakat bu durum hızla çoğalan nüfus dolayısıyla artan emek arzı ve düşen ücretlerden dolayı kadını-erkeğiyle, yaşlısı ve çocuğuyla günde 16-17 saat madenlerde, makine başında çalışmak zorunda kalan bir emek piyasasını doğurmuştur. İddia edildiği gibi de tam istihdam oluşmamıştır. Liberal anlayış, müteşebbisin kârını azami yapmak için işgücünü ucuzlatma çarelerini aramış ve bunu köle ticaretinde bulmuştur. Köleliğin yasaklanma tarihine kadar Afrika’dan 11 ilâ 20 milyon köle Avrupalılarca Kuzey ve Güney Amerika’ya götürülmüştür. 90 milyon Afrikalı da köle taşımacılığında ölmüştür. Liberal ekonomide “ Bırakınız yapsınlar ” mantığı ile hür ve köle işçilerin mağdur edilmesi, sermayenin faiz yoluyla emeksiz haksız kazanç elde etmesi, zenginlerin toplumun fakirlerine uzanan merhametli bir el olmaması bir tepki olarak Sosyalizmi doğurmuştur.

Sosyalist ekonomi ise, ülkede tek işvereni Devlet kılmakla; şahıslara kişisel üretim ve mülkiyet hakkı tanımamakla bütün çalışabilecek kişileri Devlet bünyesine istihdam etmek zorunda kalmıştır. Tam istihdam hayali, Sosyalist ekonomilerde sistemin gereği olarak mecburen tahakkuk etse de, liyakat ve ehliyet şartları yerini bulmadığından gizli işsizlik had safhaya çıkmıştır. Yani çalışıyor görünüp getirildiği vazifeyi hakkıyla yerine getirmeyen ve üretmeyen kişiler…

Kapitalist ekonomiler ise, istihdam şartlarını işsizlik maaşı, sigorta vesaire gibi yollarla iyileştirmekle beraber ekonomideki dalgalanmalara, krizlere, genişleme ve daralmalara göre çeşit çeşit işsizliklerin görüldüğü bir tarla manzarası sergilemektedir. İktisad biliminde resesyon denilen daralma dönemlerinde, firmalar ve ekonomi küçülmeye gittikleri ve geleceğe dair öngörüleri kaybolduğu için çalışanları işten çıkartmakta; buna mukabil genişleme ve ferah dönemlerinde ise tekrar işe almaktadırlar. Bu durum, konjonktürel bir işsizliğe yol açar. Tarıma dayalı ekonomilerde ise üretim iklim şartlarına tabi olduğu, üretim belirli bir süreç istediği ve başka üretim kaynakları da olmadığı durumlarda mevsimlik bir işsizlik ortaya çıkmaktadır. Teknolojik gelişmelerin neticesinde, tüketicilerin zevk ve ihtiyaçlarının değişmesi sonucunda bir kısım işkollarında üretim azalmaktadır. Bu durum da o iş sahasında çalışanların işsiz kalmasına yol açmaktadır. Bu tarz işsizliğe “ Yapısal İşsizlik ” ismi verilmektedir. İşsizlik, çalışmak isteyen kişilerin iş imkânı elde edemediği durumda ortaya çıkan hale verilen isimdir. Bütün ekonomi disiplinleri, çalışmak istemeyen eğitimli ve eğitimsiz kişileri işsiz olarak isimlendirmezler ve onların sayısını işsizlik oranlarının tespitinde kullanmazlar. Onlar ekonomi açısından, yok hükmündedirler.

Gerek Sosyalist sistemlerde olduğu gibi gizli tarzda gerekse kapitalist sistemlerde olduğu gibi açık şekilde olsun işsizlik aynen istihdam gibi bir realite olarak insanlık dünyasında kendisini göstermiştir ve gösteriyor. Emek arz ve talebine, ekonomi dünyasındaki dalgalanmalara göre bu göreceli ve hakiki işsizlik miktarı alçalıp azalmaktadır. Bu dalgalanmalar, emek arzında bulunan şahısların, emek kalitelerini artırmalarına yönelik İlâhî ve fıtrî bir sevk olduğu gibi, potansiyel yeteneklerini keşfetmelerine yönelik de bir kamçıdır. İstidadını keşfedip onu aldığı eğitim ve terbiye ile kemale erdiren bir kişi zaman içinde sahasında sivrilip içinde bulunduğu şehir ve ülkede, hatta dünya genelinde tanınan bir kıvama gelebiliyor. Türk kalp doktorlarından bazılarının dünya genelinde tanınması gibi… Bu durum kaliteli kişileri bir araya getiren müesseselerin dünya genelinde tanınması ve talep görmelerinde de kendini göstermektedir. Tıp konusunda bazı Türkiye hastanelerinin yurtdışından hasta kabulleri, yabancı ülke vatandaşlarının araştırmaları neticesinde bu hastanelerde tedavi olmaya çalışması gibi...

Kapitalist ekonomilerde işsizlik süresi, daha iyi bir iş kalitesi ve farklı bir iş sahası elde etme süreci olarak görüldüğü için işten çıkarılan veya ayrılan kişilerin işsizlik sigortası ve maaşı şeklinde ihtiyaçları Devlet ve Sosyal Güvenlik Kurumları’nca karşılanmaya başlanmıştır. Kapitalist ve Sosyal Devlet anlayışına sahip ekonomilerin uyguladığı bu sistemi Hz. Peygamber (ASM) kendi döneminde iş arama sürecindeki bir işsizin 40 güne kadar meslekî eğitime alınması ve bu süreçte işsizin ailesinin Devlet bütçesi tarafından sosyal yardımlarla desteklenmesi şeklinde uygulamış ve yapılmasını emretmiştir. İşsizlik nafakası manasında… Osmanlı döneminde işgücü eksiği olduğundan emek açısından yüksek ücretle tam istihdam meydana gelmiş fakat diğer üretim faktörleri açısından eksik istihdam sürekli şekilde var olmuştur.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, birkaç iş sahasında kendini teknik olarak geliştiren, alternatif iş fırsatlarını kendisi için faydalanılabilir kılan, sosyal hayatın ihtiyaçlarını ve dünyanın konjonktürel gidişatını iyi okuyan ve imkânları değerlendirmesini bilen bir kişi açısından Türkiye ve Dünya emek piyasası yeterince iş imkânı içermektedir. Yeter ki kişi iş beğenmemezlik yapmasın ve elde ettiği kazancı israf etmesin.

[1] Bu kudsi hadisi büyük mutasavvıf Sadreddin-i Konevi, Hadis-i Erbain isimli kitabında aktardığı gibi, Abdülkadir Geylani Hz.leri de Külliyatı’nda zaman zaman zikreder. Bu sözün Hz. Peygamber’e (ASM) isnadı konusunda ulema arasında kesinlik bir kanaat olmasa da geçmiş bir peygambere Allah’ın vahyi olduğu konusunda âlimler ittifak etmiştir. Fakat bununla beraber bu söz, Kur’andaki yüzlerce âyetin manasıyla örtüşen bir hakikati ifade etmektedir.

[2] Erdal Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler.

[3] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Ankara, 1988, c. 17, s. 445.

[4] İstidad, bilkuvve yetenek; kabiliyet ise bilfiil yetenektir. Çekirdekler istidada; ağaçlar, kabiliyete misaldir. İnsanlardaki istidadı kabiliyet haline getiren şey, o konuda elde edilen teorik ve pratik ilimdir. Yapılan bir iş, kişiyi duygusal manada da tatmin ediyorsa ve kişi yaptığı işi zevk alarak yapıyorsa, ona Arapça’da “ meşreb ” denilir. Eğer yapılan iş sadece kişiyi düşünce noktasında geliştiriyorsa ona “ meslek ” ismi verilir. Meslekî gelişim, ehliyet kazandırırken; meşrebi gelişme liyakat tescilidir. Bir ülkeye gerçek manada özverili hizmeti yapanlar yaptığı işi “ meşreb ” seviyesinde ifa eden, işiyle bütünleşen ve evlenenlerdir.

[5] Farz-ı kifaye, toplumun yapmakla sorumlu olduğu ibadetlerdir. Cihad, emr-i bi’l-maruf gibi… Toplumdan bir kesim yapınca bütün toplum o ibadeti yapmış sayılır ve toplumdaki her bir ferd o güzellikten sevabını alır. Yapılmadığında ise bütün toplum günahkâr olur ve âfetler gibi geniş çaplı belaların gelmesine de sebep teşkil eder. Farz-ı ayn ise, doğrudan doğruya her bir ferdi bağlayan kişisel ibadetlerdir. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi…

[6] Kızıl İcaz, Mantıkla Meşguliyetin Cevazı Bahsi; Muhâkemât, Unsûru’l-Hakikat, 6. Mukaddime… Abdülmecid Ünlükul, bu 5 maddeden 1,2 ve 5. Maddelerle Said Nursî’nin metnini izah etmiş, 3 ve 4. Maddeleri atlamış. Tefrik-i mesai ve furuz-u kifaiye kısımlarının izahı bana aittir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum