Hem ona bir eğrilik arayarak her yolun başına oturmayın!

Hem ona bir eğrilik arayarak her yolun başına oturmayın!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), A'raf Sûresi 85-94. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

85-Medyen (kavmin)e (*) de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibâdet edin, sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur! Şübhesiz Rabbinizden size apaçık bir mu‘cize gelmiştir; artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanlara, eşyâlarını (mallarını) eksik vermeyin ve ıslâh edilmesinden sonra yeryüzünde fesad çıkarmayın! Eğer mü’min kimseler iseniz, (bilin ki) bunlar sizin için hayırlıdır.”

86-“O hâlde (insanları) tehdîd ederek ve Allah’ın yolundan O’na îmân edenleri men‘ ederek, hem ona (o yola) bir eğrilik arayarak her yol(un başın)a oturmayın! Hatırlayın ki, bir zamanlar (siz) az idiniz de (O) sizi çoğalttı; ve bakın (sizden önce) fesad çıkaranların âkıbeti nasıl oldu!”

87-“Eğer içinizden bir kısmı kendisiyle gönderildiğim şeye (hakikate) îmân etmiş, bir kısmı da îmân etmemişlerse; artık Allah, aramızda hüküm verinceye kadar sabredin! Çünki O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”

88-Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dedi ki: “Ey Şuayb! (Ya) mutlaka seni ve berâberindeki îmân edenleri memleketimizden çıkaracağız veya kesinlikle dînimize dönersiniz!” (Şuayb) dedi ki: “(Biz bu teklîfinizi) çirkin bulan kimseler olsak da mı?”

89-“Allah bizi ondan kurtardıktan sonra eğer (tekrar) sizin dîninize dönersek, şübhesiz ki Allah’a karşı, yalan iftirâ etmiş oluruz! Hem Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi müstesnâ, ona dönmemiz bizim için olacak şey değildir! Rabbimiz, herşeyi ilmen kuşatmıştır (bizim hâlimizi de bilir). Ancak Allah’a tevekkül ettik. Rabbimiz! Bizimle kavmimizin arasını hak ile aç (hüküm ver); çünki sen (en müşkil şeyleri dahi) açanların (hüküm verenlerin) en hayırlısısın!”

90-Kavminden inkâr eden ileri gelenler ise dedi ki: “Yemîn olsun ki, eğer Şuayb’a tâbi‘ olursanız, o takdirde doğrusu siz elbette hüsrâna uğramış kimseler olursunuz.”

91-Bunun üzerine onları o sarsıntı yakaladı da yurtlarında dizüstü çöküp kalan kimseler oldular.

92-Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç oturmamışlardı! (Evet!) Şuayb’ı yalanlayanlar, kendileri hüsrâna uğrayanlar oldular.

93-(Şuayb) artık onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: “Ey kavmim! Yemîn olsun ki size Rabbimin (vahiy ile) gönderdiklerini teblîğ ettim ve size nasîhat ettim. Artık (sizin gibi) kâfirler gürûhuna nasıl üzülürüm?” (**)

94-İşte (biz) hangi şehre bir peygamber gönderdiysek, mutlaka oranın halkını sıkıntılar ve hastalıklarla yakaladık; (***) tâ ki yalvarsınlar (ve îmâna gelsinler).

(*) Medyen şehri adını, orada yaşayan kabîlenin ataları ve İbrâhîm (as)’ın oğlu olan Medyen’den almıştır. Kavmine çok güzel nasîhatler eden ve te’sirli cevablar veren Şuayb (as)’a bu husûsiyetinden dolayı “peygamberlerin hatîbi” denilmiştir. İsmi Süryânîce “Beyrut” ile aynı ma‘nâda olan Şuayb (as), Medyen ahâlisi ile Ashâb-ı Eyke denilen iki ayrı ümmete peygamber olarak gönderilmiştir. Bu kavimlerin küfür ve isyanlarının kesilmemesi üzerine onlara bedduâ etmiş ve Medyen ahâlisi şiddetli bir sarsıntı ile, Ashâb-ı Eyke de ateş yağdıran bir bulut tarafından helâk edilmişlerdir. (Kurtubî, c. 4/7, 247-251)

(**) “Bir hadîsin ma‘nâsındaki:اَلرَّاض۪ي بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُلَهُ [Zarara kendi râzı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz] kāide-i esâsiyesiyle, şefkat hakkını ve merhamet liyâkatini (ehliyetini) kendilerinden selb etmişler (gidermişler). Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez.” (Kastamonu Lâhikası, 239)

(***) “Asıl musîbet, muzır (zararlı) musîbet, dîne gelen musîbettir. Musîbet-i dîniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye ilticâ edip (sığınıp) feryâd etmek gerektir. Fakat dînî olmayan musîbetler, hakīkat noktasında musîbet değildirler. Bir kısmı ihtâr-ı Rahmânîdir (Rahmânî birer hatırlatmadır). Nasıl ki bir çoban, gayrın tarlasına tecâvüz eden koyunlarına taş atar, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnûnâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musîbetler var ki, İlâhî birer ihtardır, birer îkazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünûbdur (günahlara keffâret olup affına vesîledir). Ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî (insanlık îcâbı) olan aczini ve za‘fını bildirerek, bir nevi‘ huzur vermektir.” (Lem‘alar, 2. Lem‘a, 8)