Dünya sevgisi, memurluk ve idarecilik

a)Dünya Sevgisi

Hz. Ebu Bekir (r.a), dostlarıyla beraber oturuyordu. Bir ara su istedi bunun üzerine bal şerbeti getirdiler. Bal şerbetini eline bıraktıklarında ağlamaya başladı, öyle ağladı ki etrafındakiler de ağlamaya başladılar. Ağlaması geçtikten sonra etrafındakiler “Seni ağlatan nedir?” diye sordular. O da şöyle dedi:

“Resulullah (s.a.v)’in yanındaydım. Eliyle bir şeyi kovar gibi yapıyor ve “Benden uzaklaş! Benden uzaklaş!” diyordu. Ben ise onun yanında bir şey görmüyordum. Dedim ki “Ya Resulallah! Bir şey kovduğunu görüyorum, fakat ben bir şey görmüyorum” dedim. Şöyle buyurdu: “Dünya bütün güzellikleriyle bana temessül etti (göründü ve beni kandırmak istedi). Ben de ona “Benden uzaklaş!” dedim. O benden uzaklaştı, fakat sonra döndü “Allah’a yemin olsun ki, sen benden kurtulsan da senden sonrakiler benden kurtulamaz.” dedi.

Hz. Ebu Bekir, sonra şöyle dedi: “Dünyanın kandırdığı kimselerden olmaktan korktum. Bu beni ağlattı.” (1)

Dünyanın Hz. Ebu Bekir’i kandıramadığına kanaatimiz var. Fakat dünya pek çok kimseyi, kandırabilmiştir. (2) Öyle ki, pek çok lider, liderliğe yalnızca dünya sevgisinden dolayı talip olmuş ve dünya lezzetlerinden istifade etmişlerdir. 

Yukarıda bahsi geçen “Allah’a yemin olsun ki, sen benden kurtulsan da senden sonrakiler benden kurtulamaz” sözü üzerinde durmalı ve kendimize tıpkı Hz. Ebu Bekir gibi “Acaba ben, dünyanın kendisini kandırdığı kimselerden miyim?” sorusunu sormalıyız. Bilhassa devlet memurlarının bu soruyu kendilerine sorması gerekir. Çünkü devlet malını dünya sevgisinden suistimal edenler kul haklarına tecavüz etmiş olurlar. 

***

Kur’ân’ın pek çok ayetinde ve Peygamberimizin hadislerinde dünya sevgisi kötülenmiş, dünyayı sevmeyenler övülmüştür.(3)

Bu konuda bazı ayetler şöyledir: “Onların (kâfirlerin) bazı sınıflarını imtihan etmek için kendilerini faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme; Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır.” (Taha, 131)

“Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve çok aldatıcı olan (şeytan), Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokman, 33)

Dünya sevgisi insanı pek çok günaha götürdüğü için Peygamberimiz: “Dünya sevgisi bütün hataların başıdır.” “Dünya sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür” buyurmuştur. Bir başka hadiste de “Dünyada bir garip gibi veya bir yolcu gibi ol!” buyurmuştur. Rivayete göre Allah, Davud (a.s)’a “Ey Davud! Beni seviyorsan dünya sevgisini kalbinden çıkar. Çünkü beni sevmekle dünya sevgisi bir kalpte bir araya gelmez” buyurmuştur.

Tasavvufta zühd üzerinde çok durulmuş, dünya sevgisinin Allah’a ulaşmakta en büyük engel olduğu vurgulanmıştır. Nakşîbendi tarikatından bir zat: “Tarîk-ı Nakşîde dört şeyi bırakmak lâzım. Hem dünyayı, hem nefis hesabına âhireti dahi hakikî maksat yapmamak; hem vücudunu unutmak, hem ucbe fahre girmemek için bu terkleri düşünmemektir.” demiştir.

b)Memurluk ve Zühd

Zühd, dünyayı sevmeme,  dünya malına değer vermemek demektir. Zühd, İslâmî bir haslettir. Her mümin, bu hasletle hâllenmelidir. Fakat kamuda çalışan memurların buna daha çok dikkat etmesi gerekir. Dünya malına, dünya zevklerine meyli, hırsı olan bir memur iktisatlı olmaz, hatta haramlara girer, rüşvet alır, zimmetine para geçirir, umuma ait malları kendi şahsı için kullanır. Aynı zamanda insanlar arasında adaletli davranmaz. Zenginlere ve makam sahiplerine meyleder, onların işini hemen görürken, fakirleri hor görmeye başlar, onların işini ihmal eder, onlarla beraber olmaktan rahatsız olur.

Bir memur, şahsi yönden muktesid ve zahid birisi olduğu kadar, umuma ait malları kullanma konusunda da muktesid olmalıdır. Onun umuma aid malları müsrif bir şekilde kullanması veya kendi şahsı için kullanması doğru değildir. Böyle yapanlar, töhmet ve vebal altında kalırlar.

İbn Haldun, Mukaddime’sinde memleketleri harap eden şeyin israf olduğunu tafsilatla anlatır. Bu israf halkın israfı değil, halkı yönetenlerin israfıdır. Bu konuda Üstad Bediüzzaman, da şöyle der: “İktisadsızlık yüzünden tüketenler çoğalır, üretenler azalır. Herkes gözünü hükûmet kapısına diker. O vakit toplum hayatının medârı olan "san'at, ticaret, ziraat" noksanlaşır. O millet de tedenni edip sukut eder, fakir düşer.”(4)

Koçi Bey meşhur risalesinde şöyle der: “Sultan Süleyman Han askerin kuvvetini, hazinenin zenginliğini görüp süs ve şöhreti artırdı. Vezirler dahi ona uyup: “Halk hükümdarın dinindedir” sözünün anlamına göre hareket edip bütün halk süs ve şöhrete düştü. Zamanla o dereceye vardı ki makam sahibinin geliri ve asker taifesinin ücreti, yalnız ekmek akçesine yetişmeyip mecburen zulüm ve tecavüze başladılar. Zulüm ve tecavüz ile âlem harap oldu.(5)

c)Zahid İdareciler

Üstad Bediüzzaman, şöyle der: “Hilafet ve saltanata geçen, ya peygamber gibi masum olmalı veyahut Raşid halifeler, Emevîlerden Ömer b. Abdülaziz, Abbasîlerden Mehdi gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi sahibi olmalı ki aldanmasın.”(6)

Burada Üstad’ın sözüne uygun bazı misalleri zikredelim:

Hz. Ömer, şöyle demiştir: “Dünyayı arzuladığımda baktım ki, ahiretime zarar veriyor. Ahireti arzuladığımda baktım ki; dünyama zarar veriyor. Böyle olunca fani olan dünyaya zarar vermeyi tercih ettim.”

"Bir gün Hz. Ömer, su istedi. Kendisine bal şerbeti getirildi. Bunun üzerine: 'Bu güzel bir şeydir ancak, Allah, bir kavmin şehvet ve ar­zularını kötüleyerek şöyle buyurmuştur: “Siz dünya hayatında hoş olan şeylerinizi gider­diniz ve onlardan faydalandınız.” (Ahkaf, 20) Ben iyi şey­lerin dünyada bize peşin olarak verilmesinden korkuyorum' dedi. Ondan sonra da o bal şer­betini içmedi."(7)

Tabiinin büyük âlimlerinden İbni Ebi Leyla şöyle der: Hz. Ömer’e Irak halkından bir gurup insan gelmişti. Ömer, onları büyüklenerek bir şeyler yerken gördü. Onlara dedi ki: “Ey Iraklılar! Şayet ben sizin için hazırlanan bu güzel şeylerden, kendim içinde hazırlanıp pişirilmesini istemiş olsaydım bunu yapardım. Fakat biz ahirette bulmak istediğimiz şeyi dünya hayatımızda terk ediyoruz. Yüce Allah’ın bir kavim hakkında şöyle buyurduğunu işitmediniz mi? “Siz güzel şeyleri dünya hayatınızda bitirdiniz.” (Ahkaf, 20)(8)

Hasanı Basri, şöyle der: “Ömer b. Hattab halifelik devrinde üzerinde on iki yamalı bir elbise ile Müslümanlara hutbe okumuştu.”

Kisranın hazineleri ganimet olarak Medine’ye getirilmişti. Hz. Ömer, bu ganimetlere bakarak ağladı. Abdurrahman b. Avf: “Ey müminlerin emiri! Seni ağlatan nedir? Bugün şükür, sürur ve ferah günüdür.” dedi. Hz. Ömer şöyle dedi: “Hangi kavmin arasında bunlar –altın, gümüş- çoğalırsa Allah, onların arasına (mal sevgisinden kaynaklanan) düşmanlık ve kin atar.” dedi.

İslâm tarihinde ikinci Ömer ve ilk müceddid olarak kabul edilen Ömer b. Abdülaziz de dedesi Hz. Ömer’e benzer bir hayat sürmüştür. Onun halifeliği esnasında elbiselerinin tutarı 12 dirhemdi. Onun dostlarından biri şöyle anlatır: Ömer bir gün cumayı vaktinden geç kıldırdı. Sebebini soranlara “Hizmetçi elbiselerimi götürdü, yıkadı ve biraz bekletti.” dedi. Bundan onun başka elbisesi olmadığını anladık.

Yine dostlarından biri şöyle anlatır: Ömer b. Abdülaziz halife olduğunda ağladı ve bana “Benim için (halifelik zararlıdır diye) korkuyor musun?” diye sordu. Bende “Parayı sever misin?” dedim. Ömer, “Hayır sevmem.” dedi. Ben de “Öyleyse korkma! Allah Azze ve Celle sana mutlaka yardım edecektir.” dedim.

Bizans imparatorunun onun hakkında şöyle dediği nakledilir “Onun nasıl salih bir kişi olduğu, fazileti, sadakati ve bütün iyilikleri bana anlatıldı. Onun her türlü dünyevi imkânlara sahip olmasına rağmen, bu imkânları ayakları altına alması ve zühde dalıp dünyayı unutmasını kıskanıyorum”.(9)

d)İdarecinin Beytül Malı Kendi Şahsı İçin Kullanması

Davud (a.s), elinin emeğiyle geçinir, beytül malden bir şey almazdı. Peygamberimiz (s.a.v), onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Hiç kimse elinin kazancından daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allah’ın peygamberi Davud (a.s), ancak elinin kazancından yerdi.”(10)

Davud (a.s)’ın elinin emeğiyle geçinmesine sebep olan olay şöyle rivayet edilir: Davud (a.s), hükümdar olduğunda bazen tebdili kıyafet eder, halkın içerisine girer onlarla konuşur ve “Davud, nasıl biri?” diye sorardı. Bir gün yine tebdili kıyafet etmişken Allah, onun karşısına insan kılığında bir melek çıkardı. Davud (a.s), ondan da “Davud, nasıl biri?” diye sordu. Melek: “Davud, ne iyi bir kuldur. Keşke bir vasıf da onda olmasaydı.” dedi. Davud as, merakla “O, nedir?” diye sordu. Melek “O, beytülmalden geçinir. Eğer kendi elinin emeğiyle geçinseydi fazileti tamamlanmış olurdu.” dedi. Davud (a.s), geriye döndü ve Allah’ın kendisine bir sanat öğretmesi için dua etti. Allah da ona demiri yumuşattı. Davud (a.s), demirden zırh yaparak geçimini temin etmeye başladı.(11)

