‘Hafız Ali berzahta ben de gitmek istiyorum’

Denizli kabristanını tebrik ediyor Said Nursî. Berzah âlemindekileri müjdeliyor âdeta. Hafız Ali artık orada diye...

Nasıl bir şeref bu iltifata mazhar olmak...

Maddi menfaatini kardeşi için fedâ edemeyen bu asrın insanı nasıl idrak edecek ki...

Onun yerine canını vermek...

Lüzum olsa ruhunu feda etmek...

Nefsime soruyorum bu konunun neresindesin diye...

“Eğer bana fazla zararı olmayacak ise kardeşime yardım eder ve fedakarlık yaparım elbet fakat bana zararı olup da maddi veya manevi bir kayba vesile olacaksa nasıl yardım edeyim ki” diyor...

Güya ne kadar da mantıklı konuşuyor. Tam da maddiyyunluk taunu ile hasta, gaddar ve bedbaht bir nefse yaraşır sözler ediyor. İnsan ibni zaman değil de nedir...

Bu asrın içindeki bir insandan ne bekleyebiliriz ki...

Her ne ise bırakalım bu asrı. Çünkü Said Nursi bizi bu asrın fevkine taşıyor. Soyun diyor soyun bu asrın libasından ve gel benle Ceziret’ül Araba...

Bundan on dört asır evveline...

Ve biz o zamanın yani Asr-ı Saadetin ahlakı ile yaşayalım. Evet vakıa bir yangının içindeyiz. İmanımız tutuşmuş yanıyor. İçinde evladımız tutuşmuş yanıyor...

Kimileri namaz kılmayanın pişirdiğini yemez iken kimileri namazsız eşinin veya babasının lokmasını yiyerek hidayetlerine dua ediyor...

Acib bir asır...

Kimi serada kimi süreyyada ve seradakiler ile sureyyadakiler çok zaman birbiri ile iltibas ediliyor.

Hafız Ali hakkında idi bahsimiz.

Hiç çıkmasak onların ikliminden...

Risale-i Nur başında iken, daha doğrusu Risale-i Nur bizim başımızda iken (Allah başımızdan eksik etmesin) o iklimdeyiz lâkin sonrası...

Evimizde o ahlak var mı?

Muamelâtımızda o ahlakın bir kokucuğu olsun var mı?

Muhabbet fedaisi...

Âleminde husumete yer olmayan adamlar...

Risale-i Nur’a dair ve o mübarek zatlara dair bir yazı yazarken zevkli ve şevkli olmam gerekmez miydi...

Neden ki bu hüznüm...

İmanla kabre girenler onlar idi...

Ey nefis kendini kandırma! O ahlakı taşıyanlar imanla kabre girdiler...

Ya kendine çeki düzen ver ya da imanla kabre girmeyi ummaktan vaz geç...

Bu yazıyı yazmaya başlarken sonunun böyle geleceğini hiç tahmin etmemiştim ama ne yapayım böyle geldi. Bir taraftan da aklım manzarada kaldı. Bir şehirlerarası yoldayım ve dağları seyir ile Ayet’ül Kübrayı tefekkür etmek bedeline yazı yazıyorum...

Hafız Ali misâl zâtlara benzeme aşkımızı tezyid edecek bir yazı olmasını ümid etmiştim lâkin bu kadar oldu... Ne yapayım en azından nefsim adına onlara benzemediğimi fark etmeyi de bir nimet biliyorum. Kusurunu bilmek o kusuru kusurluktan çıkartır kaidesine dahil olabilmek duasıyla...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum