İran üniversitelerine Risale-i Nur dağıttık

İran üniversitelerine Risale-i Nur dağıttık

İran Meclis Kültür Komisyonu Başkanı hattat Adil

Röportaj: Abdurrahman Iraz-RisaleHaber

 

İran’da ilk defa düzenlenen Bediüzzaman sempozyumuna katılan Ali Katıöz hoca beraberinde Mehmet Fırıncı ağabeyle birlikte gözlemlerini aktardı.

 

II.BÖLÜM:

 

İran’da bir sürprizle karşılaşmışsınız?

 

Evet. Şahsen İran’da böyle bir şey beklemiyordum. Hadis Üniversitesinde dediler ki, “sizi orada bir sürpriz de bekliyor, yarın söyleyeceğiz.” Aynı şeyi rektör de söyledi. “Bir sürpriz yapacağız size” dedi. Sürpriz nedir, merak ediyoruz. Tahran ve çevresi, üniversiteleri çok temiz, çok güzel, çok bakımlı. Üniversiteye geldik. Biz geldiğimiz zaman salon doluydu. Arkada bayanlar, öğrenciler, ön tarafta da ta Azerbaycan’dan insanlar gelmişti. Van’a yakın, Hakkari Yüksekova’ya sınır Urumiye’den bir otobüs insan sempozyumu dinlemek için gelmişler. Urumiye’de hepsinin Üstada karşı çok büyük saygıları var. Sempozyumun açılışını rektör Abdulkerim Şirazi yaptı. Çok zarif, kibar bir insan. Ben onu Fırıncı abiye çok benzettim. Yani çok yumuşak bir insan.

 

SADECE GENÇLER VE İLİM ADAMLARI DEĞİL, İRAN HALKI DA FİKİRLERDEN İSTİFADE ETSİN

 

Tahran Üniversitesi rektörü mü?

 

Evet. Tahran’daki üniversitenin adı: Danişgah Takribi Mezahibi İslami, Yani İslam Mezhepleri Üniversitesi. Bizi esas misafir eden rektör, hiç yanımızdan ayrılmayan, adeta insanlara meyve ve çay dağıtacak kadar mütevazi bir insan. Güler yüzlü bir insan. Ben önceden onun rektör olduğunu anlamadım. 16 seneden beri rektörmüş. Çok dolu bir insan. Arapçayı da güzel konuşuyor. Başka bir dil kullanamıyoruz. Üniversitede “Bediüzzaman’ın Fikirlerini İnceleme Sempozyumu” diye yazılmış. Bütün davetiyelerde “Allame Bediüzzaman Said Nursi” diye ismi geçiyor. Konu bu. Konu başlıklarını da kendileri belirlemişler. 40 civarındaydı. Biz onu 20-25’e düşürdük. Rektör Abdulkerim Şirazi, “Üstad Hazretlerinin sadece mezhepler üstü değil, milletler üstü ve koskoca bir beşeriyeti kucaklayacak fikirlerinin var olduğunu tespit ettik. Biz İran olarak bu fikirlere yabancı kalamayız, mutlaka istifade etmemiz lazım. Bunun için bu hocaları ilim adamlarını buraya davet ettik” diye sözlerine başladı.

 

iran_sempzoyum5.jpgOndan sonra “İslamın birlik ve ittifakında Üstadın görüşlerine ihtiyacımız var, Üstadın yaşadığı zor günlerde halkı ve bilhassa gençleri imansızlık ve ahlaksızlıktan nasıl kurtardığı bizim dikkatimizi çekti. Yani Bediüzzaman Hazretlerinin o zifiri karanlık günlerde tamamen menfalarda, hapishanelerde bile gençliğin imanını kurtarmak için çalışması ve muvaffak olması bizim çok dikkatimizi çekti. Sonra biz Üstad hakkında, konsolosluklarımız vasıtasıyla bilgi aldık. Üniversiteler olarak araştırdık. Evvela onlardan aldık, aldığımız bütün bilgilerde Üstadın menfi şartlara rağmen, nasıl bir iman kurtarıcısı olduğunu gördük. Sizleri de buraya davet ettik ki sadece gençler ve ilim adamları değil, İran halkı da Bediüzzaman Hazretlerinin fikirlerinden istifade etsin” dedi.

 

Rektörün konuşmaları, bize müjde idi ama daha öyle bir şey yok. Rektör Bey oturuyor, Faris Kaya Bey’i çağırdılar. Daha protokol konuşmalarında orada bir de böyle üstüne beyaz bir şal çekilmiş yüksek bir şey var.

 

BEDİÜZZAMAN’IN İRAN’DA TANINMAMASI ÇOK BÜYÜK BİR NOKSANDIR

 

Sürprizi diyorsunuz?

 

Evet. Orada bir şey var. Ama üstü kapalı. Biz onun ne olduğunu bilmiyoruz. “Sözlerin tercümesi yapıldı, Allah’a şükür” dedi ve dua etti. Bu kadar. Ben, acaba sürpriz bu mu? Diye düşündüm. Sonra, “biz Cevşen-ül Kebiri basıyoruz, ama Türkiye’de basılanlar daha güzel” dedi. Hemen cebinden çıkardı, Hüsrev Şahi, Abdullah Yeğin abinin hediye ettiği Cevşeni gösteriyor, “Türkiye’ninki daha güzel, aynı şeyleri okuyoruz. Üstadın bu ilim ve irfanındaki en büyük hizmetin temelinde dua yatıyor” dedi. “Bu dua da peygamber duası. Cevşen-ül Kebiri çok okumuş, ama okumakla kalmamış, onunla amel etmiş, her bir ismi İlahi Risale-i Nurla baştan aşağıya esma okumasıdır Risale-i Nur. Ben böyle gördüm. Her halde benim fikrime katılırsınız” dedi. Böyle zarif bir takdimle anlatmış oldu. Sonra uzun ve güzel konuştu, çok memnun etti bizi. “Ben, Risale-i Nur’u, bir hizmet, bir iman ve ahlak kitabı olarak görüyorum. Bizim bugün en büyük ihtiyacımız ahlak meselesidir” dedi.

 

Ondan sonra İran eski Meclis Başkanı Hattat Adil, -müthiş bir hatip, şu anda aynı zamanda Meclis Kültür Komisyonu Başkanı ve milletvekili- nefis bir konuşma yaptı, bizim tarihimizi çok iyi biliyor, ta Tanzimat’tan aldı, Osmanlının yıkılışı, Cumhuriyetin kuruluşuna kadar ve Üstadın bu dönemlerdeki rolünü anlattı. Ve diyor, “Kusura bakmayın, ben sizin kadar bu işin mütehassısı uzmanı değilim.” Ama gayet güzel, ezberden konuşuyor, yazılı bir metinden değil. Elinde de Tarihçe-i Hayat var.

Okumuş onu, dersini çalışmış gelmiş.

 

iran_sempzoyum7.jpgKonuşmasına devamla, “ben, parlamentoda bir milletvekili olarak, Kültür Komisyonunun Başkanı olarak Bediüzzaman gibi bir alimin İran’da iyi tanınmaması bizim için çok büyük bir noksandır. Onun için bütün gayretimizle Bediüzzaman’ı tanıtmaya çalışacağız. Bu noksanımızı bu tarz üniversitelere görev vererek telafi edeceğiz” dedi.

 

Sürprize henüz geçmedik…

 

Sürprize geleceğim az sonra. Bir de dedi ki, “ben tetkik ettim, Bediüzzaman Hazretlerinin harikulade bir hafızası var, müthiş bir zekası var, ama bunlardan daha harika ve müthiş olan onun çelik gibi bir iradesi var. İradesi hem hafızasından hem zekasından çok daha fazla hiç yılmamış, en zor şartlarda imana hizmet etmesi benim çok dikkatimi çeken noktalardan. Tarihçesini okudum, -elindeki kitabı gösteriyor- Bediüzzaman Hazretlerinin yaşadığı devir itibariyle Batı medeniyetiyle İslam Medeniyetinin karşı karşıya geldiği bir devre ben bu medeniyetleri çok iyi bilirim, efendim benim sahamda budur, ama Bediüzzaman Hazretleri Batı medeniyetini İslam eksenli kabullenmiştir. Batı Medeniyetini bütün bütün bazı bağnazlar gibi tümüyle reddetmemiştir, iyisini almıştır, kötüsünü terk etmiştir, ama eksenine Kur’an’ı koymuştur. Batı medeniyeti olsun, ama Kur’an eksenli olsun, demiştir.”

 

SÖZLER MECMUASI BASILDI VE 1500 TANESİNİ ÜNİVERSİTEYE DAĞITILDI

 

Ondan sonra, medeni hayat tavrını Üstad Hazretlerinin nasıl tavsiye ettiğini, uzun uzun anlattı. Herkesin belki bileceği şeylerdir ama, öyle İranlı, önemli bir ağızdan duymak bizleri tabi çok memnun etti ve biraz dokundu da bana. Hem seviniyorum hem de dokundu bana. Sonra, “Üstad Hazretlerinin birlik ve beraberlik noktasında, ehl-i beyt muhabbetini göstermesi de bir güzelliktir. Yani bütün dünya Müslümanları, ehl-i Beyt muhabbeti ve meveddeti ekseninde birleşebilirler. Üstad çeşitli yerlerde ehl-i Beyt muhabbetinin birlik ve beraberliğin referansı olarak vermiştir” dedi. Üstadın geçirdiği sıkıntıları da zamanları da anlattı. Üstadın Tahir Paşa konağında Gladston’un hadisesi meselesini anlattı. “Bu, çok büyük, onu hayatında sarsan, değiştiren bir konu olduğu kanaatindeyim. Belki o gün doğru dürüst Türkçe de bilmiyordu, bilemiyorum ama Tahir Paşa ona okumuştur. Tahir Paşa, kendisi gayet iyi bir ilim adamı, Avrupa’yı iyi bilen bir insan, ama Bediüzzaman Hazretleri orada ulum-u imaniye ve Kur’aniyeyi, fen ilimleriyle birleştirerek okudu. Çok istifade ettiği kanaatindeyim ama Gladiston’un yani Kur’an Müslümanların elinde oldukça biz hakiki onlara sahip olamayız meselesi onu çok sarstı. Ondan sonra kolları sıvadı, İslam’a Kur’an’a o günden itibaren daha fazla azmetti. Ve o güne kadar medrese tarzında hizmeti düşünen Bediüzzaman’ın iman kurtarıcılığına girdiğini anlıyorum. Siz ne dersiniz ben öyle görüyorum” dedi.

 

Sonra “Bediüzzaman’ın meşrutiyet-i meşrua ve ben dindar bir Cumhuriyetçiyim demesi aynı manayı ifade ettiğini her iki rejimde de din eksenli olduğunu, Cumhuriyet kurulmuş, bunun temelleri din olacak, Meşrutiyet-i Meşrua gene temelin din olması lazım geldiğini ne kadar büyük bir dava adamı olduğunu gösteriyor, bir de beni meftun eden hürriyete hitabesi. Tekrar tekrar okuyorum onu. Çok ihtiyacımız var bizim. Hürriyete muhtacız” dedi. O hitabeyi Farisice okudu o kadar güzel ki, birkaç cümle okudu. “Bunu herkese tavsiye ediyorum, çok büyük sırlar var içinde” dedi.

 

İran Şia mezhebinden ve müteşeddittirler. Bir tarafta Şialık öbür tarafta Sünni bir alim Bediüzzaman. Hakikaten enteresan bir tablo. Daha sempozyuma girmedik. Bunlar henüz mukaddimeler. Protokol konuşmaları. Sonra geldi bizim o örtülü şeyin başına. Uzun boylu kendisi.

 

iran_sem3.jpgSürpriz olan şey de yüksek. Uzaktan fotoğrafını çektiğin zaman böyle Üstadın üzerinde bir cübbe gibi görünüyor karşıdan. Ondan sonra dedi ki, “Size bir sürprizimiz var, bizi çok sevindiren ve resmi açılışını yapacağımız burada bir eser var.” Şalı açtı, milletvekili kitabı eline aldı, bütün millete yüksekten göstererek: “Sözler mecmuası basıldı ve 1500 tanesini üniversiteye dağıtıldı, ilk seferde 3 bin tane basıldı, İhlas ve Uhuvvet Risalesi de çok mükemmel ama bir baskıyla basıldı bugün Sungur abiye hediye ettim” dedi. Onu da takdim etti. Herkese tavsiye etti. “Okunması lazım” dedi. Yani onların bütün derdi: “halka biz Risale-i Nur’u nasıl okuturuz?” Bediüzzaman’ın fikirlerinden hiç kimseye zarar gelmeyeceğini anlamışlar. Türkiye’de bir İslami gelişme var, temelinde Nurculuk olduğunu hemen hemen bütün ilim adamları söylüyor.

 

Gerçekten sürpriz oldu mu?

 

Evet. Alkışlama da yok orada. Fırıncı abi neredeyse alkışı patlatacaktı. Şimdi orada enteresan bir hadise oldu mu salavat getiriyorlar. ”Allahümme salli alaaaaaaa Muhaaaaaaammed“ diye. Bizler de “Allahümme salli alaaaaaa Muhammed” diye salavat çektik. Alkış yerine salavat çok güzel.

 

Sonra çok mühim bir hadise İran’ın meşhur âlimlerinden Ayetullah Teshiri, -bu zat piri fani, sağ tarafı mefluç, tamamen gitmiş- sempozyuma geldi, evvela özür diledi. Onu sahneye çıkardılar kollarına girerek. Dedi ki, “evvela sizden öyle yüksek Bülendi Avez Farsçası bir dava için çok kısık sesle konuştuğum için özür diliyorum. Bunu yüksek sesle konuşmam lazım. Vezir gibi, bakan gibi konuşmam lazım ama ben üç mühim ameliyat geçirdim arka arkaya. Yaşım da çok ileri, ama böyle bir alimin toplantısına geldim.”

 

MEHMET FIRINCI: İRAN VE BULGARİSTAN’DA YAŞADIĞIM ŞOK!

 

Mehmet Fırıncı: Üstadla ilgili toplantılarda iki yerde şok yaşadım. Biri Bulgaristan’da. Bulgaristan’da sempozyum olacakmış Allah Allah. Tövbe estağfirullah. Öyle düşünüyordum hakikaten. Çünkü ben daha evvelki yıllar Almanya’ya giderken gelirken hesap edersen yirmi defa falan geçtim oradan. Çok zülmani bir yerdi. Neticede gidelim bakalım dedik. Nasıl olacak, her halde Sofya’da bir mahalle kahvesinde, küçük bir yerde olacak, diye düşünüyorum. Bir de gittik ki ondan sonra orada lüks bir otelde misafir ettiler, ertesi gün üniversitede olacakmış. Allah Allah üniversitede... Neyse hayretle bir gittik. Baktık muazzam bir bina. 100 sene evvel yapılmış bir Üniversite binası.

 

Haşmetli bir merdivenden -üç kattı her halde- çıktık. En üst katta muazzam bir salon. Hınca hınç dolu. Ön tarafta protokol, bizi de protokole oturttular. Cumhurbaşkanı temsilcisi geldi. O evvela bir takdim yaptı. Derken çeşitli kimseler, Bulgaristan Müftüsü, kaç tane profesör, Bulgar profesörler ve Bulgar Müslüman Profesörler zaten bunu yaptı. Üstadı çok güzel bir şekilde anlattı. Benim de konuşmamı Filibe Müftüsü tercüme etti. Öyle acaip bir hal gördük. Bulgaristan’da ben, böyle iki yerde bu şoku yaşadım. Yani birisi Tahran’da birisi de Sofya’da, diğer yerlerde de tabi çok memnun olduk yani Endonezya’da kaç yerde resmi uçaktan inerken uçağın merdiveninden itibaren kırmızı halı döşemişlerdi bizi karşılamak için.

Ondan sonra iki saat motorla gittik nehirden. Orada sahile çıkarken bir de baktım bir müfreze asker. Bir yüzbaşı başlarında, bizi askeri merasimle karşıladılar. Elhasıl bunlar güzel, ama ben bu iki yerde çok daha etkilendim, şok yaşadım.

(Son)

 

www.RisaleHaber.com