Osmanlı sultanlarının bir kısmı da muhtemelen bu ve benzeri rivayetlerden yola çıkarak bir meslek edinmişler, elleriyle yaptıkları şeyleri satarak maişetlerini temin etmişlerdir. Örneğin, Fatih, bahçıvan; Kanuni, kunduracı; İkinci Selim, kuyumcu; Üçüncü Ahmed ve İkinci Mahmud, hattat; Üçüncü Osman ve İkinci Abdülhamid, marangoz idiler. Padişahların nafakalarını temin için yaptıkları el işleri devlet veya saray erkânına satılır veyahut çarşılarda, pazarlarda satışa çıkarılır ve büyük bir rağbetle kapışılırdı.(12)

Fakat hem idarecilik yapmak hem de el emeğiyle kazanç temin etmek oldukça zordur. İdareci olan şahsın idareci olmadan önce daimi bir geliri varsa ve bu onun geçimine yetiyorsa onunla iktifa edebilir. Fakat böyle bir şey yoksa beytül malden bir maaşı olması gerekir. Sahabeler Hz. Ebu Bekir (r.a)’e halife olduğunda belli bir maaş takdir etmişlerdi.

İdareci aldığı maaşın haricinde beytül malı kendi malı gibi kullanması haramdır. Bu konuda çok titiz davranan sahabe ve tabiinden olan zatların ahlakı bize örnek olmalıdır.

Beytül malda bütün Müslümanların hakkı vardır. Bu yönüyle Müslüman idareci beytül maldaki malları keyfi bir şekilde harcama hakkına sahip değildir. İdareci kendi malından dilediği gibi kullanabilir. Fakat umuma ait olan malı kendi şahsı için kullanırsa veya gereksiz, lüzumsuz, layık olmayan yerlere harcamalar yaparsa umumun hakkına tecavüz etmiş olur.

Ömer b. Abdülaziz, devlet malını şahsı için kullanmama konusunda oldukça hassas olmasıyla bilinir. O, gece devlet işleriyle meşgul olurken devlete ait mumu yakar, bu arada şahsi işlerini yapmazdı. İşi bitince kendi şahsi mumunu yakardı. Bir defasında abdest alması için devlete ait kömürde ısıtılmış su getirildi, o bu suyla abdest almadı.

Ömer b. Abdülaziz, devletin posta ve ulaşım vasıtalarını kendisi için kullanmaz, sadece halkın ihtiyacı için kullanırdı. Bir memuruna, kendisine “Bal, satın alsın.” diye haber gönderdi. Ayrıca onu hiçbir devlet vasıtası kullanmadan getirmesini söyledi. Memur balı, ulaşım hizmetleri için kullanılan bir bineğin sırtına yükleyerek Ömer’e getirdi. Ömer, “Bunu neyle getirdin?” diye sordu. Adam balın devlete ait bir bineğin sırtında getirildiğini söyledi. Bunun üzerine Ömer, balın satılmasını ve gelirinin beytül-male konulmasını emretti ve adama “Balı bize haram ettin.” dedi.(13)

İran’ın adaletle meşhur hükümdarı Nüşirevanı Adil bir av esnasında hizmetçilerinden birini tuz alması için bir köye gönderdi ve ona “Tuzu parayla al! Parasız almak adet olmasın, teamül yerine geçmesin ve köy bu yüzden harap olmasın.” dedi. Yanındakiler “Bir parça tuzdan ne çıkar, bedava alınsa ne zararı olur?” dediler. O da cevaben “Zulmün esası dünyada ilk zamanlar azmış. Her gelen onu bir parça artırmış ve bu yüzden bugünkü müthiş hale gelmiş.” dedi.

Bu konuyu nakleden Sadi Şirazi, şöyle der: “Eğer hükümdar tebasından birinin bahçesinden bir tek elma yese adamları ağacı kökünden sökerler. Şayet bir padişah yarım yumurta almak suretiyle haksızlık yapsa askerleri bin tavuğu şişe geçirip kebap ederler.” der.(14)

e)Memurlara Verilen Hediyeler

En büyük haramlardan biri idarecilerin veya memurların rüşvet almasıdır. Sahabelerden Abdullah b. Amr ve Ebu Hureyre (r.a) “Peygamberimiz (s.a.v), rüşvet alana da verene de lanet etti.”(15) demişlerdir. Bir hadiste de Peygamberimiz: “Rüşvet alan da veren de (cehennem) ateş(in)dedir.”(16) buyurmuştur.

Müttaki bir idareci, halkından hediye almamalıdır. Rüşveti yasaklayan Peygamberimiz: “İdarecilere verilen hediyeler, hıyanettir.”(17) buyurarak, memurların hediye almasını yasaklamıştır. Çünkü insanlar her ne kadar hediye deseler de, aslında bu hediyeler çoğunlukla bir tür rüşvet olmaktadır.

“İnsan, ihsanın (iyiliğin) kölesidir.” denilmiştir. İdareci hediye aldığı kimselere ister istemez meyleder. Hüküm vereceği zaman, hediye sahibi lehinde hüküm verir veya ona tolerans gösterir. Bu da haksızlık ve zulümlere sebep olur.

Ömer b. Abdülaziz, hediye kabul etmezdi. Ona “Peygamber (a.s) hediye kabul ederdi.” dediklerinde “Peygamberimize verilen hediye, hediye idi, fakat bize verilen hediyeler, rüşvettir.” derdi.

Adamın biri Hz. Ömer’e kesilmiş bir deve uyluğu hediye etti. Bir müddet sonra da aralarında anlaşmazlık olan birisiyle Hz. Ömer’in huzuruna geldi: “Ey müminlerin emiri! Uyluğun kesilmiş deveden ayrılması gibi aramızda hüküm ver!” dedi. Ömer (r.a) elini dizine vurdu ve yanındakilere: “Allahu ekber! “Devlet memurlarının hediye alması hıyanettir, hırsızlıktır.” diye her tarafa yazınız!” diye emretti. Devlet memurlarının hediye almasını yasakladı.

1)Kenzül Ummal, hn, 18598
2)Tevrat ve İncil’in tahrif edilmesinde de dünyaya karşı olan hırsın büyük yeri vardır. Yahudi âlimleri, dünyaya olan tama’larından geçici dünya lezzetleri, zevkleri için Allah kelamını tahrif etmişlerdir. Kur’ân’ın pek çok yerinde “Benim ayetlerimi az bir pahaya (dünya menfaatlerine) satmayın!” emri bunun delilidir.
3)Üstad Bediüzzaman, Kur’ân ve sünnetin kötülediği dünya sevgisinin nefsanî arzular yönünden olanı kapsadığını, dünyayı Allah için veya ahiret için sevmenin yanlış olmadığını söyler.
4)Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, s, 152. (İktisad Risalesi.)
5)Koçi Bey Risalesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı y,  1985, Ankara.
6)Bediüzzaman Said Nursi, Zülfikar, s, 157. (19. Mektup.)
7)Rudani, Cem’ül Fevaid, İz y, İst, c, 5, s, 308, hn, 9603.
8)Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur, c, 7, s, 446.
9)Ahmed Ağırakçı, Ömer b. Abdülaziz, Akdem y, 2011, İst. s, 152.
10)Sahih-i Buhârî, Kitab’ul Buyu, Bab, 15.
11)İbn Kesir, Muhtasar Tefsir, Darul Kur’an’ul Kerim, Beyrut, c, 3, s, 123.
12)İsmail Hami Danişmend, Tarihi Hakikatler, c, 1, s, 269. Danişmend yazısında 16 padişahın ismini de zikreder.
13)Hilyetül Evliya, c, 5, s, 293
14)Sadii Şirazi, Gülistan. Bedir y, S, 52.
15Sünen-i Tirmizî, Kitab’ul Ahkâm, bab, 9, hn, 1336. Sünen-i Ebû Dâvud, Akdiye, Bab, 4, hn, 3580. 
16)Kenzül Ummal, hn, 15077
17)Kenzül Ummal, hn, 15082, 15083

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum