Hem göklerin ve yerin orduları Allah’ındır

Hem göklerin ve yerin orduları Allah’ındır

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Fetih Sûresi 4-7. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

4-O, îmanlarına îman katsınlar diye mü’minlerin kalblerine sekînet (huzur ve itmi’nân) indirendir. Hem göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Ve Allah, Alîm (herşeyi hakkıyla bilen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.

5-Tâ ki mü’min erkeklerle mü’min kadınları, içinde ebedî olarak kalıcılar olmak üzere, altlarından ırmaklar akan Cennetlere koysun ve onların kötülüklerini kendilerinden örtsün! İşte bu, Allah katındaki büyük bir kurtuluştur!

6-Bir de Allah hakkında kötü zan ile zanda bulunan münâfık erkeklerle münâfık kadınlara ve müşrik erkeklerle müşrik kadınlara azâb etsin! O kötü âkıbet kendi başlarına gelsin! Çünki Allah onlara gazab etmiş, onları lâ‘netlemiş ve onlar için Cehennemi hazırlamıştır. Artık (o) ne kötü bir dönüş yeridir!

7-Hem göklerin ve yerin orduları, Allah’ındır! (*) Çünkü Allah, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.

(*) “Evet bu kâinâta geniş bir dikkat ile bakan, kâinâtı gāyet haşmetli ve gāyet fa‘âliyetli bir memleket, belki idâresi gāyet hikmetli ve hâkimiyeti gāyet kuvvetli bir şehir hükmünde görür, ve herşeyi ve her nev‘i birer vazîfe ile müsahharâne (itaât ederek) meşgûl bulur. وَ لِلّٰهَ جُنُودُالسَّمٰوَاتِ وَالْأَرْضِ* [Hem göklerin ve yerin orduları Allah’ındır!] (meâlindeki) âyetinin askerlik ma‘nâsını ihsâs eden (hatırlatan) temsîline göre: Zerrât (zerreler) ordusundan ve nebâtât (bitkiler) fırkalarından ve hayvanât (hayvanlar) taburlarından, tâ yıldızlar ordusuna kadar olan cünûd-ı Rabbâniyeden (Allah’ın askerlerinden), o küçücük me’murlarda ve bu pek büyük askerlerde hâkimâne tekvînî emirlerin (Allah’ın yaratılışa dâir hikmetli emirlerinin), âmirâne hükümlerin, şâhâne kānunların cereyanları, bedâhetle (apaçık) bir hâkimiyet-i mutlakanın (sonsuz bir hâkimiyetin) ve bir âmiriyet-i külliyenin (umûmî bir âmirliğin) vücûduna (varlığına) delâlet ederler.” (Şuâ‘lar, 7. Şuâ‘, 139-140)