En büyük ölçümüz Allah rızası

En büyük ölçümüz Allah rızası

Denizli’nin işadamlarından Süleyman Delikanlı Risale Haber’e konuştu

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber

 

Süleyman Delikanlı Kimdir?

 

Diyarbakır’ın Çüngüş ilçesinde dünyaya geldi. İlkokulu Elazığ Maden’de okudu. Ortaokulu Çüngüş’te bitirdi. Liseyi ise Silvan’da okudu. Üniversiteyi Adana’da tamamladı.

 

Üniversiteyi bitirdikten sonra Adana’da kalmaya karar verdi ve burada memuriyete girdi. Ama 1989 yılında memuriyeti bırakarak ticari hayata atıldı. Daha sonra Denizli’ye gitti ve tekstil işiyle uğraşmaya başladı. Hala bu mesleğini devam ettirmektedir.

 

Risale-i Nurlarla lise yıllarında tanıştı ama hakkıyla pekiştirme işini üniversite yıllarında tamamladı. Ondan sonraki tüm hayatında Risale-i Nurlara hizmet etmek onun asli işi oldu. Geçen kırk yıl boyunca da bu çizgisinden hiç ayrılmadı. Sosyal hayatın içinde olan Süleyman Delikanlı ile konuştuk…

 

RİSALE-İ NURA İLGİMİ ARTTIRMAK İÇİN HİÇ BOŞ BIRAKMIYORDU.

 

Risale-i Nurları nasıl ve ne zaman tanıdınız? 

 

Risale-i Nurları Silvan’da tanıdım. Ondan önce Üstad Bediüzzaman’la Şeyh Said’i (bilgisizlik nedeniyle) aynı kişi zannediyordum. O zamanlar biz de milliyetçi duygular da var, vatanı bölmeye kalkan herkese karşı bir tavrımız vardı. O nedenle bir gün bir dost ve arkadaş gurubunda Bediüzzaman Said Nursi’yi kastederek, “Ben bölücü olan herkese karşıyım” diye söyledim. Orada benim ne demek istediğimi anlayan bir arkadaş, “ya sen yanlış konuşuyorsun. Şeyh Sait’le Bediüzzaman Said Nursi aynı kişi değil” demişti. Fakat gençlik işte, ben bu konu üzerinde fazla durmamıştım. Ama onunla ilgili ilk konuşmam ve tanışmam böyle olmuştu.

 

Silvan’da liseyi bitirdim. 1971 yılıydı. Şaziment ablam, Silvan Yatılı Bölge Okulunda öğretmenlik yapıyordu. O günlerde ağabeyim Almanya’dan bir tane kazak örme makinesi getirmişti. Ben de onunla kazak örüyordum. Babam 1966’da vefat ettiğinden geçim derdine düşmüştük. Kazak örme işini evde yapıyordum. Hem de güzel yapıyordum. O nedenle Silvan’ın yerli Nur talebelerinden, Fuat Dede, Salih Çevik gibi bazı ağabeyler bende bir ışık görmüşler ki, onların yanında terzi olmam için konuşmuşlar.

 

Bir gün, Gaziantepli Mehmet Yeprem, -Allah selamet versin. Kendisi şu anda İznik’te Edebiyat öğretmeniydi- Silvan’da o zaman öğretmenlik yapıyordu. Gerçek bir nur talebesiydi… Himmeti, gayreti, çabasıyla, her şeyiyle…

 

Neyir marka kazaklar vardır bilirsiniz, yakalı memur kazakları… Onun da böyle bir kazağı vardı, yakası eskimiş, o yakayı getirip güya bende tamir ettirecek. Esas derdi yaka maka değil… Benimle irtibata geçmek... Tanıştık bu vesile ile ve biraz samimiyeti ileri götürünce de zaten gerçek niyetini açıkladı. Allah razı olsun… Bana o zaman Tarihçe-i Hayatı vermişti. Ama ben altı ay kitabın yüzüne bakmadım. Buna rağmen o benim üzerimde ısrarla duruyordu. “Okudun mu?” falan diye hep soruyordu. Sonunda okumaya karar verdim.

 

 

1971-72 yılları biliyorsunuz, ihtilalden sonraki yıllar… Mahkemeler, müdafaalar… Bekir ağabey’in “İthamları Reddediyorum”, “Nurculuk” adlı kitapları ve benzeri kitaplar da yeni yeni neşrediliyordu. Mehmet Yeprem benim Nurlarla ilgimi arttırmak için hiç boş bırakmıyordu.

 

Allah selamet versin Antepli olduğu için boğaz işlerinden çok iyi anlardı. “Süleyman kardeş gel bugün çiğköfte yapacağım”,derdi. Bir müddet geçer “Bugün ciğer kebap yapacağım.” Veya “bugün yürek kebabı yapacağım” derdi, bizi de çağırırdı sağolsun. Biz de giderdik, bir iki lokma bir şey yerdik. Hemen bize Nurları anlatmaya başlar, bize ders yapardı…

 

Yavaş yavaş bu şekilde kalbimizi Nurlara ısındırdı. Onun üzerine derslere de gitmeye başladık. Serde delikanlılık ve kahramanlık duyguları fazla olduğu için, Bekir Berk ağabeyin, “İthamları Reddediyorum” adlı kitabı hoşuma gitmişti, onu okuyordum. O kitapta en çok Üstad’ın Toptaşı’ndaki hastanede doktorla olan mükâlemesinden etkilenmiştim.

 

O sene liseden mezun oldum. Fakat üniversiteye giremedim. Orada kalmam Nurları tanımama vesile oldu. Bu durum benim için bir lütuf idi adeta… Yani Cenab-ı Hak bizi muhafaza etti. Sene 1971… Ben o eski kafamla, Nurları tanımadan Üniveristeye gitseydim, şu anda belki de başka bir mecrada olabilirdim. Kaderi ilahi…

 

1972 de tekrar imtihana girdim, bayağı güzel de bir puan aldım. Hemen hemen bir hafta boyunca Silvan’da herkes beni aldığım puandan ötürü tebrik etti. Çok iyi okullara girebiliyordum. Fakat maddi imkânsızlık… Babam vefat etmiş… Nihayetinde eve bakacaksın.

 

Allah rahmet eylesin ağabeyim Hakkı Delikanlı Adana’ya yerleşmişti. Bana, “Gel burada Makine Mühendisliği bölümü var. Oraya kaydol” dedi. Ben de onu dinledim ve oraya kaydımı yaptım. Dolayısıyla Adana’ya yerleşmemiz böyle başlamış oldu. Orada cemaatle tanıştık.

 

Okula gitmeye başlamıştım ki, hiç unutmam, Allah Rahmet eylesin Hüseyin Bulut ağabey vardı Antakyalı. Vakıftı, hayatını nur hizmetlerine vakfetmişti. Çok cevval, çok müstesna bir insandı. Tam bir hizmet ehliydi… Bana bir gün “Şahin diye bir kardeş var, o da mühendislikte okuyor. Senin sınıfta. Onunla tanış” dedi. “Olur” dedim ama bir gün giderim, iki gün giderim… Şahin kardeş yok… En son Yeni Asya gazetesi aldım. Sınıfta açıp okumaya başladım. Belki görür gelir tanışırız diye… Yine ses seda yok. Yaklaşık bir on gün kadar aynı sınıfta olmamıza rağmen birbirimizi tanıma imkânı olmadı.

 

 

Bir gün akşamüzeri ders bitmiş dağılacağız. Uzun saçlı bir arkadaş birden “Şahin, benim paltomu getirir misin?” dedi. O öyle deyince “Tamam” dedim “Şahin’i buldum.”  Yanına gittim. “Kardeş! Sen Şahin Yiğitsöz müsün?” dedim. “Evet” dedi ve arkasından “Sen Süleyman Delikanlı mısın?” deyince orada tanışmış olduk. “Ben de kaç gündür seni arıyordum” dedi.

 

“Az kalsın tahtaya çıkıp, Şahin Yiğitsöz burada mı diye bağıracaktım” dedim. O tanışma esnasında Şahin’e “paltomu getirir misin?” diyen arkadaşın siması bana sıcak geldi, çok güzel bir siması var. Hizmette de yeniyiz, ateşin dönemlerimiz… “Ben bu arkadaşla tanışmak istiyorum” dedim. Şahin sağ olsun bizi tanıştırdı. Mehmet Pekel… Mehmet Pekel’le tanıştıktan sonra, üç samimi arkadaş, kardeş olduk, o saatten sonra hep beraber hareket etmeye başladık.

 

Mehmet Pekel’in o günlerde namazla, niyazla pek bir alakası yoktu. Entel takılan bir kardeşti… Bir buçuk sene arkadaşlığımızı devam ettirdik. Bir buçuk yılın sonunda Mehmet’le ancak Cuma namazına gidebiliyoruz. Hiçbir zaman da, “Gel şunu yap, bunu yap” diye bir telkinimiz olmadı. Bizden uzaklaşır diye dikkat ediyorduk. Birlikte ders çalışırdık. Ama hemen arkasından çaktırmadan da kitap açıp okurduk. Derken Mehmet kardeşimiz 1973 yılının Nisan ayında, duyduk ki, namaza başlamış. Tabi o andaki sevinç, unutulmaz bir sevinçti… Ve o Mehmet kardeşimiz Nurları tanıdı. Kısa zamanda nurlandı ve bir ışık gibi etrafını da nurlandırdı.

 

Onunla güçlendik ve bu sayede bir çok arkadaşın daha risaleleri tanıması gerçekleşti. Kemal Yağar, Mehmet Gümüşler gibi kardeşler… Kemal Yağar’ın kardeşleri şu anda her biri birer vakıftır. Ve çok büyük hizmetlere sebep oldu o kardeşimiz Allah razı olsun…

     

Üniversite’de yeni çıkan bir kitap oldu mu hemen sınıfa götürürdük. Mutlaka o Risaleler, kitaplar sınıfta elden ele gezerdi. Korkusuzduk, pervasızdık bu noktada… Şimdi anlaşılmayabilir ama o zamanlar korkusuzluk büyük bir olaydı… Bu tarzda hizmetimiz devam etti… 

 

RİSALE-İ NUR’UN NİMETLERİNE MAZHAR OLDUM.

 

Adana’da nerede kalıyordunuz? 

 

Ben bir müddet ağabeyimin yanında kaldım. Daha sonra dershaneye geçtim. Dershanede çok güzel beraberliklerimiz oldu. Adana’da güzel hizmetler meydana geldi. Nur talebelerinde bulunması gereken vasıfların başında fedakârlık gelir. Bu konuda fedakârlıklar çok yapıldı… 

 

Risale-i Nur sizin dünyanızda ne gibi değişiklikler yaptı? 

 

Birincisi, önce manevi iklimimde büyük değişiklikler meydana geldi. Ben itiraf etmeliyim ki, Risale-i Nur’un fazla külfetini çekmedim. Hep nimetlerine mazhar oldum. Risale-i Nur’u tanımam, çevremdeki birçok insanın bu iman hakikatlerini tanımasına ve anlamasına vesile oldu. Yani çevremdeki bir çok insanın Said Nursi ve Risale-i Nur hakkındaki yanlış kanaatleri ortadan kalktı.

 

 

İkincisi; iş hayatımda, memuriyet hayatımda ve ticaret hayatımda… Risale-i Nur’un ölçüleriyle hareket ettiğim için, hiçbir zaman, hiçbir sıkıntı çekmedim. Çizgimden taviz vermedim. Nurculuğumu gizlemedim. Namazımı ibadetimi çekinmeden yaptım…

 

Ben DSİ’ye girdiğim zaman, 1978 yıllarıydı… Ecevit Hükümetinin iktidarda olduğu dönemler. Etrafa terör estiriyor. Nerede bir dindar görseler işten çıkarıyorlar. Hem bizim şubede hep sol görüşlü arkadaşlar olmasına rağmen, ne namazımdan, ne ibadetimden, ne duruşumdan asla taviz vermedim. Allah’a şükür…

 

Nedir taviz vermemek? Mukteza-i hale mutabık hareket etmektir… Üstad’ın koyduğu ölçüler içerisinde hareket etmek. Çünkü bizim davamızın neşvü  nema bulacağı yer ehl-i iman değil… İnancı olmayan insanlar içerisinde bir şeyler yapabiliyorsan yapacaksın. Asıl hizmet odur. Hazreti Rasulullah (sav) ilk çıktığında, etrafında hep müşrikler vardı. Ve onun hizmet sahası müşriklerdi. Altı senede ancak kırk kişi Müslüman olmuştu… Ama sonrasını biliyorsunuz anlatmama gerek yok. Biz de onu örnek almaya çalıştık. Taviz vermeden ama ifrat ve tefritten uzak bir şekilde hareket ettik.

 

Üçüncüsü; ben çok acılar yaşadım. Daha çocuk yaşta babamı kaybetmiştim. Evin tüm yükü o yaştan itibaren sırtıma yüklenmişti. Bu acıları ve bu zahmetleri ancak Risale-i Nurun ilaçlarıyla, onun dersleriyle ve onun kalbimize ilka ettiği iman nuruyla aşabilirdim. Ve onun sayesinde aşabildim. Eğer Risale-i Nurları tanımasaydı şu an Süleyman Delikanlı yaşadığı o kadar acılarla bugün burada olmazdı.

 

O sebeple Risale-i Nurun benim hayatımdaki yeri, önemi çok büyük. Her namazda Allah’a dua ederim. “Allah’ım, bizi iman Kur’an hizmetinden ayırma” diye. Yani, son nefese kadar. Yola çıkmak mesele değil. Mühim olan hedefe varmak. Ve Cenabı Hakka hamdü senalar olsun. Adana’daki cemaate 1973 yılında tam olarak mutabık oldum. O zaman Adana’nın istişare heyetinde bulundum. Nurları anlamamda Allah rahmet eylesin, Allah razı olsun Hüseyin Bulut ağabey’in çok büyük emekleri vardır… 

 

RİSALE-İ NUR’U TANIYAN BU HAKİKATLERİ KİME ULAŞTIRACAĞININ DERDİNE DÜŞERDİ

 

Yeri gelmişken Hüseyin Bulut hakkında birşeyler söylemek ister misiniz? 

 

Hüseyin ağabey hakkında bildiğim, hatırladığım: Hüseyin abi, dershanede kalır talebeleri adeta kendi evladı gibi görürdü, onlarla empati yapar, hemhal olurdu. Kendisi ilkokul mezunuydu. Işık gördüğü insanların üzerinde ısrarla dururdu. Ve çok insanın Nur talebesi olmasına vesile oldu. Hizmete endeksli bir insandı.

 

Bir gün Muzaffer abi bir kaza geçirmişti. Beraber Denizli’ye onu ziyarete gittik. Kış olmasına rağmen üşenmemiştik. Kemal yağar, Hüseyin abi ben ta Denizli’ye kadar gittik. Yani onun hizmetteki gayreti fevkaladeydi, bizleri de gayrete getirirdi. Onun dünyasında hizmet için bir engel yoktu. Ve o yürüyünce biz arkasından koşardık. Canıyla, malıyla her şeyiyle. Ve zaten Nur yolunda, hizmet ederken şehit oldu. Allah mekânını Cennet etsin. Adana’daki ağabeylerin hepsinin bende büyük emekleri vardır. Mustafa Gengec’inden, Abdulvahap Ölçer’inden, Mehmet Çelik’inden, daha bir çok ağabeyin bende büyük katkıları vardır… Dolayısıyla Adana benim Risale-i Nurları tanıma, geliştirme ve yaşama dönemimdir. 

 

 

O zamanın en büyük özelliğiydi bu değil mi? İnsanlar daha çok fikri mücadele içindeydiler… 

 

Fikri mücadele çoktu. O dönemin bir başka özelliği de, Risale-i Nur’u tanıyan bir kişi hiç beklemez hemen yarın bu hakikatleri kime ulaştıracağının derdine düşerdi. Mesajı alır almaz bir an evvel başkalarına da ulaştırmak için gelip istişare ederlerdi. Her gün farklı bir insan derse gelirdi. Mesela, İsmail isminde bir kardeş vardı Allah selamet versin sınıfında solcu var. “Süleyman kardeş sınıfta bir çocuk var. Ona gideceğiz, Nurları anlatacağız” deyince “Hadi gidelim” dedim. Kalkıp o çocuğun evine gittik nurları anlatmak için. Yani tabirimi mazur görün, İslamiyet’in ilk dönemi gibi. Herkes o mesajı alır almaz, bir yerlere ulaştırmanın gayreti, çabası içindeydi. Yani o dönem böyle bir dönemdi… Kafalar sadece hizmetle ilgiliydi.   

 

BAŞKA FİKİR YOK TABİAT RİSALESİ VAR HOCAM

 

Bu arada yine söz gelmişken solcularla yaptığınız bir münakaşa veya bir sohbetten aklınızda kalan bizimle paylaşabileceğiniz bir anınız var mı?     

 

Evet. Güzel bir hatıram var. Üniversitenin ikinci sınıfındayız. Üçüncü sınıfta malzeme dersi var. Malzeme derslerine de Ordinaryüs Profesör Nurettin Çuhadaroğlu denilen bir hoca giriyor. Bu insan girdiği sınıflarda Allah’ı inkâr edici felsefi konuşmalar yapıyor, “şunu yapıyor”, “bunu yapıyor” diye hep duyuyorduk… Dersine giren arkadaşlar gelip bize anlatıyorlar. O zaman böyle şeyler oldu mu, hemen gelip bize anlatıyorlardı. Biz üç arkadaş iyi mücadele ediyorduk böyle bir özelliğimiz var. “Ah! Ah!” diyordum. “Bu Hoca ne zaman bizim sınıfa girecek? Bir dersimize girse de bir görsek…” Yani adeta o hocanın bizim dersimize girmesi için dua ediyorduk.

 

Üçüncü sınıfa geçince malzeme dersimize o hoca girmeye başladı. Bir iki dersin ardından baktım bu aynı teraneyi bize de anlatmaya başladı. Bir gün ben, Mehmet ve Şahin hocanın ardından beraberce çıktık. “Hocam! Bizim bir takım müşküllerimiz var. Bir takım sorularımız var. Bize yardımcı olur musunuz?” dedik. “ Buyurun, sorun” dedi. Şahin kardeş, “Hocam ya! Bazı insanlar bu kainatın yaradılışıyla ilgili ‘kendi kendine olmuş diyor,’ kimileri diyor ‘sebepler yapmış’ bir kısım arkadaşlar da ‘tesadüfen oluyor’ diyor, böyle görüşler var. Bu hususta sizin görüşünüz nedir?” diye sordu.

 

Hoca hemen anlatmaya başladı… Oltaya gelmişti… “Bu hususta çok çeşitli felsefik görüşler var, şunlar var, bunlar var” Deyince, “Peki” dedik. “Hocam! Bu üç tane tezin çürük olduğu, açmaz olduğu, yaratıcı olmadıkları ispat edilirse, dördüncü bir tez olan Tevhidi netice veren, kâinatın bir tek Allah tarafından yaratıldığı kabul edilir mi, edilmez mi?” Hoca, “Kabul edilebilir, ama bunların bu şekilde olmadıkları ispat edilmemiş ki…” dedi. Şahin hemen, “hayır hocam ispat edilmiş” dedi. “Nerde edilmiş?” diye sordu hoca. “Bediüzzaman Said Nursi’nin Tabiat Risalesinde…” dedik. Üstadın ismini duyar duymaz, “Ooo. Aklınızı başka fikirlere kaptırmayın” dedi. “Başka fikir yok. Tabiat Risalesi var hocam” dedik. Biz başladık teneffüste, bütün arkadaşlarda etrafımızı sarmışlar, hocayla münazara etmeye. Arada ülkücü arkadaşlar da var. “Bırakın arkadaşlar. Biz bu adamı dövelim. Böyle konuşma mı olur?” Hocayı dövecekler. “Ya siz durun” diyoruz.

 

O gün hocayla epeyce konuştuk. Hoca da bir noktaya geldi. Daha sonraki hafta, o vakitler, “Petrolden gıda bulunacak” diye bir tez vardı. Üstad hazretlerinin İşaratül İ’caz’da, “Fil ardi” tefsirini bulup, hocanın yanına gittik. “Hocam! Bir mevzu var. Bunu okuyabilir miyiz size?” dedik. Okuduk. Hoca, “Allah, Allah” dedi. “Kim yazmış?” dedi. Nasıl Üstad’ın yazdığını anlayınca, yine korktu. Ve biz bu hocayla yine devam ettik münazaraya. Hoca bayağı yumuşadı.

 

Bir gün sınıftayız. Hoca, “Çocuklar! Nas suresinin manasını  bilen var mı?” dedi. Ardından bana dönüp, “Sen söyle bakalım” dedi. Dedim, “Ben hoca değilim.” Kendisi bu defa, “Kur’an’ın gerçek meali olamaz. Çünkü Türk dil gramerlerine uymaz. Ancak kelime karşılığıdır bunlar. Siz Kur’an’daki manayı çözemezsiniz” dedi. Sınıfta Türkmen bir hanımefendi vardı. Ona söyledi, “Öyle değil mi?” O, “Evet” dedi. Bir tane arkadaş da, “Hocam ben Kur’an’ın mealini Almancadan okudum” dedi. “Türkçesinin suyu mu çıktı? Neden Almancasını okudun?” dedik.

 

Bir gün yine hoca, “Çocuklar! Her şeyi akla verdiğimiz zaman bu âlemin çözülmesinde zorlanırız, bu âlemin hareketini, tarzını aklımızla çözemeyiz” dedi. Oradan Solcu bir çocuk, “Bunu ancak materyalizmle çözeriz” tarzında bir laf edecekti. Hoca, “Otur yerine. İlahi bir kudretin varlığını kabul etmediğiniz müddetçe akılla biz bu yollara gidemeyiz” dedi. Hocadan en son bu sözü aldık. Ve Ölmüşse Allah rahmet eylesin. Böyle bir diyalog yaşamıştık… 

 

 

Üstadın talebelerinden yakından tanıdığınız ve görüşebildiğiniz kimse var mı? 

 

Üstadın talebelerinden Sungur ağabeyi tanıdım yakından Allah selamet versin. Fırıncı ağabeyi ve Muzaffer ağabeyi yakından tanıdım. Kırkıncı Hoca’yı gördüm. Bekir Berk ağabey’i Allah gani gani rahmet eylesin, onunla ilgili bir hatıram vardır.

 

Bekir ağabey müdafaa için Diyarbakır’a gelmişti. Biz de Silvan’dan gittik. Diyarbakır’da Mehmet Direk ağabeyin dükkânında Bekir ağabeyle tanışma fırsatını bulduk. Allah mekânını cennet etsin. Bana bir akik taşı verdi, “Süleyman kardeş! Bunu al. Yüzük yap.” O yüzüğü epeyi taşıdım. Sonra kayıp mı oldu, ne oldu bilmiyorum. O şekilde bir hatıramız var. Hiç unutamam. Bu arada Adana’da Mehmet Baygın’ın da fedakârlığını hiç unutamam. O da çok iyi bir hizmet eriydi. Ağabeylerden ancak bu kadar tanıyabildik. 

