Ey Resûlüm de ki: İster taş olun, ister demir!

Ey Resûlüm de ki: İster taş olun, ister demir!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), İsrâ Sûresi 48-52. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

48 . Bak, senin için (şâir, sihirbaz ve kâhin diyerek) nasıl misâller getirdiler de bu yüzden dalâlete düştüler; artık (hakka giden) bir yola güçleri yetmez.

49 . Ve dediler ki: “(Biz) bir kemik yığını ve ufalanmış bir toprak hâline geldiğimiz zaman mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltilecek kimseleriz?”

50 . (Ey Resûlüm!) de ki: “İster taş olun, ister demir!”

51 . “İsterse gönlünüzde büyüyen (dirilmesi size imkânsız gelen) herhangi bir mahlûk! (Allah sizi mutlakā diriltecektir.)” Buna rağmen diyecekler ki: “Bizi tekrar (hayâta) kim döndürecek?” De ki: “Sizi ilk def‘a yaratan!” (*) Bunun üzerine sana (alaylı alaylı) başlarını sallayacaklar ve: “Ne zaman o?” diyecekler. De ki: “Umulur ki yakın olabilir!”

52 . Sizi (kabirlerinizden) çağıracağı gün, hemen O’na hamd ederek (da‘vetine) icâbet edeceksiniz ve (dünyada) ancak pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.

(*) “Vücûd-ı insan, tavırdan tavıra geçtikçe acîb ve muntazam inkılâblar (değişiklikler) geçiriyor. Nutfeden (bir damla sudan) alakaya (ana rahmi duvarına tutunmuş, asılı bir hücre topluluğuna), alakadan mudğaya (dişle çiğnenmiş ete benzeyen bir cenîne), mudğadan azm ve lâhme (kemik ve ete), azm ve lâhmden halk-ı cedîde (yeni bir yaratılışa) yani insan sûretine inkılâbı, gāyet dakik (ince) düsturlara tâbi‘dir. O tavırların herbirisinin öyle kavânîn-i mahsûsa (husûsî kānûnları) ve öyle nizâmât-ı muayyene (belirli nizamları) ve öyle harekât-ı muttarideleri (düzgün hareketleri) vardır ki; cam gibi, altında bir kasıd, bir irâde, bir ihtiyâr, bir hikmetin cilvelerini gösterir. (...)

Acabâ mümkün müdür ki: Bu derece nihâyetsiz bir kudret ve muhît (kuşatıcı) bir hikmet ile rubûbiyet (terbiye ve idâre) eden ve zerrâttan (zerrelerden) tâ seyyârâta (gezegenlere) kadar bütün mevcûdâtı kabza-i tasarrufunda (hükmü altında) tutmuş ve intizam ve mîzan (ölçü) dâiresinde döndüren Sâni‘-i zü’l-Celâl (celâl sâhibi san‘atkâr olan Allah), neş’e-i uhrâyı (tekrar dirilmeyi) yapmasın veya yapamasın! İşte çok âyât-ı Kur’âniye (Kur’ân âyetleri), şu hikmetli neş’e-i ûlâyı (ilk dirilmeyi) nazar-ı beşere vaz‘ ediyor (insana gösteriyor). Haşir ve kıyâmetteki neş’e-i uhrâyı ona temsîl ederek, istib‘âdı (akıldan uzak görmeyi) izâle eder (giderir).” (Sözler, 29. Söz, 198-200)