İngiltere Risale-i Nur Enstitüsü kuruluyor

İngiltere Risale-i Nur Enstitüsü kuruluyor

Bediüzzaman Said Nursi’nin talebesi Mehmed Fırıncı ile yaptığımız röportajın dördüncü ve son bölümü

Röportaj: Abdurrahman Iraz-Nurettin Huyut / Risale Haber

 

(1. BÖLÜM: BEKİR BERK'İN NURCULUĞA VURULDUĞU AN)

(2. BÖLÜM: BEDİÜZZAMAN 27 MAYI İÇİN NE DEMİŞTİ?) 

(3. BÖLÜM: ZÜBEYİR GÜNDÜZALP'İN HİZMET SIRRI)

 

4. BÖLÜM:

 

RİSÂLE-İ NURDAN BAŞKA ÇARE GÖRMÜYORUZ

 

Kaç ülke dolaştınız?

 

Avrupa, Almanya, İngiltere, Belçika, Hollanda, Kuzey Afrika, Fas, Malezya, Endonezya, Filipinler, Balkanlar’da Yugoslavya, Bulgaristan, 4 defa Bosna- Hersek’e gittim. Daha sonra Zagrep’e… En son programı da Hırvatistan’da yaptık…

 

Allah size uzun ömürler versin. İnşallah daha uzun seneler bizlere faydanız olur. Her zaman sizi aramızda görmekten mutluluk duyacağız. Fakat ağabey, hãlâ bu yaşta neden hizmetlere devam ediyorsunuz. Neden evinize çekilip dinlenmiyorsunuz? Sizin yerinizde kim olsa “ben vazifemi yaptım” diyerek, kabuğuna çekilirdi…

 

Geçen gün Rüstem Paşa Medresesi’nde İstanbul İlim Kültür Vakfı’nda laik görüşlü bir profesör geldi. Hanımı da Japon… Sizin sorunuza benzer bir ifadeyle, “Nedir sizin bu Said Nursî’yi, Risâle-i Nur’u dünyaya tanıtmak için çırpınışınız? İlla başkaları da öğrensin diyorsunuz?” diye sordu. Ben de, “Ben 50-60 senedir Risale okuyorum. Bu kitaplardan aldığım ders, devamlı insanlara şefkat, merhamet, iyilik… Ve büyük bir huzur içinde herkesi sevmek, herkesle beraber hayra, iyiye, güzele doğru bir adım atmak… Ben bunları öğrendim. Bakıyorum benim dışımda da okuyanlar aynı şekilde oluyorlar.” Burada isim vermeyeyim İslam dünyasından bazı isimleri söyledim, “Ama onları okuyanlar…” Kendisi yumruğunu kaldırıp, “Onları okuyanlar böyle oluyorlar” dedi. “İşte bu yanlışlığı izale etmek için Risâle-i Nurdan başka çare görmüyoruz.

 

Eğer Risâle-i Nur dünyaya yayılırsa bu şefkat, muhabbet, merhamet, insanları birbirine kaynaştırma fikri tüm dünyaya yayılır. Bu meselelerin Risâle-i Nurla halledileceğini düşündüğümüz için biz böyle yapıyoruz. Başka hiçbir şey için değil. İnsanlığın hayrına, güzele, iyiye, hizmet etmek için… Valla bu zevk, insan değil seksen yaşına girse, yüz seksen yaşına da girse, insanı koşturabilir. Hakikaten büyük huzur duyuyorum. Ve o hizmetle meşgul olduğum zamanlarda emin olun ben kendimi yirmi yaşında hissediyorum.

 

RİSÂLE-İ NUR HİZMETİNDEN BAŞKA HİÇBİR ŞEY İÇİN GİTMEDİK

 

Eşiniz Şükran Hanımın, “Çok geziyorsun, yoruluyorsun. Biraz dinlen” gibi şeyler söylediği oluyor mu?

 

Bazen, “Ne olur biraz dinlenin” dediği oluyor. Çünkü bazen çok yoruluyorum. Gece ikilerde eve geldiğim oluyor. Ama Risâle-i Nur aşkıyla ayaktayım çok şükür… Bütün insanlar da böyle olur inşallah…

 

Sizin diz ağrılarınızın olduğunu da biliyoruz. Sungur ağabey de aynı şekilde rahatsız... Buna rağmen hizmetleriniz devam eder…

 

Sungur ağabey Allah razı olsun bizden çok daha ilerde. Şartları çok ağır olmasına ve hasta olmasına rağmen hizmetlere devam ediyor…

 

Gittiğiniz yerlerde hep Risale-i Nur hizmeti mi yaptınız?

 

Risâle-i Nur hizmetinden başka hiçbir şey için gitmedik.

 

 

YİRMİNCİ ASIRDAN SONRAKİ GELEN ASIRLARIN MEDENİYET PROJESİ BU BİNADA ÇİZİLDİ

 

Üstad hazretlerinin en büyük arzusu olan Medresetüzzehra projesinin hayata geçirilmesi için neler yapılmalı sizce?

 

Üstad Hazretleri zaten o projesini Risâle-i Nur’la tahakkuk ettirmiş. Yani, “Aklın nuru ulumu fenniye, kalbin nuru ulumu diniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder” diyor. Şimdi Risâle-i Nur’a baktığımızda bu imtizaç en fevkalade şekilde görülüyor. Bu üniversiteyi sadece Van’da, Diyarbakır’da, Bitlis’ te değil… Bütün dünya çapındaki üniversitelerde… Mesela düşünün şimdi Kahire’de Ezher Üniversitesinde okuyan kaç milletten insan var… O talebelerin hepsinden gençler medreseye geliyor. Beş katlı bir bina var, alınabildi elhamdülillah. Orada 50-60 tane her milletten gençler geliyor, hem okuyor, hem de üniversiteye devam ediyorlar. Tabiî kabiliyetli çocuklar… Memleketlerine gittiler miydi her biri Risâle-i Nur’un bir naşiri hükmüne geçiyorlar. Üstad o şekilde düşünmüş… Yani Ezher Üniversitesi de aynı hizmeti şu anda görüyor…

 

Tabiî Üstadımız madden öyle murad etmiş… Geçenlerde Tahir Paşa konağını gördüm. Resimlerini çektim… Çünkü Üstad o projeyi on beş yaşlarındayken Tahir paşa’nın konağında yapmış. Bu sebeple Konağın ihya edilmesi gerekiyor… “Yirminci asırdan sonraki gelen asırların medeniyet projesi bu binada çizildi” diye konağın alnına büyük yazılarla yazmak lazım diye düşünüyorum.

 

“İNGİLTERE RİSÂLE-İ NUR ENSTİTÜSÜ” KURULUYOR

 

Şu an dünyanın birçok yerindeki üniversitelerde Risâle-i Nur okutuluyor dediniz. Birkaç örnek verebilir misiniz?

 

Biz Endonezya’nın Lampung şehrine gittik. Orada Şerafettin Bey var. Şu anda dekan olmuş. Biz Kediri’ye gittiğimiz zaman o da geldi anlattı. “Ben şimdi büyük bir odayı Said Nursî köşesi yaptım. Bütün kitapları dizdim. O’nun resimlerini astım” dedi. Yani, Ali Uçar’ın daha ilmisi Şerafettin Bey… Dünya üzerinde bu şekilde Risâle-i Nur’a sahip çıkan insanlar var… Filipinler’de üniversitelerde ders kürsülerinde alınan notlar, resmi değerlendirmelere giriyor. Amerika’da gene zeki kardeşin bulunduğu üniversite de bir risale kürsüsü var… Yani öyle çok ki, başımız döndü bunlardan elhamdülillah… Şu an Durhaim’da bir Enstitü kuruluyor “İngiltere Risâle-i Nur Enstitüsü” diye… Yine bir Tarihçe-i hayat çıktı… İngilizlere ait bir üniversitenin yayınlarından çıktı.

 

 

İSLAM DEVLETLERİ RİSALE-İ NUR’U PROGRAM YAPMALI

 

Siz üzerinize düşen vazifeyi fazlasıyla yapmışsınız zaten. Biz bunlarla iktifa mı etmeliyiz? Ya da İslam Birliği’ne giden yolda bizim döşememiz gereken taşlar nelerdir?

           

Çok daha şümullü ve geniş hale gelmesi lazım… Biz bunu eğitim sahasında düşünüyoruz ama bu hizmetin değişik merhalelerde olması lazım… Üstadımızın Risale-i Nuru İslam Devletlerinin evvela programı olması lazım. Onların gaye programı olması lazım adeta… Hem eğitimde, hem de aralarındaki münasebetlerde… Hutbe-i Şamiye’nin yüzüncü yılı dolayısıyla, iki sene evvel Suriye’de okundu. Bütün İslam uleması oradaydı. Suudi Arabistan’dan ve çeşitli ülkelerden katılanlarla öyle bir tahliller, o kadar güzel izahlar yapıldı ki Hutbe-i Şamiye üzerine… Ve bunun tesirlerini şimdi yavaş yavaş görmeye başladık, İslam milletleri mabeyninde Elhamdülillah. 

 

RİSÂLE-İ NURLAR SUUDİ ARABİSTAN’DA DA YAYINA GİRDİ ELHAMDÜLİLLAH

 

Suudi Arabistan’da Risâle-i Nurların basılması gibi büyük bir başarıya da imza attınız siz… Bunun Fırıncı Ağabeyin gayretleriyle olduğunu biliyoruz. Bu konuyu anlatır mısınız biraz?

 

Estağfirullah… Risâle-i Nurlar neredeyse yirmi senedir zaten Kahire’de basılıyor. Suudi Arabistan’sa neşriyatlar, bütün yayınlar ve İslami yayınlar hususunda biraz daha disiplinli bir ülke… İlk olarak orada vezaretül ilam, bir turizm ve tanıtma bakanlığı gibi diyelim… Kitaplar önce orada tetkikten geçiyor, ondan sonra Suudi Arabistan hudutlarından içeriye kanuni bir şekilde girebiliyor. Ve neşredilecekse ediliyor, dağıtım olacaksa kitapçılara dağıtılıyor.

 

Risâle-i Nur’ların orada basılıp dağıtılması hususunda bir teşebbüste bulunduk. Aslında orada kardeşler Vezaretül ilam’a vermişler kitapları. Oradan müsbet rapor çıktı. Yani, “Burada basılabilir ve dağıtımı yapılabilir” diye… Bunun üzerine ben üç defa gittim. Ve hamdolsun neşroldu. Orada bir yayınevinin sahibi aynı zamanda izin teşkilatının da başkanı… Çok mübarek bir zat… İki tane de okulu var Mekke-i Mükerreme’de. Onun Cidde’deki kısmı sadece reklam üzerine işler… “Kitap yok bizde” dedi. Biz de konuştuk. “Siz de kitabını yapın” dedi. Ve onun ismiyle “Darul Huneyn” ve “ Sözler” beraber… Kahire’de basıldı. Zaten Suudi Arabistan kitapları ya Kahire’de, ya Beyrut’ta basılıyor. Orada da var matbaalar ama çok pahalı… Netice iki yayınevinin de iştirakiyle Risâle-i Nurlar Suudi Arabistan’da da yayına girdi elhamdülillah…

 

Bir de tabiî Mekke-i Mükerreme’ye, Medine-i Münevvere’ye kadar geliyor o kitaplar. Risâle-i Nur’ların oradaki kitapçılarda bulunması çok önemli bir husus…

 

EN BÜYÜK HAYALİM                     

 

Peki, ağabey bu zamana kadar Risâle-i Nurlara hizmet ettiniz. Üstad’ı gördünüz. Bütün ömrünüzü bu uğurda vakfettiniz. Şu an için en büyük hayaliniz nedir?

 

Önceki hayalim iki yerde birer bina teşkil ederek, yayınevi ve Risâle-i Nur merkezi tarzında bir yer kurmaktı. Birisi Kahire’de, birisi Cakarta’da…  Çünkü Cakarta dünya’nın en büyük İslam ülkesinin kenti… Kahire’de oldu. Yayınlar da oldu, bina da oldu… Cakarta’da da yayınevi hemen hemen teşekkül etti. Şu anda Mesnevi-i Nuriye çıktı. Sözler, Mektubat gibi eserlerin de tercümesi bitmek üzere… Ama hayaller bitmez… Şimdiki hayalim Amerika ve İngiltere… Birisinde de olsa yeter. Ama hakikaten büyük bir yayınevi, büyük bir merkez olacak… Orada çok mükemmel İngilizce bilen elemanlar ve bütün İslami kuruluşlara internetle lojistik destek sağlayarak bu çalışmayı yapmak lazım. Çünkü Müslümanların düşünce yapısı dağınık…

 

Risâle-i Nur’larla bunları bir istikamete sokmaya ihtiyaç var. Risâle-i Nur’u okuyan tüm ilim adamları bu konuda müttefiktirler… O gün Mısır Edebiyatçıları Dernek Başkanı, aynı zamanda Ezher’de Profesör, “Ben size tavsiye ediyorum. Selef-i Salihin’in kitaplarını okumak isteyenler Risâle-i Nuru okusun. Ben bütün Selef-i Salihin’i okudum. Sonra Risâle-i Nur’u okudum. Baktım ki hepsini toplamış. Onlarla uğraşmayın. Bunu okuyun. Kâfidir” dedi. Şimdi biz bunu söyleseydik, meşrep taassubu falan denilebilirdi, ama böyle bir ilim adamının söylemesi beni cidden ağlattı.

 

Onun için bu insanları, bütün düşünenleri farklılıklardan kurtarıp, aynı maksada, bir mercekten geçen güneş ışığı gibi aynı noktaya odaklamanın tek yolu Risâle-i Nur’dan geçer. Ben buna da kaniim. Sadece ben değil, İslam dünyasında ve Batı’da okuyan, ilimle meşgul olan ve Risâle-i Nur okuyan herkes bunda müttefiktirler…

 

 

EN ACI VEREN OLAY

 

Bu uzun hizmet hayatında size acı veren, sizi çok üzen bir hãdise oldu mu?

 

Risâle-i Nur’u elde edip de sonradan ondan bazı sebeplerle, bizim yanlışlıklarımızla da olabilir ayrılan birisi olursa, en büyük acım o… Ben iki tanesine sebep olmuşum, daha doğrusu ben o kişileri tanımamışım. O gün de 20 saat çalışmışım. O kişi sırf beni görmek için gelmiş. “Hoş geldiniz kardeşim” demişim. Diğer odaya geçmişim. Sonradan o zavallı kırılmış. O kadar üzüldüm ki, hãlâ üzülürüm. Bana acı veren bu ve bunun gibi şeyler… Yoksa diğer şeyler geçici oluyor. 

 

Bu dünyadaki en hassas insanlardan biri olduğunuzu birçok kimse biliyor. Tabiî ki böyle bir hãdise karşısında çok üzülmüşsünüzdür…

 

Ben daha sonra o hãdiseyi tamir etmek için çok uğraştım. Fakat o kardeş bir kere benden kırılmış. 

 

HİZMET HAYATINDA EN MUTLU EDEN HÃDİSE

 

Soruyu tersinden sorarsak, hizmet hayatınızda sizi en mutlu eden hãdise nedir?

 

Almanya’dayız. Gene Kur’an basımı için çalışıyoruz. Avusturya’dan Kur’an basma hususunda bir arkadaş geldi. Haber aldık ki İstanbul’da, İstanbul Basın Savcılığı, İstanbul Üniversitesi’nin verdiği 22 sayfalık rapora 7 sayfalık bir takipsizlik kararı çıkartarak, Risâle-i Nurlar’ı hürriyetine kavuşturmuş. Bu 22 sayfalık ve 7 sayfalık yazıları o gece sabaha kadar okudum. Stutgard’da Medrese’de… Onun zevkiyle… Çünkü o raporda hakikaten Üniversitenin üç tane profesör sadece Hanımlar Rehberiyle, Gençlik Rehber’inde biraz açıklama getirmişler. “Yani diğerlerinde suç yok, bugünkü hürriyet zemininde bunlarda da yok”  diye… Yedi sayfalık bir karar…

 

Onun başlangıcı şöyle; Etap Marmara’da fuar açıldı. Fuarda Cumhuriyet Gazetesi’ne bir ilan verdik. Tabiî kitapların resimleriyle beraber… “Kararı siz verin” diye… Cumhuriyet gazetesinde çıktı ilan. Sıkıyönetim de var İstanbul’da o sırada. Sıkıyönetim diyor ki birinci şubeye, “Böyle yasak kitaplar reklam ediliyor. Sizin haberiniz yok.” Sonra geldiler. Sözlerden külliyatı aldılar. Sözler yayınevi de faaliyette o sırada… Onlar kitapları öyle alınca, biz Safa ağabeyi çağırdık. O zaman Bekir ağabey Suudi Arabistan’da. Bütün mahkeme kararlarını da dosya haline getirerek Genelkurmay başkanlığına gönderdik Ankara’ya. Oradan Adalet Bakanlığı’na gitti. Adalet bakanlığı tekrar İstanbul başsavcılığına gönderdi. Ve yayınevi İstanbul’da olduğu için, İstanbul Üniversitesi hukuk Fakültesi profesörlerine gelmiş. Onlar da, “Hiçbir suç yoktur” diye rapor verince ben o gece sabaha kadar uyuyamadım. Ve Sevincimden ağladım. Sene 1983. (Mehmed ağabey’in sesi burada titriyor, sarsılıyor ve ağlıyor.)

 

Bundan 30-40 sene evveline gitseniz, neyi farklı yapmak isterdiniz? Yani pişmanlık duyduğunuz bir hãdise var mı?

 

Bilhassa Zübeyir ağabeyle beraber olduğumuz zamanda keşke daha mükemmel şekilde hizmet yapabilseydik. Ama takatimizin yettiği kadarını yapıyorduk zaten. Çünkü Zübeyir ağabey Risâle-i Nur hizmetini çok iyi bilen bir insandı… Etrafındaki bütün ekibi de mükemmel çalıştırabilen bir insandı. İnşallah ona da hürmetsizlik yapmamışızdır. Tekrar o zamana gitsem ben yine zevkle bu defa daha çok çalışarak hizmet ederdim. 

                                                                                                       

Bizler şu an hizmetler hususunda anlaşmazlıklar yaşayabiliyoruz. Şu an hayatta olan ağabeyler bizlere yol gösteriyorlar, bizleri frenliyorlar. Fakat bundan sonra gelecek nesiller ne yapacak?

 

Zaten bu hususta bütün yapılacakları Üstadımız Lâhikalarda ve mektuplarda belirtmiş. Diyelim ki müsbet hareket, cihad-ı manevi, birbirine olan muhabbet…

 

NEDEN CEMAAT AYRILIKLARI OLMUŞ

 

Madem Üstad belirtmiş her hususu, o zaman neden onlarca ayrı gurup var?

 

Cenab-ı Hak’kın peygamberimizin kabul etmediği dualarından birisi bu. Yani başka var mı bilmiyorum da. “Ümmetin ihtilaf etmemesi” hususunda dua ediyor, o duası kabul olmuyor. Dolayısıyla peygamberimiz için öyle olduğu gibi, bizim bu hizmetlerde de… Hakikatte ihtilaf yok, hepsi Risâle-i Nur’un, iman derslerinin okutulmasında, okunmasında, neşrinde, cihad-ı manevi konusunda müttefik…

 

Üstad’ın kabul etmediği hususlara teşebbüs etmiyorlar. Fakat kendi aralarında, eskiden biraz daha fazla vardı, şimdi daha az… Eskiden bana selâm vermezlerdi, şimdi hangi gurup olursa olsun beni görünce boynuma sarılıyorlar. Allah razı olsun. Demek ki o eski problemler zamanla izale oluyor. Ben temelde bir ihtilaf görmüyorum. Meslekte değil, meşrep de bazı hususi şeyler hükmediyor. Ve birbirini bilmiyor… Hãlâ beni en büyük medya gurubunun başındaki bir gazeteci olarak görüyor…

 

Benim gazeteyle, şunla, bunla hiçbir alakam yok şu anda. Doğrudan Risâle-i Nur hizmetinden başka bir şey düşünmüyorum. Tabiî memleketimizin, vatanımızın, Âlem-i İslam’ın meseleleriyle alakadarız ama bizim yaptığımız iş bunları neşretmek, bunları düşünmek, bunları dünyaya yaymaya çalışmak… Kardeşler sağ olsun beni hãlâ İstanbul İlim Kültür Organizasyonunun başında tutuyorlar, orada göstermelik de olsa… Ama bizim işimiz Risâle-i Nur…

 

İnsanlar bilmediğinden, tanımadığından, böyle münaferetler oluyor. Esasında ben Nur talebelerinin on altı değil, otuz altı gurup da olsa bu esasları muhafaza ettikçe bir farklılık olarak görmüyorum. İnşallah bunlar ileride, “Ya biz ne lüzumsuz şeyler üzerinde farklılıklar çıkarmışız. Birbirimizi anlamada yanlışlıklara sebep olmuşuz!” diye düşünerek, tövbe istiğfar edip, hepsi birbirinin boynuna sarılıp, helâllaşarak hizmete devam edecekler diye ümit ediyorum…

 

RİSÂLE-İ NUR MESLEĞİNDEKİ GRUPLARA MEŞREP BİLE DENİLEMEZ MİZAÇTIR

 

Meslek ve meşrep nedir ağabey?

 

Çok incesini bilmem. Kusura bakmayın. Meslek; bayağı ilmi, sistemleri olan yollardır. Meşrep de; hususi, kendi duygularını esas alarak hareket etmektir. Böyle insanlar vardır yani… Kendi duygularından çıkar hareketleri… Risâle-i Nur mesleğindeki gruplara meşrep bile denilemez, mizaçtır yani…

 

Az önce, “Cemaatler bana selâm vermiyordu, şimdi görenler boynuma sarılıyor” dediniz. Bu guruplar arasında kaynaşma başladı çok şükür. Peki, yardımlaşma da oluyor mu? Sizce bu yeterli mi?

 

Yeterli görülemez. Ama böyle güzellikler var…

 

BEKİR AĞABEY MAZLUMDU…

 

Risâle-i Nur’un büyük avukatı Bekir Berk, bir nevi sürgün hayatı yaşadığı gurbet hayatında gerekli ilgiyi gördü mü?

 

Buradan gidenler ve biz kendisiyle sürekli alakadardık. Zaten simitten başka bir şey istemezdi. Bir kitap, bir de simit… Biz de istediklerini gönderiyorduk. O daha kitaplar çıkmadan tesbit ederdi. Gazetelerden mi artık nereden buluyorsa… Daha kitap çıkmamış, yayınevleri kitap çıkmadan ilan vermişler… Biz o kitapların hepsini getirdik daha sonra buraya… Netice elimizden geldiği kadar bu hususta Bekir ağabeyin bütün isteklerine, duygularına cevap verirdik. Özellikle buradan gidenlere adres verirdik, gidip onu bulurlardı. O da onları sevgiyle kucaklar, yemeğe götürürdü falan… Ben yanlış bir tavır içinde olduğumuzu ve olduklarını görmedim Nur talebelerinin…

 

Bekir ağabey mazlum muydu?

 

Evet. Bu konuda hakikaten Bekir ağabey mazlumdu…

 

 

BÜTÜN DÜNYAYA TEŞEKKÜR EDERDİM

 

Sizinle bir hayal kuralım. Mısır’da Ezher Üniversitesinin ev sahipliğinde bir İslam kongresi kurulmuş. Bütün Dünya milletleri temsilcileriyle bu kongrede… Japonlar kesbi medeniyeti anlatıyorlar. Almanlar bahtiyarca hidayetlerini paylaşıyorlar. Amerikalılar İslami hürriyeti öğrenmeye çalışıyorlar. Ruslar Tabiat Risalesinden ders okuyorlar. Araplar İşarat-ül İ’cazın yeni ciltlerini hazırlıyorlar. Ve ittihad-ı İslama hazırlanıyorlar. İskandinav ülkeleri Risâle-i Nur’dan siyasi ve içtimai meselelere hazırlanıyorlar. Avusturalyalılar kendi kıtalarında yaptıkları Medresetüzzehrayı tanıtmaya çalışıyorlar. İranlılar Cevşenin manasını Risâle-i Nur’dan anlamaya çalışıyorlar. Ve tüm televizyon kanalları bu konuşmaları canlı yayından veriyorlar. Bütün dünya milletleri de tv başında bu kongreyi izliyor… Türkiye adına Üstad’ın talebesi Mehmed Fırıncı katılıyor. Mikrofonun başındasınız. Neler söylerdiniz?

 

Ben son defa Mısır’daki sempozyumda hiç düşünmediğim bir şekilde buradaki gibi, Profesör Abdulhalim Uveyş birden, “Mehmed Fırıncı konuşma yapacak” dedi. Şaşırdım. Ulemanın arasında benim gibi cahil bir adam ne konuşacak diye… İhsan ağabeye, “ne konuşayım?” dedim. O da “teşekkür et” dedi. O bir cümleyle birden ufkum açıldı. Ve hakikaten o sempozyumu tertip eden cemiyet erkanına, Ezher Üniversitesi erkanına, Mısır’ın devlet erkanına, böyle imkanları, böyle Üstad hazretlerinin dünyaya verdiği mesajları duyurma hususunda böyle bir sempozyum tertip etmeleri, vesile olmalarından ötürü kendilerine azami teşekkür ederim diye söylemiştim. Ve gene aynı şeyleri, buna benzer, sadece Mısır’a değil, bütün dünyaya teşekkür ederdim.

 

Çünkü Risâle-i Nur öyle ilahi bir Kur’an nuru ki, hakikaten her ruhun maşukası, her kalbin hırz-ı can edeceği bir hakikatlar manzumesi… Ve biz bunun hakikatini tam manasıyla anlayabilmiş değiliz. İnşallah bütün insanlığa bu hususta o saadet nurundan içmelerini tavsiye ederim.

-Son-