 

RİSALE-İ NUR BİR DAVA DA DEĞİL DAVA İÇİNDE BURHANDIR

 

Risale-i Nurun iman kurtarma açısından bakıldığında belli hedefleri var. Sizce Risale-i Nur belirlediği bu hedeflere ulaştı mı, ulaşacak mı? Şu anda gelinen nokta iyi bir nokta mı? 

 

Risale-i Nur’un kendisi bir hedef değildir. Kendisi bir dava da değil. Dava içinde burhandır. Dava, iman ve Kur’an davasıdır. Bu iman ve Kur’an davasında Risale-i Nur bir delildir. Ve Risale-i Nurdan beslenen, feyzini alan sadece biz değil, bütün cemaatler harıl harıl bu Nur’u, bu meseleyi yaymak için özel çabalar sarf ediyorlar. Bu noktada herkesin hedefi büyük olabilir. Ama bu hedefe ermek, bu hedefe kavuşmak, Cenab-ı Hakkın takdiri ve inayeti sayesindedir. 

 

Risale-i Nur’un üç hedefi var. Özellikle İman kurtarma meselesinde Türkiye’de Risale-i Nur hedefine ulaştı mı? 

 

Hedefine ulaşmadı demek mümkün değil. Risale-i Nur hareketinin her şeyden önce, metodu, tarzı, sadece kendi mecrasında değil, diğer cemaatlere, diğer guruplara, ehli tarikata cesaret vermiş, onları bu meselelere itici olmuş, kendi meslek ve meşreplerine sarılmak için büyük bir güç teşkil etmiştir. Bunun yanında elbette iman ve Kur’an davasını insanlara yayma noktasında Risale-i Nur’suz bir Türkiye’yi şu anda düşünemiyorum. Biz şimdi bir takım şeylere sahipsek, bu sulha, bu sükûna, bu rahatlığa sahipsek, Risale-i Nur’un bu memleketteki tesiri sayesindedir. Bu tesiri yok farz edemeyiz. Bu noktada Risale-i Nur çok başarılı olmuştur. Risele-i Nur ülkeyi adeta bir mektep haline getirmiştir. Öyle bir mektep ki her akşam on binlerce yerde dersler veriliyor. 

 

Şu anda diyebiliriz ki, inkar-ı ulûhiyet hemen hemen aşılmış durumda… Yani tek yaratıcıyı inkâr eden çok az insan var. Risale-i Nur, bu noktadan bakıldığında büyük başarı yakalamış. Bugün bir Nur talebesinin yanında İnkar-ı Uluhiyet gibi bir meseleyi açmaya dahi cesaret edilemiyor. Üstadın dediği gibi, “Küfrün belini kırdım, milyonlarca gencin kurtulmasına vesile olduk, Türkiye’yi kurtardım” meselesi tahakkuk etmiştir.

 

Düşünün 1930’lu yılların şartlarından bu günkü şartlara gelmişiz. Bu gün hiç kimse meydana çıkıp tersini söyleme durumunda değil. Sadece biz değil… Bakın, gurupların, cemaatlerin, medya organlarının yaptıklarına, herkes Risale-i Nur metotlarını kendine düstur edinmeye başlamış. Yani asrın imamı başta durmuş, İslam’ın temel meselelerini, mihenk noktalarını tespit etmiş ve hedefine emin adımlarla yürümüş. Barla hayatını düşünün… O günden bu güne gelmişiz. Bu gün nerelerdeyiz? İşte bu hal, bu hizmetin belli bir hedefi tutturduğunun kanıtıdır… 

 

Üstad’ın, “Şu İslam inkılâbı içinde en yüksek gür sada, İslam’ın sadası olacaktır” sözü tahakkuk ediyor inşallah… 

 

MESLEK VE MEŞREBİMİZİN EN ÖNEMLİ ESASI MUHABBETTİR

 

İnşallah… 

 

Şu an Türkiye’de değil sadece, diğer ülkelerde de Risale-i Nurlar Allah’a şükür, kabul görmeye, yayılmaya başladı. Mısır’da olsun, Fas da olsun, diğer İslam ülkelerinde olsun… Onların eline bu hakikatler geçtikçe daha çok yayılacaktır. Bunun dışında bu gün Avrupa büyük bir gelişme göstermiştir. Benim en çok üzerinde durduğum nokta, bu Nurlar parlıyor parlamaya da devam edecektir. Yeter ki biz gölge olmayalım. Engel olmayalım. Üstad, “Çabuk bir kıyamet kopmazsa… Aklını yitirmezse insanlık bir nuru mutlaka görecektir” diyor.

 

Yani insanlık henüz aklını kaybetmemiş diyorsunuz… 

 

Evet… Çok şükür… Şu anda sadece bir tek şey üzer bizi o da şudur: Bu hizmet yapılıyor ve hızla yapılmaya da devam ediyor. Ama biz neresindeyiz. İçinde miyiz? Dışında mıyız? Bize üzecek şey bu hizmetin dışında kalmaktır. Bu hizmette bizim katkımız ne olacak? Hizmet yürüyor, kervan yürüyor zaten. Biz bu kervana destek mi veriyoruz? Yoksa köstek mi?

 

Buna dâhil olabilmenin çabası içinde olmamız gerek… İçinde olmamız lazım. Kafamızı, zihnimizi başka şeyler çelmemeli… Vazifemiz, hizmet edene ve bu hizmete devam edene kuvvet vermek, destek vermek… Hiç kimsenin meslek ve meşrebini küçümsemeden, hizmetini küçümsemeden, kendi meslek ve meşrebimizin de hakkını hukukunu koruyarak hareket etmek… Meslek ve meşrebimizin dört esası vardır. Bunlardan biri ve bence en önemlisi Muhabbettir. Muhabbet. Sevmek. Bir Nur talebesinin en bariz vasfı sevgi dolu olmasıdır… Sev ki, sevdiresin. Sevdir ki, yola getiresin. Önce sevil… 

 

Sevgi de birkaç  çeşittir. Sizin bahsettiğiniz nefsanî  sevmek dışında bir sevgidir değil mi? Belki de şefkat demek daha doğru… 

 

Tabii ki. Bizim bahsettiğimiz sevgi şefkat mertebesinde bir sevgidir. Malum şefkat karşılıksız bir sevgidir. Karşılık beklemez. Üstadın hayatına baktığımız zaman bunu açık görüyoruz. Onun sevgisi karşılıksızdır. “Amelinizde rıza-ı ilahi olmalı…” Tabiri caizse, nefis bazen bu sözü unutuyor, bana göre adeta tespih gibi çekmemiz lazım. Ticaretse, ticarette rıza-ı ilahi olmalı, mühendisse mühendisliğinde, Nur talebesiyse Nur talebeliğinde, hizmetse hizmette… “Amelinizde rıza-ı ilahi olmalı…” Yani bu düsturu kafamıza, beynimize, ruhumuza virdi zeban etmemiz lazım. O olmadığı noktada hiçbir şeyin, hiçbir şekilde önemi yok. Nerede olursan ol, hangi konumda, hangi pozisyonda olursan ol… Ben bugün Allah’ın hoşuna gidecek iki kardeş arasında hangi güzel hareketi yaptım? Allah rızası için, iki kardeşin arasını bulmak için ne yaptım? Bu işin temeli bu. Amelinde Allah rızası olduğunda da, Allah için sevme çıkıyor ortaya. Allah için muhabbet et ve Allah rızası için sev insanı… Hülasa önce seveceğiz. Bizim hizmetimizin madeni insan… “İnsan” diyor bak dikkat edin… Sokakta giden insan bizim hizmet alanımıza girer… İnsanların kalbine de ancak sevgi ile girebilirsiniz.

 

 

Risale-i Nur hizmetinde birçok farklı cemaatler mevcut. Bu farklı gurupların ileriye yönelik bir şeyler yapmaları için neler gerekli sizce? Ya da birlikte iş yapabilirler mi? 

 

Şu an Denizli’de ve tüm Türkiye’de gönüllü kültür kuruluşları var. Bu gönüllü kültür kuruluşlarından kastımız o ildeki Allah rızası için hareket eden, görev yapan sivil toplum kuruluşlarıdır, cemaatler, dernekler, vakıflar…

 

Denizli’de bir çok kuruluşla her ay bir araya geliyoruz. Aynı durum gördüğüm kadarıyla Türkiye çapında da var. Eskiden ortak toplantılara bizi çağırmıyorlardı. Nedeni bizden haberleri yoktu. Geçenlerde bir vesileyle gittik. Ve o toplantıların ikisine, üçüne biz de katıldık. Onları bizim hizmet merkezimize davet ettik. Bu toplantılarda öncelikli olarak her cemaat, her gurup, her dernek, kendi faaliyetini ortaya koyuyor. Diğer gurupları buna iştirak ettirmeye çalışıyor. Bu çok güzel bir hadise… Her türlü meslek, meşrepten var, ehl-i tarikinden, milli görüşçüsünden vs. en az iki, üç tane de Nur cemaatlerini temsil eden vakıf temsilcileri var.

 

Biz bu insanlarla bir araya geldiğimizde kendi meslek ve meşrebimizi ön plana çıkarmıyoruz. Kimse kimseyi kendi cemaatine çekmeye çalışmıyor. Bir ve berabermişiz gibi hareket ediyoruz. Onları dinlediğim zaman ben şahsen rahatsız da olmuyorum. Birbirimizin hizmetlerine güç vermeye çalışıyoruz. Gönül ister ki, Türkiye’deki bütün Nur hizmetine dâhil olanlar, altı ayda bir temsilcileriyle bir araya gelsinler. “Kardeş, siz ne yapıyorsunuz?” desinler. Bunun olması lazım. İnşallah istikbalde bunları da görürüz.

 

Ortak karar aldığınız bir faaliyet oldu mu?

 

Bu güne kadar pek olmadı ama bundan sonra olabilecek. Mesela Mevlidimiz var. Mevlide hepsini davet edeceğiz. En azından bizim faaliyetlerimizden haberdar oluyorlar. Bütün sivil toplum kuruluşlarının ortak kararıyla belirlenen bir konuşmacıyı davet edebiliriz mesela. Bu gayet normal… Yani bizim bu noktada çabamız, gayretimiz bütün Nur talebeleriyle bir araya gelmektir…

 

Ne yapacağız? Altı ayda bir bir araya gelip, “Kardeş, hizmetiniz ne âlemdedir, neler yapıyorsunuz?” diyerek, birbirimize şevk vereceğiz. Onların hepsini bir çatı altına toplamak mümkün değil, doğru da değil, fakat hepsini aynı hedefe karşı toplayabilirsiniz. Maksatta bir olmak.

 

Hiç değilse birbirleri hakkında muhalif konuşmayı ortadan kaldırmış olacaksınız. Düne kadar biz ayrı dediğimiz insanlarla beraberdik. Yetmişten, seksene gelene kadar büyük bir kitleyle beraberdik. Hukuklarımız vardı. Aynı dershaneyi, aynı derdi, aynı yemeği, aynı hizmeti paylaşıyorduk. Bundan sonra da öyle olmalı en azından, biz onları veya onlar bizi inkâr yoluna gitmek yerine, onlardan bize güzel haberler, bizden onlara farklı hizmet haberleri gitmeli. İnşallah ümitvarız bu kısa zamanda tahakkuk eder…

 

Allah razı olsun Risale Haber bu olayı çok güzel icra ediyor. Benim eskiden beraber olduğum ama daha sonra bir vesileyle ayrı kaldığım bir kardeşim, bakıyorum güzel bir yazı yazmış. Benim duygularıma tercüman olmuş. Okuyorum, seviniyorum. “Allah razı olsun” diyorum.

 

Biraz da Denizli’deki hizmetlerden bahseder misiniz? 

 

Denizli’de Allah’a  şükür yeni bir hizmet binası yaptık. Cemaatimiz arasında dirlik, düzenlik ve güzel bir dayanışma var.  

 

Derneğiniz var mı? 

 

Dernek şu an için yok. Yeni Asya Temsilciliği diye isim koyduk. Fakat vakıf kurmak gibi bir düşüncemiz var. Ayrıca, Üstadın talebelerinden Üstadın yerine şehit olmuş Hafız Ali ağabey için her sene Kasım ayı içinde mevlit okutuyoruz. Bu yıl dördüncüsünü gerçekleştireceğiz.

 

Üstadı anma günümüz oluyor. Gerek mevlitlerimizde gerekse anma programlarımızda  salonları dolduracak kadar topluluğumuz oluyor.

 

Bir de sanırım her yıl tekrarladığınız ve bütün cemaatin katıldığı bir pikniğiniz var. Biraz da ondan bahseder misiniz?

 

Evet… Her sene geleneksel olarak yapıyoruz. Artık bizim için bir gelenek oldu. Karataş semtinde. Ona da en az yedi yüz, sekiz yüz kişi katılıyor. Cemaatten çoluk, çocuk hepsi geliyoruz, dersimizi yapıyoruz, namazımızı kılıyoruz, etkinlikler yapıyoruz, herkes eğleniyor ve herkese yemek de veriyoruz. Yemekler bir yerde pişiyor, çoluk, çocuk herkes katılıyor. Kimseden yemek ücreti falan da talep etmiyoruz. Aileler için çok güzel bir kaynaşma ve tanışma oluyor.

 

Ayrıca bu anlamda ortak işlerimizi yürütebilmek için dershanemizin alt katını düzenledik. Aileler iftar verecekleri zaman, dershanede iftar verebiliyorlar. Hem dershanemizi tanıtıyoruz, hem de orada teravihi beraber kılma imkânımız oluyor. Yani hülasa Denizli’de çok güzel etkinlikler yapılıyor ve çok güzel hizmetler oluyor… Herkesten dua bekliyoruz…