İşte Rabbiniz olan Allah budur, o hâlde O’na ibâdet edin! 

İşte Rabbiniz olan Allah budur, o hâlde O’na ibâdet edin! 

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Yunus Sûresi 1-3. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

1.Elif, Lâm, Râ. (*) İşte bunlar, o hikmetli Kitâb’ın (Kur’ân’ın) âyetleridir.

2.İçlerinden bir erkeğe: “İnsanları (azâb ile) korkut ve îmân edenlere, Rableri katında şübhesiz ki kendileri için bir ‘kadem-i sıdk’ (peygamberin şefâati) bulunduğunu müjdele!” diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu (da) kâfirler: “Şübhesiz bu, gerçekten apaçık bir sihirbazdır!” dedi(ler).

3.Muhakkak ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden, (her) işi idâre eden Allah’dır! O’nun izni olmadan hiçbir kimse şefâat edici değildir! İşte Rabbiniz olan Allah budur, o hâlde O’na ibâdet edin! Artık (iyice düşünüp) ibret almaz mısınız? (**)

1-“Sûrelerin başlarındaki hurûf-ı mukatta‘a (Elif, Lâm, Mîm gibi tek tek yazılan harfler) İlâhî bir şifredir. Hâs abdine (husûsî kulu Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a) onlarla bazı işâret-i gaybiye (gizli işâretler) veriyor. O şifrenin miftâhı (anahtarı) o abd-i hâs’dadır (ASM). Hem onun veresesindedir (vârisi olan âlimlerdedir). Kur’ân-ı Hakîm, mâdem her zaman ve her tâifeye (topluluğa) hitâb ediyor. Her asrın her tabakasının hissesini câmi‘ (içine alan) çok mütenevvi‘ vücuhları (çeşitli yönleri), ma‘nâları olabilir. Selef-i Sâlihîn (Sahâbe, Tâbiîn ve Tebe‘-i Tâbiîn) ise, en hâlis parça onlarındır ki, beyân etmişler.” (Mektûbât, 29. Mektûb, 241)

“الٓمٓ: Üç harfiyle üç hükme işârettir. Şöyle ki: Elif, هٰذَا كلَامُ اللّٰهِ اْلاَزَلِيُّ[Bu, Allah’ın ezelî kelâmıdır] hükmüne ve kazıyesine; Lâm, نَزَلَ بِه۪ جِبْر۪يلُ [Onu Cibrîl indirdi] hükmüne ve kazıyesine; Mîm, عَلٰي مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةِ وَالسَّلاَمُ [Muhammed (ASM)’a] hükmüne ve kazıyesine remzen ve îmâen (remiz ve îmâ ile) işârettir.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 29)

2-“İnsana hakîkî Ma‘bûd (İlâh) olacak; yalnız herşeyin dizgini elinde, herşeyin hazînesi yanında, herşeyin yanında nâzır, her mekânda hâzır, mekândan münezzeh, acizden müberrâ (berî), kusurdan mukaddes, naksdan muallâ (yüce) bir Kadîr-i zü’l-Celâl, bir Rahîm-i zü’l-Cemâl, bir Hakîm-i zü’l-Kemâl olabilir. Çünki nihâyetsiz hâcât-ı insâniyeyi (insanların ihtiyaçlarını) îfâ edecek (yerine getirecek), ancak nihâyetsiz bir kudret ve muhît (kuşatıcı) bir ilim sâhibi olabilir. Öyle ise, ma‘bûdiyete (ibâdet edilmeye) lâyık yalnız O’dur.” (Sözler, 23. Söz, 109)