Evleneceklere, evini yenileyeceklere!

“Aile Çatırdıyor!”
Bireyin ve toplumun sorunlarını dert edinen ve bu sorunlara çözüm arayışında kafa yoran her ‘çilekeşin’ feryadıdır bu alt başlık… Çünkü bir insana, kendisini ‘iyi bir insan’ yapacak temel değerlerin bir aidiyet duygusuyla benimsetildiği en temel yerdir aile.

“Çekirdek” ailelerin kalitesi ise, oluşturacakları ‘toplum ormanının’ ne denli derli-toplu, ne denli gür ve ne denli sağlıklı ağaçlardan oluşacağını belirlemektedir. Bu itibarla aile yapısındaki en küçük bir sapmanın dahi, yetişmekte olan bireylerde ve bir adım ötesinde tüm toplumda, çok etkili yansımaları olmaktadır.
Ancak, aileyi oluşturan bireylerin maddenin ve başarının kutsandığı bir devirde, “geçer akçe” olarak 'madde' telkiniyle daha anaokulu çağında yollara koyulmaları; maddiyatı, bir vazgeçilmez olarak neredeyse aile bağlarının dahi önüne geçirmiş durumda.

Fakir kardeş, işsiz kuzen ya da daha ‘düşük’ bir sosyal statüdeki bir yakın, sahip olduğu ahlaka ve kemâlata rağmen mesafeli bir yaklaşıma muhatap kılınarak ezilirken; hakikatte belki de o yakının tırnağı dahi etmeyecek ‘hali-vakti yerinde’ ve “Helal olsun, gemisini yürütüyor” güruhuna dahil ve çok uzaktan, zorlama bir akrabanın her haline severek katlanılma zamanlarını yaşamaktayız…

Hal böyle olunca da; eskinin eğiten, dinleten, barındıran ve yeri gelince de ‘frenleyen’ aile (ve dolayısıyla toplum) yapısı değişmiştir. Öylesi ailelerin yerini ise “dar birliktelikler” almış durumda… Yani sayıları hem de azımsanmayacak ölçüde ‘babasına dahi güvenmemeyi’ iş bilme sayan ve herkesi, kollanması gereken potansiyel rakipler ya da düşmanlar olarak gören; zorunlu kan bağının bir araya getirdiği, -işin belki de en acı tarafı ise- içinde bulundukları vaziyetin farkında dahi olmayan kişilerin oluşturduğu “dar birliktelikler”…

Dünyaya gelişinden itibaren Sekülarizmin, bireyselliğin, Materyalizmin vs.nin sığ telkinlerine alabildiğine muhatap olmuş bireylerin kuracağı ve adına “günümüz ailesi” diyebileceğimiz bu birlikteliklerin, ideal anlamdaki bir aileye ait vasıfların ne kadarına sahip olabileceği; ve böylesi bir ailenin, çocuklarına hakikatte hayır olan şeylerden ne nispette verebileceği de ortadadır. Yetişkinliğe bir türlü adım atamamış, fedakarlığı ‘kendini ezdirme’ addeden bencil iki insanın kuracağı bir “aile”; çocukları için, kendi odalarında büyümelerinin beklendiği bir ‘çile koğuşu’ ve de anne-babalarının bir iktidar mücadelesi alanı olarak, “bir an önce büyüyüp kaçılması gereken” bir yerdir de aynı zamanda…

Hayatının her döneminde insana etkilerini hissettiren bazı değerlerin ailede edinildiğini de düşünecek olursak; imana, ahlaka, karaktere, kültüre yönelik temellerin atıldığı -yahut atılmadığı-; bu temeller üzerine çeşitli kaidelerin bina edildiği -yahut edilmediği- bir yer olarak aile hakkında şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki: “Aile, kişinin dünyada da, ahirette de huzurlu olup-olamayacağına etki eden sosyal kurumların en başında gelmektedir.”

Nitekim, toplumun-cemiyetin ve ailenin aslî görevlerinden olan ‘olgun bireyler yetiştirme’ niteliklerinden uzaklaş(tırıl)maları, nicelik yönünden günümüzdeki olgun insan azlığını da bir derece açıklamakta…

Bundan dolayı, din ve iman hakikatlerini ‘yaşayışla anlatmanın’ etkisi ve makbuliyeti ortadayken; insanların, bu hakikatleri yaşantılarından “model” alabilecekleri kişilerin sayısı, bilhassa ‘bu imaj asrında’ çok büyük bir öneme haiz durumdadır.
Çünkü her insaf sahibi kabul eder ki; geçmişte bile, ‘hazzını’ hayatının gayesi görenlere oranla, kendi mutluluğunu başkalarının huzuruna ve kurtuluşuna çalışmakta görenlerin ya da “himmeti milleti olanların” (1) sayısının daha çok olduğu toplumlarda ne türden “güneşlerin” doğduğuna, ‘gerçek tarih ilmi’ şahitlik yapmaktadır.

Üstelik bu “post-modern ahirzamandan” önceki devirlerde, ‘ağaç yaşken eğilir’ misali, kişinin doğru yöne ‘eğilmesinin’ ailesince sağlanamadığı durumlarda bu açığı, (aslında olması gerektiği şekliyle) ‘başka doğru insanların kurduğu ailelerden oluşan toplumu’, yani kişinin “büyük ailesi” doldururdu. Böylece kendisine de, ailesine de, toplumuna da zararlı olacak kişiliklerin zuhur etmesi, büyük oranda engellenmiş olurdu.

Oysa bugün o ‘büyük aile’, darmadağın edilmiş durumdadır neredeyse… Buna rağmen bugün ehl-i dinden “mahalle baskısı” gördüklerine dair feryat atanların; baskı değil de, tasvip etmeme hakkını kullanan ve o ‘eski müspet mahallelerini arayan’ insanların hislerinden haberdar olabilmeleri ise, ne yazık ki pek mümkün görülmüyor…

İşte tam da burada, Sıddîklerle (doğrularla) beraber olmanın sırrı ve gerekliliği (2); kişinin iyiliğe sevk eden-kötülükten de sakındıran (3) çevrelere sahip olabilmesinin -özellikle de günümüzdeki- “zorunluluğuyla” daha iyi ortaya çıkmaktadır. Çünkü o sıddîk dostlar, bireye, fenalığa meyyal nefsin telkinlerine alternatif ve sosyalliğin müspet ‘tarzda’ gerçekleştirilebileceği bir çevre sunabilirler.
Bundan dolayı o sıddîklerden uzak durmamak, o “iman kalelerinden” ayrı düşmemek gerekir.

Yoksa insanlık tarihi bize, bizzat ailesinin ya da –sıddîk olmayan- arkadaşlarının daha bu dünyada iken bile uçurumlara sürüklediği bir dolu biçareden haber veriyor!. Nitekim bir Hadis-i Şerifte beyan buyrulduğu üzere, İslam fıtratı üzerine doğmasına rağmen, ailelerince bu ‘fıtrat dinden’ uzaklaştırılan insanları da hatırladığımızda, mesele tam yerine oturmaktadır (4).
Ne diyelim, ne mutlu o sıddîklerle daha ana kucağındayken, kendi aile fertleri olarak tanışabilenlere;
ve ne mutlu bu imkanı bulamasa da, o sıddîkleri bulabilenlere…

Kaynakça:
1-Tarihçe-i Hayat, Envâr Neşr.,İst.1989,s.99.
2-"Ey iman edenler! Allah'dan korkun ve doğrularla beraber olun."-Tevbe Sûresi-9/119; ve Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edilen bir hadisde, Rasûlullah (s.a.s.)buyurmuştur ki: “Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden kişi kimi dost edineceğine iyi baksın.” Tirmîzi, Zühd-2378, Ebû Dâvûd, Edeb-16.
3- Müslümanlardaki “sosyal sorumluluk” diğer şer’î delillerden önce, "Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır” vd. -Lokman Sûresi-31/17 ile; “iman edip salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler” –Asr Sûresi-103/3 gibi bir çok ayette de geçtiği üzere, en başta Kur’ân’la dahi sabittir.
4- “Her çocuk, İslâm fıtratı üzerine dünyaya gelir. Bundan sonra anne ve babası yahudi ise, onu yahudi; hristiyan ise, hristiyan yapar.” Buhârî, Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22-25.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum