Her ümmetin bir eceli vardır, ne bir saat geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler!

Her ümmetin bir eceli vardır, ne bir saat geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Yunus Sûresi 48-54. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

48.“Eğer (iddiânızda) doğru kimseler iseniz, bu va‘d (edilen azab) ne zaman?” diyorlar.

49.De ki: “(Ben) kendim için dahi, Allah’ın dilemesi müstesnâ, ne bir zarar, ne de bir faydaya sâhibim!” Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman, artık ne bir saat geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler!

50.De ki: “Söyleyin bakalım! Ya O’nun azâbı geceleyin veya gündüzün size gelirse! O günahkârlar bundan hangisini acele istiyor(lar)?”

51.Sonra (azab) vukū‘ bulduğu zaman mı O’na îmân edeceksiniz? (Artık o zamanki îmânınız kabûl edilmeyecek ve size şöyle denecek:) “Şimdi mi? Hani siz gerçekten onu (o azâbın gelmesini) acele istiyordunuz?”

52.Sonra o zulmedenlere: “Ebedî azâbı tadın! Vaktiyle kazanmakta olduğunuz (günahlar)dan başkası ile cezâlandırılacak değilsiniz!” denilecek.

53.“Sâhiden o (azab) gerçek midir?” diye de senden haber isterler. De ki: “Evet, Rabbime yemîn olsun ki şübhesiz o, elbette gerçektir ve siz ona mâni‘ olacak kimseler değilsiniz!” (*)

54.Şübhesiz ki zulmeden (ve böylelikle cezâyı hak eden) her nefis yeryüzünde bulunan herşey, (kendisinin) olsaydı, (o azabdan kurtulmak için) onu kesinlikle fedâ ederdi. Ve azâbı gördüklerinde, için için pişmanlık duyarlar. Artık aralarında adâletle hüküm verilir ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

(*)“İnsan, Cenâb-ı Hakk’ın rubûbiyetine (umum kâinâtı terbiye edişine) âid şuûnât (işler) ve ahvâline (hâllerine) şâhiddir. Ve mahlûkātın (yaratılmışların) cemâatleri içinde Allah’ın birliğine dellâldır. Ve mevcûdâtın (varlıkların) tesbîhâtına (Allah’ı lâyık olduğu tarzda anmalarına) müşâhid (seyirci) ve hilâfet-i kübrâ ile (yeryüzünün halîfesi olmakla) tekrîm ve teşrîf edilmiştir (ikrâm edilip yüceltilmiştir).

İnsan bu kerâmete (ikrâma) ve bu şerefe nâil olduğu hâlde, kendisi başıboş ve gayr-ı mes’ûl (suâl olunmadan) bırakılmayacaktır. Onun da dîvân-ı muhâsebâtta (hesab meclisinde) pek karışık hesabları vardır. Ondan kurtulduktan sonra, müstehak (lâyık) olduğu yere girecektir.” (Mesnevî-i Nûriye, Lâsiyyemâlar, 39)