Risale-i Nur Okuma Notları-22: Rububiyet ve Rahmaniyet Hakikatleri

Rububiyet, bir şeyi kemal seviyeye ulaştıracak şekilde inşa etmek ve geliştirmek demektir. Bu dünya, Rububiyet hakikati ve sırrı üzerine kurulmuştur. Dünyaya gelmeden "Elestü bi Rabbikum" sözüyle Rabb ismi; ölünce kabirde "Men Rabbüke" ismiyle yine Rabb ismi insanı karşılar. Bu manada bakılınca dünya hayatı, bir terbiye ve kemal yolculuğudur. İnsanın maddi terbiyesi, 30 yaşına kadar devam eder. İnsanın fiziksel yapısı gelişir, mükemmelleşir. Manevi terbiyesi ise, anne karnından başlar, ebediyen devam eder. İnsanın terbiyesi, kalbî ve ruhî duygularının şekillenmesi ile tahakkuk eder. Bu manada dünyadan gelip geçen kalbi ve ruhu şekillenmemiş tek bir şuur sahibi yoktur. Onu terbiye eden, onun Rabbidir.

Terbiye bir insanın hayatına olması gereken ve olmaması gereken şeyleri aktarmaktır. Fakat bu olması gerekenler, kâinattaki değişmez hakikatler ve fıtrat kanunları ile örtüşmüyorsa o nesne bir put olur. Fakat kâinatı tefekkürle okuyup manen ilerleyen kişi, her şeyi Rabbü'l-Âlemînin bir celal ve ikram aynası olarak görürse, o vakit terbiyesi kemal seviyeye çıkar.

Rububiyeti idrak ve algılamakla hakiki bir tevhid ve iman, Âhiret'e İmanın ilk kapısıdır. Müşrikler Rahmâniyet ve Rubûbiyeti reddettikleri için Âhirete iman edemiyorlardı. Rububiyet, hayatın manasıdır; manasını ortaya çıkarandır. Dünyayı da manalı kılan sırdır. Bu açıdan tahkiki iman ile, kalbî ve ruhî duyguları ezelî ve ebedî surette inkişaf edenler için Allah'a ve Âhiret'e İman netleşir. Bu terbiyenin insanın iç dünyasına işlemesi, kişinin kendini (nefsini ve benliğini) eleştirmesi sırrına tabidir. (B. Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, 4 Kelime 4 Kelam Bahsi)

Kendini eleştirmek, en büyük fazilet ve manevi yolculuğun ilk adımıdır. Kendini eleştirmeyi manevi bir meslek edinen kişi, ebediyen gelişebilir. Kişisel gelişimin anahtarı kendini eleştirmekte saklıdır. Bu sırlı yönden dolayı şeytan insanların kendilerini eleştirmemeleri için onlara kusurlarını göstermemeye çalışır. Onlara haklı olduklarını fısıldar. Ta ki kişi kendini avukat gibi savunsun. Kendini aklayan, avukat gibi savunan biri, kusurunu göremez. Kusurunu görmezse, istiğfar edemez. İstiğfar etmezse, şeytanın şerrinden Allah'a sığınamaz. İstiaze etmezse şeytanın maskarası olur. Hz. Yusuf (AS) gibi yüce ve şanlı bir peygamber " Ben nefsimi aklamam. Bir hakikattir ki nefis, daima kötülüğü emreder" demesinden dolayı nefse itimad edilmez. Kendini suçlayan ve eleştiren, kusurlarını görür. Kusurlarını gören, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden şeytanın şerrinden kurtulur. (Lem’alar, 13. Lem’a, 13. İşâret, 2. Nokta)

Rububiyet hakikati, terbiye etmek ister. Mahlukatı yaratmak ve kemale erdirmek ile kendini gösterir. Rububiyet, malikiyet manası ile her şeyin mülkiyetinin kendinde olduğunu göstermek ister. Sahibiyet manasıyla her şeyi kontrolünde tutar. Hâkimiyet manasıyla her şeyi hükmü altında tutmak ister. İnsanın iç dünyası itibariyle kalb, rububiyetin malikiyetini; ruh ise sahibiyetini hisseder. İnsan Cenab-ı Hakk'ın ortağı olmak için yaratılmamıştır. Onun cemal ve kemalini gören ve gösteren şuurlu bir ayna olmak için yaratılmıştır. Bu manada bir insanın akıl, kalb ve nefsindeki güzellik, özellik ve mükemmelliklere malik ve sahip olmaya çalışması enfüsi bir şirktir. Kâinattaki güzellik ve mükemmellikleri nesnelerin ve canlıların ve sebeplerin kendisine dayandırmak âfâkî bir şirktir. Tevhid hakikati, her nesne ve her şeyin kudret-ilim-irade-sanat-nizam-adalet-hikmet-hayat gibi İlâhî sıfatların tecellileriyle yaratıldığını, bunları gösterdiğini ve göstermek için var edildiğini ifade eder. İnsan ise, yaratılanlar arasında sanat noktasında şaheser ve hikmet noktasında şuurlu bir başyapıttır. Elbette insanın terbiyesi, Tevhid Hakikati içinde Rububiyeti bütün manalarıyla görme ve kabullenmeyle olur.

İnsanın aklının kemali, Allah'ı bilen ve bildiren, Onu ihlasla tanıyan ve tanıtan bir seviyeye yükselmek; bir “Rabbânî” olmaktır. İnsanın kalbi, ruhu ve nefsi için de aynı boyutlar geçerlidir.

Terbiye, potansiyel özellikleri açar. İnsanlığın farklı seviyelerde dünyadan ayrılmaları gösterir ki terbiye sonsuz bir fiildir. İnsanlar terbiye hakikati gereği manevi açıdan en kemal seviyede ölürler. Bu şekilde ölüm, Âhiretin giriş kapısı olmasıyla terbiyeyi sonsuzlaştırır. Aksi takdirde bütün kâinat abes ve israf olur.

Rububiyet ve Rahmaniyeti idrak, kâinatın manasını idraktır. Hayatın manası, terbiyedir. Kâinat mekanizmasına hareketini iman ve kullukla uydurup bu kâinat fabrikasında şuurlu bir çark olan müminler bu manada mükâfâtı hak ediyorlar. Kâinatın milyarlarca yıllık geçmişini ilim boyutundan şuur boyutuna yükseltmek ile mükellef olan insanların bu Rububiyet sistemini reddetmeleri, onu inkar etmeleri, ona karşı savaşmaları onları bir cezaya ve hiddete ve gazaba duçar eder. Akıl, kalb ve nefsn mahiyeti hak ve hakikate boyun eğecek şekilde iken, onu reddetmekle inkar etmek hakikatte kendini inkar etmek, insanlıktan istifa etmektir. Hak ise, insanın insanlığından istifade etmesiyle "Bakıldığında hatıra Allah'ı getiren bir ayna kıvamına çıkılmasını" hedefler. (Sözler, 10. Söz, 1. Hakikat)

"Tûba li men arafe haddehu ve lem yetecâvez tavrehu" (Ne mutlu o kimseye ki, kendini bilir ve haddini tecavüz etmez.) İnsan açısından en büyük hakikat, haddini bilmektir. Çünkü insan, haddi olandır. Sınırsız olana “İlah” denilir. İlâh’a had ve hudud çizilemez. O bilakis, her şeye had ve hudud çizer. İnsanın aslî yönleri mutlak aczi, çaresizliği, mutlak fakrı, yoksunluğu, yoksulluğu ve ihtiyacı, mutlak kusuru ve mutlak noksanlığıdır. İnsanda görünen cüz'î kudret, ilim, irade, hayat, servet, cemal ve kemal İlâhî zâtî sıfatların birer tecellisi ve insana emanetidir. Tevhid-i Mutlak ile onları Allah'ın malı ve mülküdür. İman, bu algıdır.

Dış dünyada tevhidi kabullenmek kolaydır. Enfüsî manada kişinin aslî yönünü sahiplenerek Veyse'l-Karani Hz.leri (KS) gibi Allah'a yönelmesi ciddi bir nefis tezkiyesi ve enaniyet terbiyesi gerektirir. Tevhidin iç dünyaya işlemesine, "Rıza" denilir. Bu durumda insandaki her bir müsbet özellik bir ism-i İlâhînin tecellisi olarak kendini hissettirir. Kâinatın yaratılış sırrı, insanın bu özellikleri ihlas ve tevhid ile diğer insanlara şuurluca yansıtması, göstermesidir. Buna "kabul" denilir. Bu ise, İslamiyetin sırrıdır. Teslimiyet budur. İslamiyet sırrıyla, insan sâlih amelleriyle Allah'ı gösteren bir müşahede-i cemal aynası halini alır. Cemaat namazları, toplu ibadetler ve Hak namına yapılan faaliyetler ise, rüyet-i kemal aynası haline gelir. Kâinat bu sırlar üzerine kurulmuştur.

İhlas, kişinin kendi haddini bilerek, hareket etmesidir. Haddini çiğneyen kişi kendini diğer insanlara mükemmel göstermek için yapmacık, sahte tavır ve davranışlara girer. Bu ise, bir riyakârlıktır. Kişi her yaptığı fiilde ya kendini ya Allah'ı yansıtır. Allah'ı yansıtması, “ihlas ; kendini göstermesi “riya” dır. Bir ameli niçin yaptığını gösteren sır ise, ameli yaptıktan sonra takdiri ve alkışı kimden beklediğinde belirir. Kuldan bekliyorsa “riyakâr” dır. Allah’tan bekliyorsa muhlis ve muhlâstır. Bu açıdan amellerin rengi, onları salih yapan sır, ihlastır. İhlassız batmanlarca amele nazaran ihlaslı zerre miktar bir amel, daha üstündür.

İhlası kazandıran, hareketlerindeki tek sebebin emr-i İlâhî olması; işin sonucu olarak da rıza-yı İlâhî görülmesi ve beklenmesidir. Bunun haricindeki her şey kişisel algı ve beklentilere girer. Bu durumda amel küçülür. İhlas, her insanın fıtratında vardır. İnsan kendi haddini bilerek hareket ettiğinde, doğallığını muhafaza eder. Bu durumda zaten ihlaslı ve samimi bir hal kazanır. (Lem’alar, 17. Lem’a, 13. Nota, 3. Mes’ele)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum