Hâllerini aralarında birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Kehf Suresi 17-20. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
17 . (Habîbim, yâ Muhammed!) Hem (sen onlara bir baksaydın) güneşi görürdün ki, doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına meylediyor, battığı zaman ise onların sol tarafını kesiyordu (böylece ışığı onları rahatsız etmiyordu) ve onlar oranın genişçe bir yerinde idiler. (Onların) bu (hâlleri), Allah’ın delillerindendir. Allah, kime (hikmetine binâen fazlından) hidâyet (nasîb) ederse, işte hidâyete eren odur. Kimi de (kendi küfrü sebebiyle) dalâlete atarsa, artık onun için aslâ bir yardımcı ve (hak yolu gösteren) bir mürşid bulamazsın.(1)
18 . Ve onlar(a baksan, mağarada) uyuyan kimseler oldukları hâlde onları uyanık sanırdın; hem onları (bir taraflarına yatıp kalmakla zarar görmemeleri için) sağ tarafa ve sol tarafa döndürüyorduk; köpekleri de (mağaranın) giriş(in)de iki kolunu (ön ayaklarını) uzatan (bir muhâfız olarak yatmakta) idi. Onlara (o hâllerinde) muttali‘ olsaydın (öylece görseydin), gerçekten kendilerinden (ürker ve) kaçarak geri dönerdin; hem onlardan dolayı elbette korku ile dolardın!
19 . İşte böylece, (hâllerini) aralarında birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden konuşan biri (hâllerindeki acâibliği görerek): “Ne kadar kaldınız?” dedi. (Diğerleri): “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık!” dediler. (İçlerinden bir kısmı da) dediler ki: “Rabbiniz, ne kadar kaldığınızı en iyi bilendir; şimdi içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, yiyecek olarak hangisi daha temiz ise artık ondan size bir rızık getirsin; fakat dikkatli olsun ve sakın sizi kimseye sezdirmesin!”(2)
20 . “Çünki onlar, sizden haberdâr olursa,sizi taşla öldürürler veya sizi dinlerine döndürürler; bu takdirde ebediyen kurtuluşa eremezsiniz!”
1- “İrâde-i cüz’iye-i insâniye ve insanın cüz’-i ihtiyâriyesi (insanın cüz’î irâdesi ve seçme hürriyeti) çendan (gerçi) zaîfdir, bir emr-i i‘tibârîdir (yaratılmış olmayıp, hariçte bir vücûdu yoktur). Fakat Cenâb-ı Hakk ve Hakîm-i Mutlak (sonsuz hikmet sâhibi olan Allah), o zaîf cüz’î irâdeyi, irâde-i külliyesinin taallukuna (istemesine) bir şart-ı âdî (basit bir şart) yapmıştır. Yani ma‘nen der: ‘Ey abdim (kulum)! İhtiyârınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes’ûliyet sana âiddir!’
Teşbihte (benzetmede) hatâ olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omzuna alsan, onu muhayyer (serbest) bıraksan: ‘Nereyi istersen seni oraya götüreceğim’ desen, o çocuk yüksek bir dağı istese, sen de götürsen; çocuk üşüse veyâhut düşse, elbette ‘Sen istedin!’ diyerek itâb edeceksin (azarlayacaksın) ve onun yüzüne bir tokat vuracaksın. İşte Cenâb-ı Hakk, Ahkemü’l-Hâkimîn (bütün hüküm sâhiblerinin hâkimi olan Allah), nihâyet za‘fta olan abdin irâdesini bir şart-ı âdî yapıp, irâde-i külliyesi ona nazar eder (bakar).” (Tılsımlar, 26. Söz, 84-85)
2- Şehre gönderilen genç, aldığı parayı sarf etmek üzere fırıncıya verdiğinde, aralarında anlaşmazlık çıktı. Ahâli, paradaki Kral Dakyanus’un resmini tanıyıp, bu gencin bir hazîne bulduğu fikrine kapıldılar ve kendisini hükümdâra götürdüler. Başlarına gelen hâdisenin hârikulâdeliğini artık fark eden mü’min genç, olanları tevhid akîdesine sâhib Tendüvis nâmındaki bu yeni hükümdara nakledip, hep birlikte mağaraya gittiler. Ve bu fevkalâde hâdiseyi hayretler içinde müşâhede ettiler. İşte bu hâdise, öldükten sonra dirilişin açık bir delîlidir. (Beyzâvî, c. 2, 8; Nesefî, c. 3, 19)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.