Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

İnsan Olmanın Konforuyla Konuşmak

Bir sene kadar oluyor. Bir İstanbul seyahatimizde, Eyüpsultan'ın bir mahallesinde oturan akraba ziyaretinde bulunmuş; akrabaların geniş katılımı ile bir sohbetimiz olmuştu. Üniversitede okuyan ve çocukluğundan da bildiğimiz ve de ilgilenmeye çalıştığımız, sonrasında maalesef çevrenin de biraz tanınmaz hale getirdiği bir delikanlımız bizi epeyce meşgul etmiş, bazı itirazlarını dile getirmiş ve sorular sormuştu. "Beni yaratırken bana mı soruldu, kendi yolumu kendim çizemez miyim?" gibi cümleleri de itirazlarının arasında vardı.

Değerli bir arkadaşımızın paylaşımından alıntıladığım: "Yaptığımız en büyük hata, dünyada var olmanın lütfu üzerine düşünmekten ise, var oluşun keyfiyyatı üzerinde vakit harcamaktır." cümlesini tekrar okuyunca, akraba sohbetindeki o genç arkadaşımız itiraz ve sualleri aklıma geldi.

Sadece paylaşımda geçen "var oluşun keyfiyyatı" kısmına, "var oluşun konforu" diye de bir ilave yapmak istedim. Zira bu fakire göre, o gencimizin veya başka şahit olduğumuz bazılarının aklından geçen itiraz ve suallerinin temelinde "insan olmanın konforu" veya paylaşımda geçen şekliyle "insan olmanın keyfiyyatı üzerinde vakit harcamamak" yatıyor biraz.

Bu yazıyı yazarken aklıma geldi. Hani, piyasada sıkça denk geldiğimiz "düşününce düştüm" veya "düşünen düşer" şeklinde ifadeler var. Bunların altında da yine bu acize göre, insan olmanın konforuyla düşünmek, kendine ve nev'ine hoşça, hikmetle ve dikkatle bakamamak yatıyor.

İnsanın nazarını kendinden, nefsinden, mânevi dünyasından ve lüzumlu dairelerden uzaklara çekip kendine hoşça bakmasını engelleyen, onu afakta boğan hususların başında da harpler, darpler, bazı siyasî boğuşmaların yanında, yine beşerin bazı zâlimâne uygulamaları geliyor. İnsan kendinden uzaklaşınca da harpler, dertler oluyor; sömürü, açlık, sefalet baş gösteriyor. Sonunda, bütün mesele yine insanın kendini tanımasına, kendinde derinleşmesine, biraz konforunu bozmasına, var olmanın lütfu üzerinde tefekkür etmesinde düğümleniyor.

Tefekkür edebilen tek varlık insan sadece. Buna bile bakabilsek, tefekkür etmenin, kendimizde derinleşmenin lüzumunu anlamak mümkün. Tefekkür, kalbin ve aklın can suyu gibi âdeta. Onların ölmemesi, nurlanması, şüphelerden sıyırılıp şeytana karşı mukavemeti hep tefekkür ve düşünme amellerimiz sayesinde. Bunun için, en büyük nafile ibadet tefekkür. Tefekkürün saniyeleri bile değerli.

Okumayan, düşünmeyen kendinde derinleşemeyen, yenilenmeyen insan sararır, solar; neticede savrulur gider. Ülfet de tefekkürle izale oluyor, ortadan kalkıyor zaten. Düşünen, tefekkür eden düşmez; aksine, düşmekten kurtulduğu gibi, düşme eşiğinde bulunanları da oradan çekip almak için heyecanlanır. İnsanı heyecana getirmeyen, insanda heyecan uyandırmayan tefekkür ise, eksik ve noksandır.

Fakat her şeyin vüsûlü için, bir usul olduğu gibi, tefekkürün de bir usûlü olmalı değil mi? Tefekkürün evham zulümatlarını dağıtan bir amel olduğunu Mesnevi-i Nuriye'den öğreniyoruz. Bunun usûlünü ise Üstad bir cümlede özetliyor. "Lakin nefsinde, bâtınında, hususî ahvalinde tefekkür ettiğin zaman derinden derine tafsilat ile tetkikat yap. Fakat âfâkî, hâricîde... sathî, icmâlî düşün, tafsilata geçme."

İnsanız ya. Tamam da bu imtiyazı almak, bu sureti kazanmak için bir çaban, bir çalışman olmamış ki. Başlangıçta, diğer varlıklardan üstün bir imtiyazın da yok. Ya da bir hak dağıtılırken haksızlığa da uğramamışsın. Buraya gelinceye kadar taş olmaktan, bitkilikten, maymun kalmaktan kurtularak gelmişsin. Sana insan elbisesi giydirilerek daha önceden hazırlanmış bir misafirhanede, mükellef sofralarda ağırlanıyorsun. Maymunun sofrasına bakman, bunu anlaman için yeterli.

Dünyada insan hariç kaçan, yüzen, zıplayan tüm canlıları bir araya toplasanız, bir çivi çakıp bir ampul takabilirler mi? Senin ise, bir akıl ve baş parmağın sayesinde keşiften keşfe koşuyorsun. İstidadın ile istediği her şey, kalbine ilham ediliyor, ellerine veriliyor. İşte bunları, insan olmak keyfiyetine veya bizim tabirimizle konforuna borçluyuz.

Suretini bir fiske bozabildiği gibi, görünmez bir mikrop da seni yerlerde süründürebiliyor. Yani bir cihette bir hiç hükmünde görünüyorsun. Diğer bir cihette de insaniyet mertebesi kazanmış, tefekkür ve tezekkür vazife ve mertebesi ile cennete layık bir kıymete çıkarılmışsın. Öyle de bırakılmamışsın. Mahiyetine göre mükemmel de donatılmışsın. Bir de diğer mevcudat üzerinde tasarruf hakkı verilmiş sana. Onların vekili de olmuşsun. Onların tesbihatlarını şuurlu bir vekil olarak temsil ve takdim ile vazifelisin. Yani bu noktadaki ihmalin sadece seni değil, vekili olduğun mevcudatı da ilgilendiriyor.

Evet dostlar, bunları tefekkür edebilen insan, artık kendi nefsini; bırak İslamiyeti, insaniyeten dahi mükellef olduğu "zikir, fikir, şükür" gibi hafif hizmetlerden müstağni tutabilir mi? Nasıl olsa insan olmuşum edasıyla firavuniyeti hatırlatan, ben merkezli düşünüp onu dile getiren cümleler kurabilir mi?

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum