İslam Alemiyle kapı açılmış oldu

İslam Alemiyle kapı açılmış oldu

Türkiye-Suriye Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Üyesi, eski milletvekili Mehmet Yalçınkaya ile yaptığımız röportaj…


Nurettin Huyut’un röportajı-RisaleHaber

Türkiye-Suriye Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Üyesi ve eski milletvekili Mehmet Yalçınkaya, RisaleHaber'e konuştu...

Hükümet Demokratik açılım süreci başlattı. Bu gün için belli bir noktaya da gelmiş bulunuyor. Ama bu süreç devam ederken Dışişleri Bakanlığının yaptığı çalışmalar dikkat çekiyor. Mesela Ermenilerle bir protokol imzalandı. Sonra İran’la ortaklık kuruldu. En son Suriye’yle vize kaldırıldı. Siz Suriye Dostluk Derneği Üyesi olarak bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?

Açılım başlı başına bir gündem mevzusu... Üzerinde uzun süre konuşulması gereken bir şey. Açılımda iki tarafın teklif ve istekleri çok farklı... Karşı taraf açılımı DTP ve Abdullah Öcalan üzerinden yürütmek istiyor. Bunu sürekli gündeme getiriyor. Türkiye ise bunun tam tersi bir yaklaşım içerisinde… Bu iş bu şekilde sürerse çıkmaza gireceğini görüyoruz. Bu açılımdan pek ümidim yok. Çünkü istekler ve talepler çok farklı. Birbiriyle ilgisi yok.

Bu talepler sizce nelerdir?

Karşı taraf şunları diyor: “Üniversitede bölüm açılması, Kürtçe kanal açılması, biz bunları istemiyoruz. Bunlar bizi tatmin etmez. Bizim asıl isteğimiz şudur: Bizi kurucu unsur yapın.”

Yani en imkânsızından başlıyorlar. Yani eyaletten de öte bir şey. Benim Türkiye’de bölünmeden korkum yok. Türkiye'de bir bölünme olmaz. Çünkü Türkiye’deki unsurlar birbiriyle çok karışmış. Kimi kimden ayıracaksın? Ama kargaşa ortamının süreceğini düşünüyorum. Ben böyle görüyorum.

Bu açılımın sonunda: “Evet biz mutabakata vardık. Bu bizim beklediğimiz gibi sonuçlandı” noktasına gelineceğini sanmıyorum. Tayyip Bey de bunu görüyor. Dikkat ederseniz Tayyip Bey üç aşamalı bir plandan bahsediyor. İlk aşamada yönetmeliklerle başlamak istiyor, yöresel tedbirlerle devam etmek istiyor. Valilerin yapabilecekleri, kaymakamların yapabilecekleri, oradaki mahalli idarelerin yapabileceklerine bakacak, daha sonra uzun vadede kanunla yapılabilecekleri gündeme getirecek ve kanunla düzeltilmesi yolunu deneyecek...

Ama ben kısa zamanda bunların çözülebileceğine inanmıyorum. Bu konu uzun bir zamana yayılacak. Yani bu iş seçimler sonrasına kalacak. Tayyip Bey de bunu bekliyor. Yani şimdi pansuman tedbirlerle bu işi çözer gibi görünüyor... Ki bunları çözmek kolay değil… Dediğim gibi onların talepleriyle Tayyip Beyin düşünceleri çok farklı... O noktada bir sıkıntı yaşayacağımızı görüyorum. Bunlar önümüze gelecek. Dikkat ederseniz son günlerdeki olaylar bu işin çıkmaza doğru gittiği gibi bir görüntü veriyor.

DTP İmralı’yı hedef gösteriyor. Onsuz olmaz diyor. Hükümet muhatap kabul etmiyor. Onları muhatap almak doğru mu?

Doğru olan o değil. Şimdi siz otuz senedir bir mücadele vermişsiniz, bütün bu otuz yılın mesuliyeti de o kişinin üstüne yıkılmış... Şimdi bir günde biz bunu muhatap alalım, işi düzeltelim denilirse çok sıkıntılar olur. Önümüzdeki dönem çok rahat görünmüyor.

Peki bu aşamada muhalefeti nasıl buluyorsunuz?

Muhalefette, CHP, zaten mevcut sahaya hitap edebilen bir parti değil. Bu sahanın dışında... Neden? Çünkü CHP'nin değerleriyle, Türkiye'nin değerleri farklılık arz ediyor. Değerlendirmeleri çok geçmişte kalmış. Dar bir görüş... Dar bir siyaset... Milletin temel değerleriyle de çelişiyor. Hem CHP'nin geçmişte sabıkası olduğu için, önerdiği çözümlere de kulak asan yok.

MHP ise işe baştan yanlış başladı ve ifrat etti... En azından ortaya bir görüş koymalıydı. Yani, ortada bir vakıa var. Kendisine ait bir çözüm önerisi olması lazım. Fakat o da onu yapmadı. Kökten reddetti. O da yanlış bana göre. Bu işin sosyologları var. Bilim adamları var. Onlara danışılır, çözüm üretmeleri istenir.

Mesela ben Kürtlerde sağduyulu çok sayıda insanların var olduğunu düşünüyorum. Herkes kavgadan yana değil. Herkes bu işi çıkmaza sokmak için uğraşmıyor. Eğer böyle olsaydı olaylar bambaşka bir yere gelirdi...

Şimdi biz bölünmeyi Kürtler üzerinden seslendirdiğimiz zaman, ben Kürtlerin de isteseler de bölüneceklerini sanmıyorum. İstanbul'un, İzmir'in neresini böleceksin? Bir kere bölünme mümkün değil. Ama herkesin hakkına razı olduğu bir ortam da oluşturulabilmiş değil. Çözüm noktasında kimsenin kayda değer bir ifadesi yok.



Ülke bu noktaya nasıl geldi?

Bunun esas müsebbibi bana göre; Cumhuriyet kurulurken, İslam felsefesini esas alan Osmanlı modeli işlenmemiş olmasıdır. Eğer o felsefe yürütülseydi, şüphesiz bu sıkıntıların çoğunu yaşamazdık. Her şey daha kolay olurdu. Ortak payda İslam olsaydı bu insanları kolay kolay tahrik edecek şeyler bulunamazdı. Fakat böyle olmadı… Milletler üzerinden, kimlikler üzerinden birleştirmeye çalışıldı… O da olayı bu noktaya getirdi. Çıkmaza doğru da gidiyor.

Onun için önümüzdeki dönemde muhalefetinde işi zor. Zaten ortada ciddi bir muhalefet de yok. Ben öyle görüyorum. Çözüm üreten bir muhalefet yok.

İktidarın işi kolay mı olacak? Hayır, onun da işi zor. Neden? Çünkü millet nazarında yaptıkları kabul görmedi. Mesela Kuzey Irak'tan gelenler, yani geri dönüşle ilgili yapılanlar… Barış neden yapılır? Mesela, Allah göstermesin bir adamı öldürürsünüz... Urfa’da ve doğuda hep böyledir. Barış alanına geldiğinizde ağlayarak gelirsiniz. İki tarafta ağlayarak gelir. Yani “pişman oldum, vukuat işledim” dersin. Adam öldürmüşsün sonuçta. Fakat bakıyoruz gelenlerin öyle bir tavrı yok. Sanki hiçbir şey yapmamışlar.

Kamuoyunda eğer anlattığım gibi bir görüntüyle gelmiş olsalardı daha kolay olurdu. Fotoğraf daha güzel olurdu. Ama fotoğraf baştan yanlış… Şimdi siz oradan gelirken halay, falan, çekerseniz bu olmaz. Bu ülkede bu kadar mağdur olmuş insan var... Benim şehidim yok ama binlerce insanın yaralısı var, şehidi var, mağduriyeti var... Diyeceksiniz ki “karşılıklı oldu.” Tamam, doğru, fakat barış esnasında çok fazla hesap sormayacaksınız. Barışta o hesapların içine girmeyeceksiniz. Yani kalpleri yumuşatarak, karşıdakinin hissiyatını düşünerek davranılmalıydı. Mağdur olan insanlar en azından şunu derdi: “ Baksana adamlar pişman olmuş.” derlerdi.

İçişleri Bakanı dağdan inmeler devam edecek diyor. Bunun için ne dersiniz?

Devam etmez diyorum. İçişleri Bakanı “Mahmurdakiler geri gelecek” diyor. Ben Mahmur'u da gördüm. Zaten onlar köylü, köyünden kaçmak zorunda kalmış ve oraya gitmiş insanlar. Gayet iyi biliyorum. Buradan karşıya gitmişler. Oradan tekrar geri dönecekler. Yani bu bir şeye etki etmez...

Farkında mısınız, değil misiniz bilmiyorum ama şimdi Ermeni diasporası gibi Kürt diasporası var. Buradakiler “Evet” dese dahi, oradakiler “Hayır” diyecek. Buradakileri ikna etmekle çözülecek bir iş değil. Avrupa parlamentolarında, batının her yerinde, otuz yıl önce gidenler örgütlendiler. Orada kendilerine göre bir faaliyet içerisindeler. Bunu görmezden gelemeyiz. Dikkat ederseniz Ermenistan başka bir şey söylüyor, diaspora başka bir şey söylüyor. Onun için Mahmur'dan gelmiş, dağdan on tane, yirmi tane gelmiş... Bunları bu işin çözümü olarak görmüyorum ben.

Sonuçta bir süreç işliyor ama...

Tabi ki devam etmesinde fayda var. Gelsinler, geri dönüşler olsun. Fakat gelirken, güzel bir fotoğraf vermemiz lazım. Ortalığı gerersen olmaz, karşıdaki insanında bir sabrı var. Neticede bir taraf bu şekilde devam ediyor, öbür tarafta şimdiye kadar sesini çıkarmadı. Münferit olaylar var... Geçenlerde Çanakkale'de oldu, Bursaspor maçında oldu. Allah göstermesin bunların çok alevlendiğini düşünseniz, bir savaşa döner. Ona dikkat etmek lazım. Ortamı germemek lazım. Gelen gelsin ona bir diyeceğimiz yok. Devlet zaten pişmanlık yasası çıkarmış. Çalışmaları o yönde... Her şey ortama uygun olursa süreç daha kolay yaşanır. Daha diğer bölgelerdeki adamlar bir şey söylemedi. Onlar da diyorlar ki gelmeleri iyidir. Bir barış ortamı olsun. Türkiye bundan kazanacak. Hepimiz kazanacağız.

Bediüzzaman Said Nursi'nin bir hayali var biliyorsunuz. Doğu'da bir üniversite kurulsun. Arapça vacip, Kürtçe caiz, Türkçe lazım... Bütün Ortadoğu insanları orada okusun, kaynaşsın projesi...

Türkiye'de Said Nursi de anlaşılamadı. Hayatı ortada, eserleri ortada, yaptıkları ortada... Biz yakın bir zamanda Kocatepe'de mevlide gittiğimizde ertesi sabah bütün gazetelere manşet olmuştuk. “Milletvekili mevlide gitti” diye. Türkiye'de bu Zat anlaşılamadı...

Biraz evvel söylediğim gibi biz ortak payda olan İslam’la hareket etseydik, zaten bu kadar sıkıntı yaşamazdık. İşimiz daha kolaydı. Fakat başlangıçta yanlış yerden başlandığı için, şimdi bu noktaya geldik. Said Nursi bunları yüz sene önce görmüş ve söylemiş. Bunları tecrübeyle söylüyor. Şu, şu şekilde yapılsın, ırkçılık esası üzerine dayanmasın diyor. İslam kardeşliği üzerinde şekillensin.

Böyle olsaydı bu sıkıntılar yaşanmazdı. Osmanlı idaresi bu esasa göre kurulmuş… Altı yüz yıl koca bir kıtayı idare edeceksin, orada hiçbir şey olmayacak, insanlar her şeyleri ile devam edecekler, dinlerini, geleneklerini ve yaşantılarını unutmayacaklar, devam ettirecekler... Bu mümkün mü? İşte görüyoruz. İnsanlar bir yeri altmış yılda tanınmaz hale getiriyorlar. Biz Balkanlardan çekildik. Yüz yıl sonra ortada bir şey kalmadı. Niye? Çünkü gelen adam kimseye hayat hakkı tanımadı.

Onun için diyorum, İslam toleransı üzerine inşa edilmiş olsaydı, işimiz daha kolaydı. Fakat o yapılmadı. Yapılmadığı için bu gün gelinen nokta ortada. Bu noktadan çıkış yok mu? Var. Ben çözümü gene İslam’da görüyorum. Başka yolu yok. Eğer biz bu noktada mutabakata varırsak, düşmanın hedefini, projesini, bozarız. Çünkü bu coğrafya da bulunan ülkeler, Suriye'de, ırak da, Kürt de, Arap da, Türk de kardeştir. Bu bin yıllık bir iş. Benim icat ettiğim, sizin yaptığınız bir proje değil yani. Temelleri, kökleri çok derinde olan bir projedir. Ama şimdi dikkat ederseniz Türkiye'de onu da kimse dillendirmiyor.

Osmanlının son zamanlarında İngilizler, girdiği bu topraklardan çıkarken fitneyi bırakıp çıktılar. Hem Arap'a yaptı, hem Türk’e yaptı, kendisi aradan çekildi. Kimse onu konuşmuyor. Türklerle Kürtler, Kürtlerle Araplar, yani aynı ailenin çocukları arasında nifak çıktı. Ve o nifak yıllarca sürdü. Hala da sürüyor.

Mesela Suriye diyordu ki: “Benim en büyük düşmanım İsrail, sen de İsrail'le berabersin, ben de onun için böyle yapıyorum” Sen de diyorsun ki: “Apo'yu neden besledin?” Yani böyle hesaplar... Fitne böyle çıkıyor. Irak başlı başına ayrı bir konu... Ama, bütün bunların giderilmesi noktasında, akli selim hakim olduğunda iş birden değişiyor. Suriye’yle Türkiye’ye ne oldu? Sanki Urfa'dan Mardin'e gidiyormuşsun gibi bir tablo çıktı ortaya... Ben bunun için altı yedi yılımı verdim.

Mardin'den gelen bir adam Ankara’daki Suriye konsolosluğuna pasaportunu uzatırdı. Bir seferlik vize verirlerdi. Bin beş yüz km geliş, bin beş yüz km gidiş... Bir gün de adam burada, iki gün yollarda kalırdı. Üç gün uğraşıyor bir seferlik vize için. Mesela bu kişi vize aldıktan sonra Mardin'den çıktı diyelim. İki saat sonra Suriye’ye geldi. Bir haber aldı ki, “Çocuğunuz hasta” bu haber geldiğinde gidip iki saat sonra geri dönerseniz gene vizeniz yok. Yine bin beş yüz km gelip, bin beş yüz km gitmesi gerekiyor. Çok büyük bir işkenceydi yani. Bu kalktı çok şükür...

Geçenlerde YÖK Başkanıyla görüştük. “Ne yapılması gerekiyor?” diye… Ona da dedim: Bu yörenin üniversitelerini açın... Urfa'ya, Şam'dan, Halep'ten gelen varsa gelsin okusun. İnsanları yakından tanısın. Mesela Urfa'da okumuş bir adama kimse: “Urfalılar kötüdür.” dedirtemez. Çünkü orada yaşamış ve oranın ekmeğini suyunu içmiş bir insan aleyhte konuşamaz. Bizim çocuklarımız gidecekse onların üniversiteleri açık olsun. Onların denkliği sağlansın. Bu olursa çok daha iyi olur. Bizim ferdi gayretlerimiz yerine, müesseseler devreye girmiş olur, iş müessesleşir ve kökleşir.

Dediğim gibi yüz yıl önce yapılmış bir hata var ortada. Onun telafisine gitmek zorundayız. Bu anlaşmaları Ürdün'le de yapacaksınız, Suudi’yle de yapacaksınız, bütün İslam dünyasıyla da yapacaksınız. Yani hatadan dönme adına, yeni baştan, dünya ne yapıyorsa onu yapacaksınız. Batı kolej açıyorsa, siz de açacaksınız, Batı üniversite açıyorsa, siz de açacaksınız. Neden? Çünkü aklın yolu budur.



Şu an siz Şanlıurfa'da Arapların içinde yaşıyorsunuz. Onların bu açılım sürecinden herhangi bir talepleri var mı? Veya açılım yapıldığında onlara da belli haklar verilir mi sizce?

Şimdi Irkçılık her zaman prim yapar. Bunu unutmayın. Dünyanın neresinde, diyelim ki Romanlara deseniz: “Sizin hakkınız gitmiş.” Onlar da bir şeyler ister.

Şimdi onlara da açılım yapılıyor...

Bizim gücümüzü sağlayacak şey birlik olmaktadır. Bu coğrafya'da yaşadık. Tarihte iki defa iki millete ayrı ayrı hata yapıldı. Bir Ermenilere, iki Araplara, üçüncüsü de Kürtler’e yapıldı. Geçmişte yapılan hatalardan ders almak lazım. Bunu neden tekrarlayalım? Bunlardan ibret almamız lazım. Bizim tek şeye ihtiyacımız var. Biz birlik olmak zorundayız. Arap'ı, Türk'ü, Kürt'ü hepsi ortak fikirde mutabakata varmalı. Bu yapılamazsa bunun sonu yok.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde başta Ermeniler’e yapıldı. Oysa o zaman 22 bakan çıkarmışlardı. En son Maliye Bakanı yine Ermeni... Dolmabahçe Sarayını yapanlar onlar, birçok eser Ermenilerin. Yani musikide de çok büyük sanatçılar çıkarmışlar. Andoniyan Efendi, Udi Hrant Efendi gibi... Bunlar Türk müziğinde başlı başına birer ekoller. Bu günse yüz yıl geçmesine rağmen hala geçmişin hesabı görülüyor.

Araplara da aynı şeyi yaptılar. Dediler ki: “Sizin geri kalmanızın müsebbibi Osmanlıdır. O halde isyan edin. Zaten Osmanlı bitiyor. Bir Arap İmparatorluğu kuracağız size. Başına da Şerif Hüseyini getireceğiz.”… Ve yaptılar da… Ama Şerif Hüseyin bu gün Ürdün'e mahkum. Ürdün dediğimiz yer Urfa'dan daha küçük bir bölge. Bir Arap İmparatorluğu yok yani. Onun yerine yedi sekiz tane devlet var.

Dünya petrollerinin yüzde atmış altısı Araplarda. Fakat dünya üzerinde yüzde atmış kadar bir güçleri yok. Yüzde altı nispetinde bile bir güçleri yok. Tabirim caizse sinek sıklet mesabesinde bir ağırlıkları var Arapların. Bugün görüyorsunuz İsrail, üç milyonluk bir ülke. Ama her gün kasaplar gibi kese kese gidiyor. Karşısında dört yüz milyon Arap var. Güçleri olsa ilk önce bu katliamı durdururlardı. Peki, Osmanlı’ya neden bunu yaptılar? Niye bu hale geldiler? Demek ki, birileri bunları aldattı. Bunlarda aldandı… Beraber olsaydık bu işler olmazdı. Parçala, böl, yut meselesi...

Başımıza gelen hadiselerden ibret almamız lazım. Mesela Bosna. Görüyorsunuz savaş sonunda ortaya çıkan ülkelerin hepsini Avrupa Birliğine aldılar. Hırvatları, Sırpları fakat Boşnakları almadılar. Boşnaklar şimdi Avrupa Birliği'nin dışında... Neden? Çünkü onlar Müslüman... Kapıda bekliyorlar. Ama ban sorarsanız almayacaklar.

O nedenle benim söylediğim bir şey var. Bu topraklarda, bu bölgelerde yaşayan kim olursa olsun Müslüman’sa, çok yüksek bir tarih şuuru olması gerekiyor. Yüksek tarih şuuru olursa Batıdan gelen bütün teklifleri elinin tersiyle iter. İster Arap olsun, ister Türk olsun, ister Kürt olsun: “Kardeşim bu oyun yüz yıl önce oynandı. Ben bu oyunda yokum.” diyecek. “Ben bu oyunun karşısındayım. Benim burada yapacağım en önemli şey birliktir” diyecek ve onun için çalışacak.

Sayın Davutoğlu'nu nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok değişik çevreler O’nu takdir ediyor. Mesela en son Amerikan dergisi Newsweek methetti. Türkiye’nin Dış İşleri Bakanlığı çok güzel işler yapıyor diye... Siz katılıyor musunuz bu düşüncelere? Vizeler de kalktı bir çok ülkeyle...

Davutoğlu doğru yapıyor. Ürdün’le vize kaldırıldı. Suriye'yle kaldırıldı. Mısır ve İran zaten eskiden yoktu. Libya ile münasebetler çok kötüydü. Ben de hayret ediyordum “Neden böyle diye?” Çünkü Libya beş yılda yüz elli beş Milyar Dolarlık iş üretiyor. Dile kolay… Eskiden siz Libya'ya gitmek istediğinizde, pasaport çıkarırken oradaki bir iş adamını kefil göstermeniz gerekiyordu. Eğer Libya'dan bir iş adamı sizi davet etmemişse vize yoktu. Ama şimdi çok güzel bir noktaya gelindi. Vize çok büyük bir engeldi... Tıpkı kapalı kapı gibi… Siz kapı önünde istediğiniz kadar bağırın, öbür tarafta duyan yok. Ama şimdi kapı açılmış oldu, en azından meramınızı, ne istediğinizi anlatma şansınız var.
Bu sebeple Dvautoğlu'nun dış politikası başarılı bana göre. Fakat benim gördüğüm şey şu; ekibi yok. Yani Ortadoğu'yla ilgili Tayyip Erdoğan'ın de ekibi yok, Davutoğlu'nun da yok. Bu anlaşmalar devlet başkanları nezdinde yapılıyor. Bunun gerisini besleyecek bir ekip yok. Mesela Dış İşleri Bakanı “Halep uzmanını çağırın bana” diyecek. Ama ortada o şehrin uzmanı yok. Devletin uzmanları da yok. Yani bugün üst düzey insanların yaptığı çalışmalarla işler yürüyor. Bu çalışmalar, anlaşmalar çok önemli ama. Arkası gelmeli… Bunu da bir ekip yapar. Sözgelişi Suriye masasında yirmi kişi olmalı. Biri Sünni uzman olacak, bir Şii uzman olacak, bir iktisat uzmanı olacak falan... Neden? Çünkü artık bütün dünya böyle yapıyor. Amerika’da yedi bin beş yüz tane tinktenk kuruluşu var. “Şiilik nedir? Nereye gider? Türkiye nedir? Nereye gider?” diye düşünüyorlar. Bu iş böyle… Onun için ben ekip eksikliği görüyorum.

Tayyip Bey gidip anlaşmaları yapıyor. Davutoğlu gidip anlaşmaları yapıyor fakat alt kademede boşluk var. Dışişleri bu noktada geri kalıyor. Önceki yıllarda da bunlar ihmal edilmiş, atmış yıldır, yetmiş yıldır bu meseleler ihmal ediliyor. Tamam Suriye ile diyelim güzel bir bahar havası var. Ama hala oradaki üniversitelerle denklik bile yok. Oradan gelen talebe yok. Buradan oraya giden öğrenci yok. Sadece ticaretle bu işin halledilmesi mümkün değil. Şahıslar var bu gün. Mesela bu işlere evet dedi. Yarın sabah bunların gittiğini düşünün. O yüzden bu ekibi iyi besleyecek alt kadroların oluşturulması gerekiyor.

Biraz da isterseniz Kuzey Irak’ı konuşalım. Orada PKK ne durumda? Sizce sıkışmış denilebilir mi?

Ben Kuzey Irak'taki hadiseye de şöyle bakıyorum. Samsundan gelen boru hattı, Ceyhan boru hattı, Kazakistan, Türkmenistan, Azerbeycan hatları hepsinin merkezi Ceyhan... Nabuko projesi, onun arkasında güney GAP projesi, onun ötesinde kuzeyden gelen bir hat, Irak’tan gelen hatlar. Şimdi bunları topladığınızda bu boru hatlarının tamamı aşağı yukarı 150 Milyar dolarlık bir yatırımı oluşturuyor. Türkiye bir geçiş ülkesi olacak. Bunu Batı’nın kan damarları şeklinde de düşünebilirsiniz.

Irak'tan gelen bir petrol hattı Nabucco’ya bağlanacak. Nabucco’ya alternatif olarak Güney Gap projesini ortaya koydular. Rusya da katıldı. Irak da katılacak. Suriye üzerinden, Mısırdan gelen bir hat daha var. Hepsi yüz elli milyar dolarlık bir yatırım aşağı yukarı. Şimdi bu yatırımlar akamete uğradığı zaman, batı da hayat duracak. Her şey enerjiye bağlı... Gazı, petrolü... Buna bağlı unsurları kestiğiniz zaman ne olur? Kıyamet kopar… Bu sebeple Amerika: “Arka kapı bana lazım değil, bana Türkiye lazım.” diyor. Türkiye'de bugün bu kozu kullanıyor: “Bu kadar hayati bir noktadayım madem, birçok boru hattı geçecek. O halde benim akışımın sağlanması için evimdeki dışarıdan gelen bu kavgayı hallet.” diyor. Bu projeleri PKK’ya kurban edemezler. O nedenle bu bölgede PKK’sız bir coğrafya isteniyor.

Ondan önce müsaade ederseniz önceki konuya devam etmek istiyorum. Ben İran hadisesini bütün bu işlerin belirleyicisi olarak görüyorum. Yani ileride İran’ın başına ne gelirse, bütün bu bölgeyi şekillendirecek olan odur. Türkiye İran meselesinde nerede duracak? Amerika’nın yanında mı olacak? Karşısında mı olacak? Çünkü dikkat ederseniz bu son günlerde İran’a yapılan bir taarruz var. Atom Enerjisinin açıkladığı notlar var. “Tehlikeli boyutlardasınız, santralinizi, tesislerinizi durdurun.” Diyor. “Durdurmazsanız size ambargo uygularız.” diyor. Amerika, büyük devletler ve Rusya olmak üzere İran'ı bu noktada uyarıyorlar. Türkiye’nin tavrı bu noktada önemlidir. Öte yanda İsrail de var. Aslında İran’ın yaptığı barışçıl anlaşmalar bir enerji temini içindir. Orada bir atom bombası yapımı söz konusu değildir.

Ama dediğim gibi bunlar bir yere gelip sıkışacak. Benim gördüğüm İran'ı bu şekilde bırakmayacaklar. Bir müdahale söz konusu olacak. Irak’ta olduğu gibi… O zaman Türkiye ne yapacak? Türkiye hangisinin yanında olacak? Yoksa ortada mı götürecek? Bütün bunlar süreci etkileyecek.