Depremle dünyevileşmenin tokadını yedik

Depremle dünyevileşmenin tokadını yedik

Büyük bir deprem ile sarsılan Erciş’te esnaflık yapan Ali Sinoğlu o anları ve sonrasını anlattı

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber

 

Büyük bir deprem ile sarsılan Erciş’te esnaflık yapan Ali Sinoğlu o anları ve sonrasını anlattı.

 

İlk depremden bu yana yaşanan tüm dehşete, sıkıntılara ve korkulara Erciş’te şahit oldunuz, hatta birebir yaşadınız. Bize o güne ait izlenimlerinizden başlayarak depremi ve beraberinde getirdiklerini anlatır mısınız?

 

Tarih 23 Ekim 2011… Saat 13.45… Deprem anında iş yerimdeydim. Pazar günü olduğu için temizlik yapma amacıyla gitmiştim iş yerine. Dükkâna girdikten 3-4 dakika sonra deprem oldu. O güne dek hiç duymadığım bir ses ve hiddetle, şiddetli bir şekilde her yer sallanmaya başlayınca, kendimi 2 metre ötede buldum. Deprem beni fırlatmıştı. Ardından gelen ikinci deprem de yeniden beni başka tarafa fırlattı. Üçüncü bir sarsıntı daha oldu. Bu hepsinden şiddetliydi.  Zaten yıkımlar onunla beraber olmaya başladı. Eşyalar üzerime düşmeye başladı.

 

BU BİR DEPREM DEĞİL, KESİN KIYAMET KOPUYOR

 

Üç ayrı sarsıntı derken hepsi kaç saniye sürdü?

 

Hepsi 23 saniyede oldu. Önce bir yokladı. Yerden adeta fokurdama sesi geliyordu. Öyle müthiş bir gürültü vardı ki insanın kulakları çınlıyordu. Ben kendi kendime, “Bu bir deprem değil, kesin kıyamet kopuyor” dedim. Masa kenarında oturmuştum. Sarsıntılar beni duvardan duvara fırlatıyordu. O anda zaten kaçmak mümkün değil. Çünkü yer hareket halinde… Deprem durduktan sonra hemen dışarı çıktım. Ama göz gözü görmüyor. Her yer toz duman içinde… İnsanlar feveran ediyor. “Allahuekber” diye bağırıyor. Tabi o anda benim de ilk aklıma gelen şey “Allahuekber” demek oldu. Kelime-i şahadet getirdim. Daha sonra “Eğer ecelimiz gelmişse öleceğiz. Yoksa kurtulacağız” dedim. O tarafa kaçıyorsun toz duman, bu tarafa kaçıyorsun toz duman… İnsan çığlıkları gökleri çınlatıyor. Eve yöneldim. Ama apartmanlar yıkılmış. Yollar enkaz yığını… Yol kenarlarındaki ağaçlar adeta secdeye gidiyor, tekrar kalkıyor, binalar secdeye gidiyor, tekrar kalkıyor… Çünkü deprem devam ediyor.

 

Eve koşuyorum ama içimde, “Çocuklara mutlaka bir şey oldu” düşüncesi hâkim… O iki kilometre mesafeyi emin olun iki dakikada koşuyorsunuz. Nasıl koştum, gittim ben de bilmiyorum. İnsanlarla çarpışıyorsun. Yere düşüp, tekrar ayağa kalkıyorsun. Arabalar birbirine girmiş… Herkes telaşlı… Eve yetiştiğimde baktım ki çok şükür ailem dışarıda. Ağlıyorlar… Onlar da beni merak etmişler. Bizim evin yanındaki binanın altında Tedaş müdürlüğü vardı. 24 dairelik bir bina… O bina yerle bir olmuştu.  Onu görünce insan ister istemez dehşete kapılıyor. “Burası böyleyse şehir tamamen yıkılmıştır” diyorsun.

 

İki ay önce bayanlara nur dershanesi açmıştık. Erkek dershanemiz de yanındaki binadaydı. Aklıma orası geldi hemen. “Eyvah” dedim. “Onlar da yıkılmıştır.” O tarafa yöneldim ki dershanedeki kardeşlerin bize doğru geldiklerini gördüm. İçim biraz rahatladı. “Bayan dershanesindeki kızlar nerede?” diye sordum onlara. “Haberimiz yok” dediler. Gittim baktım ki içeri girmek mümkün değil. Bina duvarlarının hepsi adeta yerle bir olmuş. Ama kızlar da kurtulmuşlar. Bu bir mucize… Çünkü daha sonra o binanın sahipleriyle görüştük. Onlar, “Bizim bu binadan sağ çıkmamız dershanelerdeki maneviyat sayesinde oldu” dediler. Çünkü o civarda bulunan tüm binalar yıkık vaziyette. Hepsi yerle bir olmuş. Sadece o iki bina ayakta… Herkes burnu kanamadan kurtulmuş. Allah orada okunan Kur’anlar, dualar, risaleler sayesinde korumuş.

 

ASKERİYE DEPREMDE BİLE BAŞÖRTÜSÜNÜ PROBLEM ETTİ

 

Daha sonra kızları aramaya başladık. Askeriye vardı hemen yakında. Oraya gittik. Ama başları kapalı diye askeriyeden içeri alınmamışlar. Yani o deprem anında bile başörtüsünü bahane etmişler. Kızlar ağlayıp, “Biz burada yabancıyız. Öğretmeniz“ demişler. Sonra acıyıp almışlar. Askeri liseye gittim. “Öğretmen arkadaşlar buradaymışlar. Onları almaya geldim” dedim görevliye. Sonra onları buldum. Arabaya bindirip bizim bahçeye bıraktım kızları. Daha sonra başka tanıdıkların evlerine gittik. Baktık herkes iyi ve hayatta…

Fakat evin yakınında bulunan bir hastanenin önünden geçiyordum ki ne göreyim? Hastane bahçesinde onlarca ceset… Yaralılar bir tarafta, doktor yok… Herkes panik halinde… Herkes perişan vaziyette… Allah bu manzarayı bir daha yaşatmasın. Anlatılmaz bir tablo…

 

ali_sinoglu_huyut.jpgDaha sonra dönüp evin önüne geldim. Ama insanın şehirde durması imkânsız… Her taraf enkaz yığınıyla dolu… Bakıyorsun altı katlı, yedi katlı binalar yerle bir olmuş. Sanki yer yarılmış. O binalar yerin dibine batmış. Çok enteresan. Binalar yan yatmamış, dümdüz aşağı inmiş. Sadece çatıları görünüyor yerde. O altı katlı binalar içindeki eşyalarla birlikte nasıl böyle un ufak olmuş insan hayret ediyor. Aralardan görünen cesetler var. Onlara bakınca insan acizliğini, çaresizliğini çok iyi anlıyor. Elinden hiçbir şey gelmiyor. Çünkü koca beton yığınlarını kaldırma gücün yok. İnsanların bedeni yarı enkazda, yarı dışarıda… “Beni kurtarın” diye bağırıyor, yalvarıyor. İnsanın gücü yetmiyor. Nasıl kaldıracaksın? O manzaraları görünce insan ister istemez dehşete kapılıyor.

 

Daha sonra koşuşturduk. Tanıdıklarımızın ve özellikle dershanede kalanların sağ çıkmaları bizi sevindirdi. Çünkü Erciş’e görev nedeniyle gelmişler. Etrafa yabancılar… Bize emanetler sonuçta. Birine bir şey olsa ana babalarının yüreği dağlanacak. Depremin dehşeti sürerken aradan geçen saatler sonunda hava kararmaya başladı. Tabi kış mevsimi olduğundan şiddetli bir soğuk vardı. O anda insanların çadır kurması imkânsız… Herkes can derdine düşmüş, umutla enkaz altındaki yakınlarına ulaşmaya çalışıyor. Her şeyleri toprak altında kalmış. Babamın tek katlı bir evi vardı. Oraya gittim. Ne kadar yorgan, yastık, battaniye varsa hepsini dışarı çıkardık. Arabası olanların depolarını doldurduk. Zaten sadece tek bir yerden dolduruyorsun, başka yerler kapalı… Sabaha kadar arabalarda uyuduk, uyandık. Dışarıdayken de battaniyelere sarıldık. O şekilde sabahladık.

 

Sabah olunca tekrar Erciş’e döndük. Çok enteresan bir şey, baktık Adana’dan kurtarma ekibi gelmiş. Kısa sürede nasıl gelmişler? Başka yerlerden uçakla gelebilmişlerdi. Ama o arama kurtarma araçları nasıl gelmişti kısa sürede? Gaziantep’ten gelenler oldu. İki saat sonra İzmir’den geldiler. Onlarca ambulans geldi. Şehrin neresinde bir enkaz varsa üstünde gezinen bir ekip vardı mutlaka. Yirmi dört saat ara vermeden çalıştılar.

Özellikle ilk gün başbakanın Erciş’e gelmesi ve habersiz gelmesi çok önemli… Hayatını da tehlikeye atarak, tedbir alınmadan, aniden gelmesi insanların derdine bir nebze derman oldu. Onun gelmesiyle yardım ekiplerinin Erciş’e gelmesi daha sürat kazandı.

 

TIPKI HZ. MUSA (AS) OLAYI GİBİ GÖL İKİYE YARILDI

 

Depremlerin ardından birçok hikâye anlatılır. Depremi herkes farklı şekilde yaşar ve her birinin gözlemi farklı farklı olur. Sizin duyduğunuz veya çevrenizde anlatılan olaylardan bize de aktarabileceğiniz anekdotlar var mı?

 

Şimdi depremin merkez üssü, Van’ın Canik denen bir nahiyesi… Orada göl kenarında, Dörtel’de bulunan evlerin hemen hemen hepsi yerle bir oldu. Göl kenarında yüksekte olan bir nahiye orası… Fakat köyde bulunan insanların çoğu başka bir köye gitmiş olduğundan sadece on altı kişi vefat etti. Orada yaşlı bir amcayla konuştuk. Adam bize deprem anını anlattı. Şöyle diyordu, “Ben tepenin başında duruyordum. Deprem anında yüksek tepedeki taşların art arda fırlayıp yuvarlandığını gördüm. O anda göle baktım. Tıpkı Hz. Musa (AS) olayı gibi göl ikiye yarıldı. Yarıklar oluşmaya başladı. On kilometre kadar Tatvan’a doğru açıldı göl… Daha sonra aniden yönünü değiştirerek Erciş’e doğru yol aldı.“ Şimdi amca böyle anlattı. Daha sonra öğrendik depremin Erciş’te ilk vurduğu nokta turistik bir otelmiş. Depremden bir gün önce bu otelden 32 Rus nataşası emniyet güçleri tarafından yakalanıp yurtdışına yollanmış. O otelde bu tip işler dönüyormuş her zaman. Zaten şer güçlerin yardımıyla yapılan bir otel…

 

SON DÖNEMLERDE İNSANLARIMIZDA MÜTHİŞ BİR DÜNYEVİLEŞME BAŞLAMIŞTI

 

Şer güçler derken örgütten bahsediyorsunuz değil mi?

 

Evet. Zaten biliniyor ki o otelin sahibi de onlardan. Ve zaten toplantılarını da orada yapıyorlarmış. Enteresan olan şeyse oranın taşlık bir yer olmasına ve orada bulunan Toki binalarının hiç birine bir şey olmamasına rağmen, otel yerle bir olmuştu. İbret alınması gereken bir olay bana göre. Onun dışında Erciş merkezinde yine ibret alınması gereken bazı olaylara şahit olduk. Merkezde bulunan 7 tane oyun kahvehanelerinin hepsi yerle bir olmuştu. En fazla zayiatı da orada bulunan, çoğu da genç olan vatandaşlardan verdik. İnternet kafeler vardı. Onlar da yıkıldı.

 

Bilindiği gibi Buse Kafe vardı. 68 öğretmenimiz orada şehid oldu. Van Yolu denen bir caddemiz var. Orası son on senede çok fazla gelişmişti. Çok lüks siteler yapılmıştı. İlginçtir ki bu binaların hepsi yeni olmasına rağmen müteahhitlerin açgözlülüğü nedeniyle, malzemeyi çürük kullanması, deniz kumu kullanması sebeplerinden birçoğu ağır hasarlı... Birçoğu yıkıldı zaten.  Otuz-kırk bine mal ettiği daireyi yüz otuz bine satmış adamlar. Art niyetli insanlar haksız kazanç sağlamışlar.

 

Başka bir konu ise şu; son dönemde tefecilik olayı bizde fazlalaşmıştı. Tefecilikle yapılan binaların hepsi yıkıldı. Bizim halkımız gerçekten mütedeyyin bir halk… Beş vakit namazında dindar bir halk… Şu son dönemlerde insanlarımızda müthiş bir dünyevileşme başlamıştı. Kat sevdası, lüks araba sevdası, mal sevdası had safhaya ulaşmıştı. Birçok insan ihtiyacı olmadığı halde bankalardan kredi alarak helal haram demeden: “ Çok düşük faizdir. Neden faydalanmayalım” diyerek yaptıklarını meşru görüyorlardı. Bir yerine beş daire satın alıyorlardı. Cenab-ı Hak buna müsaade etmedi. Hem canlarıyla, hem mallarıyla zayiat verdiler.

 

BU İLAHİ TOKADA MÜSTAHAK ETTİ HEPİMİZİ

 

Yani fakir halk kurtuldu mu diyorsunuz?

 

ali_sinoglu2.jpgDiyebilirim ki fakir halkın yüzde doksanının burnu bile kanamadan kurtuldu. Şimdi Üstad Bediüzzaman’ın tabiriyle insanlar zekâtlarının onda birini vermediler. Cenab-ı Hak onda dokuzunu onlardan aldı. Bana göre onda dokuzunu değil, onda onunu aldı. Dikkat edilmesi gereken bir nokta bu… Başka bir meseleye değinirsek, Erciş’in orta yerinde örgüt eylemler yapıyordu. Esnafa, “kepenk indireceksin” diyordu. Esnaf direniyordu. Kepenk indirmiyordu. Böylece pek etkili olamadılar Erciş’te. Fakat Van’daki esnaf buna direniş göstermemişti. Hafta sonları kepenk indiriyorlardı. İnsanlar mağdur oluyorlardı. Bu şekilde insanların müsamaha göstermesi, tepki vermemesi, cemaatlerin, dindar insanların buna tepki göstermemesi, “Bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın” düşüncesi ne acıdır ki kanaatimce bu ilahi tokada müstahak etti hepimizi.

 

ON KİŞİNİN SIĞABİLECEĞİ ÇADIRDA OTUZ BEŞ KİŞİYDİK

 

Bu sırada nerede barınıyordunuz?

 

Öğretmen kardeşleri ertesi gün evlerine yollamıştık. Kendi ailem 35 kişiyle beraber çadırda kalıyorduk. Çadırı da dördüncü gün ancak elde edebildik. Ancak on kişinin sığabileceği çadırda otuz beş kişiydik. Mecburen bir kısmı çadırda, bir kısmımız arabalarda, bir kısım traktör römorkunda idare ettik. Gerçekten elimiz kolumuz bağlıydı. Elektrik yok, su, yok… Devletin sana ulaşması zaten imkânsız… 

 

Depremzedelere herhangi bir yardımda bulunabildiniz mi?

 

Yardım etmek istiyorduk. Ediyorduk da. Ama faydadan çok zararımız oluyordu. Çünkü elimizden bir şey gelmiyordu. İmkânlarımız kısıtlıydı. İşin tekniğini bilmiyoruz. Gücümüz yetmiyor… Mesela bir enkazın altında üç aile sıkışıp kalmıştı. Orada 15 arkadaş çatıyı kaldıralım derken birden ellerinden kaydı, iki arkadaş da o enkaz altında kalıp öldü. İşin tekniğini bilmediğin zaman daha çok zarar meydana geliyor. Bunun yanında müthiş bir moral çöküklüğü var. Korku var, panik var…  

 

NUR CEMAATLERİNİN YARDIM KURULUŞLARI OLMALI

 

Nur Cemaatlerinin yardım kuruluşlarının olmadığını (bu gibi durumlarda) gözlemliyoruz. Bu ciddi bir eksiklik değil mi?

 

Gerçekten öyle. Ben her defasında söylüyorum bu sadece Erciş veya Van için değil, bu hepimizin, Türkiye’nin her tarafının ortak sorunu. Bu gibi durumlar için ayrı bir fon, ayrı bir komisyon olması lazım. Bunun da çok koordineli oluşması lazım ve sürekli canlı tutulması lazım. Yani orada o hali yaşarken, yardım gelene kadar zaten sana olan oluyor. O nedenle yardım yapılacaksa da hemen aynı anda müdahalede bulunulması, yardımların bir an evvel ulaştırılması lazım. Yani diğer ehl-i dünya dernekleri bunu düzgün bir şekilde yapıyorsa biz neden yapmayalım? Biz onlardan daha güçlüyüz, daha merhametli, daha şefkatliyiz. Ama neden onlardan geriyiz? Bu noktada işte kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Bu bizim müthiş bir eksiğimiz… Yani bu böyle olmamalıydı. Ama inşallah bundan sonra iyi olur. Bu deprem bizlere bir ders olur. Çünkü Van depremi hem ibretlerle dolu, hem de çıkarılması gereken derslerle dolu bir olaydı. Çok farklı bir deprem bu… Bilim adamları bile: “Efendim bu fay hattı bilinen bir fay değil” dedi. Orada da ilahi bir ikaz, ilahi bir takdir var.

 

Olumsuz görünen bu durumların yanı sıra birde bizim göremeyeceğimiz, perde arkasında kalan çok güzellikler de var. Hikmetli yanları, güzel yanları da var tabii. Cenab-ı Hak hiçbir şeyi abes yapmaz. Tüm Türkiye için bir rahmete vesile oldu bu olay. Mesela 24 askerin şehid edilmesinin ardından Türkiye bir ayrım noktasına gelmişti. Bu depremle beraber Allah’a şükür o ayrım noktası giderildi. Türk-Kürt kardeşliğinin pekişmesine, birleşmesine, kaynaşmasına vesile oldu.

 

Bazı söylentilere göre bu deprem olmasaydı PKK çok farklı eylemler yapacak, çok fazla kan akıtacakmış. Bu konuda herhangi bir bilginiz veya gözleminiz oldu mu?

 

Emniyet mensubu bazı arkadaşlarla görüştük. Bu durumu onlara sorduk. Onlar da böyle duyumlar aldıklarını, PKK örgütünün yeni eylem hazırlığında olduğunu bildiklerini söylediler. Özellikle deprem günü saat 2’de Van’da müthiş bir eylem yapılacakmış. Bu eylemde belki de binlerce insan öldürülecekti. Katliamlar olacak, onlarca işyerini yakacaklardı. Ama işte Cenab-ı Hak müsaade etmedi. Onlar tam 2’de eylem yapacaklardı ama saat 13.45’te yaşanan depremle Allah onları akim bıraktı. Yani orada ayrı bir rahmet yüzü ortaya çıkıyor…

 

Yardımlar adaletli dağıtıldı mı sizce?

 

Yani başta hakikaten adaletsizlikler oldu. Yönetenlerin zayıflığı diyelim. Gerçekten mağdur olanlar o yardımlardan istifade edemedi.  Bir köy muhtarı geliyor. İki üç aile için koca tır dolusu eşyayı yükleyip götürüyor. Yani böyle adaletsizlikler yaşandı. Yoksa gelen yardımın haddi hesabı yoktu. Benim senin gibi insanlar faydalanamıyor. Çadırımız yok, üşüyoruz. Nereye gitsem iki bin kişi kuyrukta bekliyor. Ben kendime yediremiyordum ki o sıraya girip beklemeyi. Gıda yok, giyecek bir şey yok… Gidiyorsun bakıyorsun, binlercesi kuyrukta…  Zaten istesen de orada 6-7 saat bekleyemezsin. Ama öbür taraftan kuyrukta bekleyenlerin belki de yarısı ihtiyacı olmadığı halde kuyruğa girmişti. Adam köyde, evi de yıkılmamış ama gelmiş yardım topluyor. Diğer yanda evi yıkılan var. Bu depremde en büyük darbeyi şehirdeki esnaf yedi. Diyebilirim ki hemen hepsinin evi ve malı gitmiş. Dün patron olan insanların bugün cebinde ekmek alacak paraları kalmamış. Biz o aileleri bildiğimiz için teker teker bulup, yapılan yadımların onlara da ulaşmasını sağlıyorduk.

Bunların dışında diğer haftalarda düzene girmeye başladı. Çadırlar geldi. Yardımlar yapıldı. Bize bir tır dolusu yardım gönderildi. Ama çoğu giyilmiş elbise… Hâlbuki UFO, battaniye ve gıda gibi yardımlar olsa bir depoya stok edip, orada kendi içimizde yedi sekiz ay boyunca dağıtıp idare edebilirdik.

 

Koordineli bir olay olmayınca gelen yardımında faydası olmuyor demek ki…

 

ali_sinoglu1.jpgYani gelen tır bizde 9.2 şiddetinde deprem etkisi yaptı. İşin doğrusu bu yani… Gıda dışında her şey var. Bir tır dolusu giyim eşyası… Fakat yüzde sekseni, doksanı ikinci el giyilmiş elbise. İçinden sadece birkaç tane giyilmemiş elbise çıkıyordu. “Kardeşim biz sizden giyilmiş elbise istemiyoruz ki. Her şeylerini kaybetmişler. Bu insanlar açlar. Onunla beraber etrafta da aç susuz insanlar var. Onlara da yardımcı olmamız lazım.” Kuyruğa giremiyorlar bizim gibi. 

 

Ne yaptınız o yardımları?

 

Çadırlara dağıttık. Ama adamlar bakıyordu giyilmiş elbise… Arkamızdan tekrar poşete koyup yakıyorlardı. Baktık başımıza bela bu eşya. Dağıtması, araba bulması sorun. Hem de bizden şikâyet etmeye başladılar.  Yani biz o eşyadan kurtulana kadar neler çektik.  “Kardeşim giymiyorsan yak” diyoruz. ”Sobam yok ki yakayım” diyor. Efendim göndermişler yüz paket temizlik maddesi…  Ne yapacağız onları? Hepsinden kötüsü bir sürü kullanılmış iç çamaşırı geldi… Yani nasıl kullanırsın başkasının çamaşırını? İşte tüm bunlara bakınca depremden çıkarılacak çok dersler olduğunu söyleyebiliriz.

 

Deprem öncesi ortamdan bahsedersek nasıl bir hava hâkimdi o bölgeye?

 

Gergin bir ortam vardı. Şehit cenazeleri herkesi iyice gerginleştirmişti. Çok provokatif hareketler oluyordu. Batıdaki doğulu insanlar da çok tedirgindi biliyoruz. “Bu böyle nasıl gidecek?” diye insanlarda büyük endişeler vardı. Ama Allah’a şükür kardeşlik pekişti.  Durumun çehresi çok değişti. İnsanlar o düşüncelerden, hallerden uzaklaştı. Kimse Türk- Kürt demeden birbirine sahip çıktı. Kucaklaştılar. Gönüllerini, evlerini açtılar. Maddi manevi hiçbir yardımı esirgemediler. Gün boyu telefonumuz çalıyor, başka illerden aramışlar, aile istiyorlar, “Gönderin misafir edelim” diyorlardı. Bunlar çok sevindirici olaylar… Daha evvel bırakın aile sahiplenmeyi, adamlar bize selam vermekten ürküyorlardı. İşin doğrusu bu… Mesela Diyarbakır’da arkadaşlarımız 28 ev boşalttılar. İki kardeş ayrı evlerde oturuyor mesela. Onlar bir eve taşınıyor. “Vanlı kardeşim gelip burada kalsın” diyor. Bunlar hep yaşandı. Depremin ilk iki günü hepimiz aç bekliyoruz. Cebimizde para yok. Diyarbakır’dan kardeşlerimiz imdadımıza yetiştiler. Gıda, su, para yardımı yaptılar. Onlarla on gün ayakta kalmaya çalıştık. Onun dışında başka bir yardım olmadı. 

 

Erciş ve Van şu an ne durumda?

 

İnsanların çok büyük kısmı göç etti. Temelli gidenler var. Yazın geri dönecek olanlar var. Fakat iki bölgede hayalet şehir görünümünde… Geceleri eksi yirmilere varan soğuklar nedeniyle insanlar da haklı olarak terk ettiler yurtlarını. Depremin imtihanı bir yana ilginçtir ki her taraftan şiddetli bir imtihan oluyoruz. Çünkü hiçbir sene Kasım ayında Van bölgesi bu kadar şiddetli soğuk görmemiştir. Hem deprem, hem can kayıpları, hem soğuk, hem de mal kaybı… Her şey üst süte gelmiş. İnsanlar evlerine asla giremiyorlar. Çadırda da kalmak mümkün değil bu soğuklarda. Soba yaksan terleme yapıyor. Katalitik, ufo fayda sağlamıyor. Esnaf zaten bitmiş… Allah yardımcımız olsun.

 

Son olarak şunu söyleyebilirim ki, hiçbir gücün kardeşliğimizi bozamayacağını bu depremle öğrendik. İnsanımıza minnettarız. Olumsuzluklar yaşansa da, ne olursa olsun herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Bu yapılan yardımları asla, hiçbir zaman unutmayacağız. Fakat Cenab-ı Hak bize böyle acıları bir daha yaşatmasın diliyorum.