Ey îmân edenler! Allah’tan sakının ve doğru kimselerle berâber olun!

Ey îmân edenler! Allah’tan sakının ve doğru kimselerle berâber olun!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Tevbe Sûresi 119-123. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

119.Ey îmân edenler! Allah’dan sakının ve doğru kimselerle berâber olun!(*)

120.Medîne halkının ve çevresindeki bedevîlerin, Allah’ın Resûlünden geri kalmaları ve onun canından (önce) kendi canlarını düşünmeleri (doğru) olmaz! Bu, şundandır: Gerçekten onlar, kendilerine Allah yolunda (çekecekleri) bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık isâbet etmez ve kâfirleri kızdırarak ayak basacakları bir yer ve düşmana karşı kazanacakları bir zafer yoktur ki, mukābilinde kendilerine bu sebeble sâlih bir amel yazılmış olmasın! Çünki Allah, iyilik edenlerin mükâfâtını zâyi‘ etmez.

121.Hem (Allah yolunda) ne küçük, ne de büyük olarak sarf edecekleri bir nafaka, ne de geçecekleri bir vâdi olmaz ki, lehlerine (bir sevab olarak) yazılmış olmasın! Tâ ki Allah kendilerini, yapmakta olduklarının daha güzeliyle mükâfâtlandırsın!

122.Bununla berâber, mü’minler hep berâber (cihâd için) seferber olacak değillerdir. Fakat onların her kabîlesinden bir tâifenin (sefere) çıkmaları, (diğerlerinin) dîni iyice öğrenmeleri ve (seferden) kendilerine döndükleri zaman, kavimlerini (Allah’ın tehdîd ettiği hususlarda, azâbı ile) korkutmaları gerekmez miydi? Tâ ki onlar (da günahlardan) sakınsınlar.

123.Ey îmân edenler! Kâfirlerden (öncelikle) sizin yakınınızda olanlarıyla savaşın; (öyle ki) sizde bir şiddet bulsunlar! Ve bilin ki şübhesiz Allah, takvâ sâhibleriyle berâberdir.

(*) “İnsanın havfa (korkuya) ve muhabbete (sevgiye) âlet olacak iki cihaz, fıtratında (yaratılışında) derc olunmuştur (konulmuştur). Alâküllihâl (herhâlde) o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık’a (yaratıcıya) müteveccih (yönelik) olacak. Hâlbuki halktan havf ise, elîm (acı veren) bir beliyedir (belâdır). Halka muhabbet dahi belâlı bir musîbettir. Çünki sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhâmını kabûl etmez. Şu hâlde havf, elîm bir belâdır. (...)

Mâdem öyledir, bu havf ve muhabbeti öyle birisine tevcîh et (yönlendir) ki, senin havfın lezzetli bir tezellül (eziklik) olsun. Muhabbetin, zilletsiz bir saâdet olsun. Evet, Hâlık-ı zü’l-Celâl’inden havf etmek, O’nun rahmetinin şefkatine yol bulup ilticâ etmek (sığınmak) demektir. Havf bir kamçıdır, O’nun rahmetinin kucağına atar. Ma‘lûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sînesine celb ediyor (çekiyor). O korku, o yavruya gāyet lezzetlidir. Çünkişefkat sînesine celb ediyor. Hâlbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem‘asıdır (parıltısıdır). Demek havfullahda (Allah korkusunda) bir azîm (çok büyük) lezzet vardır.” (Sözler, 24. Söz, 146)