Herkes özgür olmadıkça kimse özgür olamaz

Herkes özgür olmadıkça kimse özgür olamaz

Mazlumder Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, RisaleHaber'e konuştu...

Röportaj: Dursun Sivri, Fotoğraflar: M.Emin Benek

 

Giriş

Mazlum-Der’i kamuoyu 28 Şubat sürecinde üniversitelerde uygulanan başörtüsü sorunu ile tanıdı. Başörtüsünden dolayı mağdur olanların derdini hep gündemde tutabildiler.

Faaliyetleri sadece başörtüsü ile sınırlı değil elbet.

“Kim olursa olsun mazlumdan yana, kim olursa olsun zalime karşı” faaliyet amaçlarının ifadesi.

Türkiye içinde dünya genelinde insan hakları ile ortaya çıkan her türlü mazlumiyeti ve mağduriyeti dile getiryorlar. İnsan hayatını, toplumsal barışı tehdit eden hak ihlalleri, hatta çevre felâketlerini bile.

Ahmet Faruk Ünsal bir önceki dönem milletvekilliği yapan bir isim. Vekillik görevinde aynı zamanda şu andaki gönüllü yaptığı görevi resmi olarak yürütmüş. İnsan hakları komisyonu başkanlığı yapmış.

Gündem insan hakları ekseninde bir röportaj gerçekleştirdik. Dikkate değer tespitler ve görüşler yer alıyor. Her insanın, özellikle dava sahibi insanların bilmesinde fayda olan konuları bilme bağlamında mutlaka okunmalı.

 

Sayın başkanım önce sizi kısaca tanıyalım.

 

Adım, Ahmet Faruk Ünsal. Yaklaşık 1,5 yıldır Mazlumder genel başkanı olarak görev yapıyorum. Mazlumder’deki bu görevden önce de insan hakları konularıyla çeşitli, farklı derneklerde ilgilenmiştim. Araştırmalar ve çalışmalar yapmıştım. Bir dönem de milletvekilliği yaptım. O zaman da insan hakları komisyonu başkanı olarak vekillik yaptım.

 

HERKES ÖZGÜR OLMADIKÇA KİMSE ÖZGÜR OLAMAZ

 

Web sitenizde kurulunuz hakkında genel ifadeler var. Mazlumder hangi ihtiyaçtan doğdu? Asıl amacını özetleyecek olursak, kuruluş maksadı nedir?

 

Mazlumder, esasında bizim mensubu olduğumuz medeniyetin reflekslerinden farklı bir refleksle ortaya çıkmış bir dernek değil.

Resulullah (asm)’ın da kendisine peygamberlik tevdiinden önce şehrin ileri gelenleri ile adaleti temsil etmek, adaletin garantisi olmak adına yapmış olduğu çalışmaların esasında bir benzerini biz de yapalım düşüncesi ile ortaya çıktık.

 

Belki sadece kendimize has problemleri, camianın kendisine has problemlerini önceleyerek ortaya çıkmıştı. Fakat adalet arayışı öyle bir şey ki yani herkes özgür olmadıkça kimse özgür olamaz; herkes adalete kavuşmadığı müddetçe kimse esasında adaletli bir ortamda yaşayamaz.

 

Av. Muharrem Balcı (Yeşilay Genel Başkanı) Bey geçenlerde sivil toplum kuruluşu tanımına “Bbaşkalarının haklarını ve problemlerini dert edinen kuruluşlar”a sivil toplum kuruluşu denilebilir diye tanımlamıştı. Sizde de camia dışında herkesin mazlumiyetini ve mağduriyetini giderme amacı faaliyet alanınızın içine giriyor mu?

 

Tamamıyla giriyor. Zaten bizim kuruluştaki sloganımızla şu anki duruşumuz arasında bir fark yok. Kuruluşta da onu söylüyorduk; “Kim olursa olsun mazlumun yanında ve kim olursa olsun zalime karşı!”. Dolayısıyla onu oturtmaya çalışıyor, o doğrultuda devam ediyoruz. Ama ilk başta daha çok başörtüsü mağduriyetleri ile ilgilendik. O dönem içeride bulunan arkadaşların, çeşitli vesilelerle içeri girmiş olan arkadaşların aileleriyle ve onların hukuki yardımlarına ilgilenen bir merci olduk. Bunları çok daha çeşitlendirebiliriz.

 

İçerideki arkadaşlar dediğiniz kimler? Hangi iddialardan dolayı içerideler?

 

Derneğin kurulduğu dönemde o gün “İslamcılık”la ilgili çeşitli iddialarla içeri girmiş olan arkadaşların ailelerine, kendilerine yardım edelim, hukuki yardımda bulunalım ve başörtüsü meselesinde yardımlarda bulunalım dedik. Fakat bunlarla uğraşırken bir tarafta zulüm üreten bir sistem içerisinde olduğumuzu gördük.

 

mazlumder_haberici.jpg

 

Beynelmilel alanda mı, Türkiye genelinde mi?

 

Bu, tamamen bileşik kaplar gibidir. Yani kendinizi Türkiye ortamından ayıramıyorsunuz. Çünkü siz, bir siyasi vasat içinde yaşıyorsunuz veya bir hukuk düzeni içerisinde yaşıyorsunuz. Ve Türkiye’yi dünyadan da uzak tutamıyorsunuz.

Çünkü Türkiye de dünya ile ilişkiler halinde.

 

Mesela; 1982 yılında Hama’da çok büyük bir katliam yaşandı. Yani 20 bin civarında insan bir iki gün içerisinde Hama şehri kuşatılarak katledildi.  Şu an da dünya katliamlar ve soykırımlarla yüzleşiyor. Srebrenitza Katliamı 8 bin Boşnak Müslüman öldürüldü. Her sene Türkiye’den ve dünyanın birçok yerinden bakanlar gider. Ve Srebrenitza Katliamı anılır. Orada hem adalet anlayışı vardır hem de bir eyleri unutturmama çabası vardır.

Çok anlamlı bir şeydir.

 

Saddam’ın gaz bombası ile Halepçe’de yapmış olduğu katliam.

Şu anda Irak’ta siyasi vasat, Saddam’ın döneminden çok daha farklı bir yere dönüştü. Dolayısıyla bunu soruşturmak daha mümkün ama dünya bunları unutmadı.

Daha somut bir şekilde konuşuluyor. Ama kimse Amerika düşmanı gibi algılanmayı göze alamıyor. Adeta unutulmaya terk edildi.

 

Suriye ve Hama’nın icracıları, katilleri bir kısmı Suriye dışında, Rıfat Esat gibi, bir kısmı da halen Suriye’de görev yapıyor. Dolayısıyla bunun unutulmaması gerekiyor.

Biz geçen sene Hama Raporu hazırladık. Ama şunu söyleyeceğim.

 

Hani siz dediniz ya ‘Türkiye’den kendinizi bağımsız tutamıyorsanız; Türkiye’de kendi ilişkilerinde Dünyadan kendini bağımsız tutamıyor.’

Biz Hama konusunda, Hama’da adalet beklentisi konusunda yapmış olduğumuz çağrıya siyaset dünyasından yeterince ilgi ve alâka görmedik. Belki gönül dünyalarında ilgi vardı ama reel anlamda bunu göremedik. Çünkü Türkiye de kendi ilişkileri içerisinde olaylara yaklaşıyor.

 

Türkiye’nin son zamanlat Suriye ile ilişkilerinden dolayı onu sormayı uygun görmüyor belki…

 

Onu bilemeyiz. Kapalı kapılar arkasındaki görüşmeleri bilemeyiz. Biz tamamıyla siyasi bir dil kullanmadan adalet temelinde bir talepte bulunuyoruz. Talepte bulunmak ta son derece insani bir şey. Ve bunun dinle, herhangi siyasi proje ile alakası yok.

 

BAŞÖRTÜSÜ SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNDE CHP’NİN KATKISI ÖNEMLİ

 

Türkiye bağlamına gelirsek, Mazlumder, başörtüsü konusundaki mağduriyeti dile getirme konusunda öne çıktı. Bu konuda alınan yol, uygulanan strateji bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz? Stratejide değişiklikler gerekli mi? Revize edildi mi? Veya bu konuda makes buldu mu? Gelişmeyi nasıl görüyorsunuz?

 

Kesinlikle makes bulduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz günlerde biz Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüştük.

Basında çok fazla yer almadı ama CHP, benim takip edebildiğim kadarıyla, ilk defa başörtüsü konusunda sosyal bir taraf ile konuştu. Çünkü CHP daha çok siyasi tarafları ile konuşuyordu. Yani iktidar partisi veya mecliste başörtüsünü önceleyen başka partilerle konuşuyordu. Ama ilk defa olayın sosyal bir tarafı ile görüşmüş oldu. Ben, CHP’nin bizi görüşmeye kabul etmesinin bile kanaatlerini değiştirmek noktasında veya değiştirdiğini gösteren bir ipucu olması bakımından olumlu olduğunu düşünüyorum.

 

Bir de şunu söyleyeyim:

Başörtüsü yasağı diye anayasada devam eden bir engel yok. Zaten bir fiili durum yaşanıyor bu konuda. Türkiye maalesef bu fiili durumu aşamıyor. Her zaman her şey yazılı metinlerde olduğu gibi işlemiyor. Anayasaya bakarsanız, ceza yasalarına bakarsanız bu dediklerimi çok rahat anlamanız mümkün. Ama şu anda Türkiye, ana muhalefet partisi de olmak üzere başörtüsünün en azından üniversitelerde serbest olması noktasında bir konsensüse geldiğini görüyoruz. Bunu yeterli görmüyoruz. Bir kere kamudaki çalışma hayatında mutlaka serbest olmalı, siyasette serbest olmalı, devlet ilkeleri düzeyinde. Üçüncüsü de ilk ve ortaöğretim dâhil devlet elini bu kıyafet sınırlamasından elini çekmeli.

 

mazlumder_haberici1.jpg

 

Hizmet alan-veren ayrımı var. Galiba her ikisi de. Alan da veren de bu kapsam içinde mi olmalı?

 

Olmalı diye düşünüyoruz. Devleti ilgilendiren bir husus değil bu, kişisel bir tercih.

 

Bunun dışındaki mazlum hak arama konusunda odaklandığınız diğer konular nelerdir?

 

Örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi konularda Türkiye’nin gerçekten çok büyük sıkıntıları var.

 

Tahliyeler konusundaki düşünceleriniz nedir? Orada sadece bir örgüte mensupları ön plana çıkar. Sanki ona dair bir yanlışlık yapılmış gibi bir çarpıtma var sanki...

 

Öyle değil tabii ki. Birçok organize suç işlemiş “mafya” diyebileceğimiz örgütlenmede bulunmuş insanlarla on yıldır hükme bağlanmamışsa mahkemeleri, onlar da tahliye edilirler. Gerçekten tutukluluk rejimi Türkiye’de çok kötü işleyen bir rejimdi.

Yani masumluk karinesini ayaklar altına alan, on yıldır, belki çok daha fazla tutuklu olup hükme bağlanmamış suçlular ve zanlılar vardı.

 

Cezaevlerinde kalanların % 60’ı hüküm giymemiş deniliyor....

 

Evet. Onlarla ilgileniyorduk biz. Doğrusu bu yapılan iş, kamu vicdanını yaraladı. Ama hukuk tekniği açısından da, eğer siz mahkemelerinizi ve temyiz mahkemesi olan Yargıtay’ı buna hazırlamamışsanız olacağı bu.

 

Yargıtay dile getirmediğinden midir? Veyahut da yasa yapıcının ihmali midir? Bu konuda sizin tespitiniz nedir?

 

Bildiğim kadarıyla kaynak ayrılmadı. Türkiye’de kaynak sorunu yaşanıyor. Eğer tahsis edilmiş olsaydı hem üst mahkemenin, Yargıtay’ın daire sayısı arttırılabilir, temyiz mahkemesi olabilirdi.

 

Bazı özel davaları üç ayda sonuçlandırdığı olduğu söyleniyor.

 

Evet. Türkiye’de yargı sisteminde sorun var, doğru söylüyorsunuz. Ama bunun bir kısmı da maddi kaynak ayıramamaktan geliyordu. En azından hükümet onu halletmeli. Mahkemeler bağımsız çalışıyor, biliyorsunuz. Dolayısıyla daha rahat sonuca varılabilir.

 

Yurt dışı partneriniz, benzer çalışmaları yürüten kuruluşlarınız var mı?

 

Öncelikle şunu söyleyeyim. İnsanları bir bütün olarak görüyoruz. Dininden, cinsiyetinden ve nüfus kâğıdından bağımsız ve onun üstünde bir etnisite olarak, bir varlık olarak insanlığı görüyoruz. Dolayısıyla bizim ilgi alanımız bütün dünya.

 

Yani biz, misak-ı milli sınırları içerisinde ya da misak-ı milli sınırları dışındaki kendimize has programlara odaklanmıyoruz.

Bizim web sitemizi ziyaret ederseniz bu çok açık. Bizim insan hakları perspektifimizi takip etmeniz mümkün.

 

Mesela hatırlarsanız mayıs ayında Meksika Körfezi’nde Amerika’da British Petrol (BP)’nin çok büyük bir çevre felaketine sebep olacak sorumsuzluğunu yaşadık.

Orada sadece Meksika Körfezi ve komşu Karayip ülkeleri değil, doğru oradaki insanlar etkilendi şüphesiz. Oradaki balıklar, mikroorganizmalar, su kuşları ve çevre tamamıyla tahrip olmuştu. Dünyanın en büyük felaketlerinden biri ve biz bunu bir sistem sorunu olarak görüyorduk. Zaten yaklaşımımız oydu.

 

Yani kârı maksimize etmek adına torunlarımıza ait olan bir dünyanın kaynaklarını sorumsuzca kullanamayız. Çünkü bize ait, bir nesle ait bir kaynak değil. Cenab-ı Allah bunu bütün bir insanlığa hediyesi nimetidir. Bizim istifademize musahhar kıldığını düşünüyoruz. O bakımdan hem tüketimde dengeyi kaçırmamalıyız.

 

İleride torunlarımıza ait bir dünyanın kaynaklarını kullandığımız bilinci içerisinde olmalıyız. Bunun bir insan hakkı ihlali olduğunu düşünüyoruz. O bakımdan bizim sitemizi eğer takip etme imkânı bulursa okuyucularınız, bizim, insan hakları perspektifimizin sadece bir ülke ve bir bölge ya da bir ülkedeki bir gurup insanın sorunu değil, soruna teşvik edilmiş bir bakış açısı olduğunu görebilirler.

 

(Devam edecek)

 

www.RisaleHaber.com