Metin KARABAŞOĞLU

Metin KARABAŞOĞLU

Denetleyebiliyor musun?

Bu basit soru, bir ülkenin siyasî ahvali için röntgen cihazı gibidir.

Denilebilir ki, bir ülkenin gerçekten demokrasiyle yönetilip yönetilmediği veya demokrasinin kurum ve ilkelerinin bir ülkede sağlıklı biçimde işleyip işlemediği bu soruyla anlaşılabilir: Denetleyebiliyor musun?

Seçim çoğu rejimde göstermelik de olsa vardır; ama yönetilenlerin yönetenleri denetlemesi sadece demokrasilerde mümkün olur. Ve demokrasilerde, aslında seçim dahi bir açıdan ‘denetleme’ işlevi görür. Kişiler, yönetiminden veya duruşundan memnun olduklarını seçtikleri gibi, memnuniyetlerini yitirdiklerinde onları artık seçmeyeceklerini de göstererek yönetenleri denetlerler. Ama demokrasilerde yönetilenlerin yönetenleri denetlemesinin bir veçhesi olmakla birlikte, yegâne denetim yolu değildir seçim. Seçimden ayrı olarak, farklı görüş, bakış ve düşünceleriyle yönetilenlerin beraberce oluşturduğu ‘kamuoyu’ ile de, demokrasilerde hükûmetler sürekli bir denetime tâbi olur.

Kamuoyu, yapılan bir uygulama kadar, yapılacak bir uygulamayı da görüş bildirerek etkiler. Çıkan bir kanun kadar, çıkacak bir kanunu da görüş bildirerek biçimlendirir. Görevdeki bir kişi kadar, göreve gelecek bir kişiyi de görüş bildirmek suretiyle denetler. Uygulamalar, kanunlar, kişiler; yönetimle ilgili bütün hususlar kamuoyunda ne derece açık ve sağlıklı biçimde müzakere ediliyorsa, yönetimlerin isabet kabiliyeti o derece artar.

Kamuoyu oluşumu, bazı yönetenlerin zannettiği gibi, bir baş belası değildir velhasıl. Kamuoyunun tepkisi veya tercihi, işlerin yürümesine engel değildir, ayak bağı hiç değildir, hele ki göz bağı asla değildir. Yönetenlerle ilgili bir meselenin yönetilenlerce de müzakeresi, eğer kamuoyu doğru işliyor ve ‘manipülasyonlara’ prim vermeksizin doğru yönlendirilebiliyorsa, yapılan veya yapılacak işi engellemez; bilakis kemale erdirir, kıvamına kavuşturur, olgunlaştırır.

İstişare, Kur’ân’da hem de sözü Müslümanlar nezdinde bağlayıcı olan Peygamber aleyhissalâtu vesselama dahi emrediliyorsa, işte bu sebeptendir (bk. Âl-i İmran, 3:159). Resûlullah aleyhissalâtu vesselam "İstişare eden hata etmez” diyorsa, bu sebeple demektedir. Müminler topluluğunun Kur’ân’da “Onların işleri kendi aralarında istişare iledir” (Şûrâ, 42:38) diye tarif edilmesi de yine bu sebeptendir.

İstişare ve meşveret denildiğinde ise, akla peşinen gelmesi gereken ilk kelime hürriyettir. Meşveret, tanım gereği, hürriyeti içerir. Sözde değil özde bir meşveret için, hürriyet gerek şarttır. Meşveret ve istişarenin lâzımı, hürriyettir.

Kişilerin düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğüne sahip olduğu; vicdanî kanaatlerini veya akıllarında beliren düşünceyi rahatça ifade edebildikleri bir zemindedir ki, sağlıklı bir kamuoyu oluşur, yönetenler ve icraatları da bu şekilde denetlenir. Esasında, insan gerçeğinin farkında olan, dolayısıyla tek başına kimsenin hakikati kuşatmaya muktedir olmadığını bilen her yöneticinin isteyeceği şey de, yapılacak işin, alınacak kararın kamuoyunda muhakkak müzakeresidir. Yaptığı veya yapacağı şey doğruysa, konunun kamuoyunda özgür biçimde müzakeresinden korkacağı, çekineceği, güceneceği birşey yok demektir. Kaldı ki, haklı adam zaten müsamahalı ve insaflı olur. Yok eğer yanlış birşey yapılıyorsa, eleştirilmekten değil, yanlış yapmaktan ve hele ki o yanlışta ısrarcı olmaktan korkmak gerekir.

Düşünce, vicdan ve ifade özgürlükleri teminat altına alınmış fertlerin sağlıklı bir zeminde kamuoyu oluşturabilme imkânına sahip olması, ülke içi meselelerde doğru kararlar alınabilmesi için elzem olmasının dışında, ilave bir değer ve önem daha içerir.

Sağlıklı işleyen özgür bir kamuoyu, yönetenleri ve dolayısıyla ülkeyi başka ülkeler karşısında da güçlendirir.

Nasıl mı?

Ülkeler arası siyasette dizi dizi zorluklar vardır. Ülkeler arası ilişkilerin, güçlülerin çıkarına olmadığı noktada ‘hakkâniyet’in hemen paranteze alınıverdiği insafsız bir ‘güç’ siyasetiyle biçimlendiği şu kahrolası ‘reelpolitik’ düzleminde, haklı da olsa nisbeten zayıf durumdaki ülkeler için bu bilhassa böyledir. Güçlüler, kendileri haksız da olsalar, haklı durumdaki daha zayıfa baskı uygular.

Özgür bir ülke ve sağlıklı işleyen bir kamuoyu, başka ülkelerden gelen işte böylesi tazyiklere karşı yönetenlerin elini güçlendirir. İlkeyi korumak, ülke için kötü bir şey değildir. Bilakis, ülkeyi olumsuz etkilerden ve yanlış pozisyon alışlardan korumak için, ilkesellik elzemdir. Lâkin, dışarıdaki güçlüler, içteki hükûmete etki edebilirler, güç dengeleri itibarıyla kendi yanlış tutumlarını kabule zorlayabilirler, siyasî veya ekonomik dengeler yahut teknolojik zorunluluklar üzerinden bu hükûmetleri kendilerine boyun eğmeye dahi mecbur edebilirler.

Bunlar, hükûmetler için, anlaşılabilir şeylerdir. Eğer buna mecbur kalan hükûmetler dürüst bir tutum alıyorsa, meselâ kendisini idealizmin şahı gibi takdim ederken aslında realizmin şaheserini yazma gibi tutarsızlıklar sergilemiyorsa, bu durumda mazur da görülebilir.

Ama bütün bu şartlarda, hükûmetlerden bağımsız, üstelik hükûmetlerin kararlarını ve uygulamalarını ‘konuşarak’ denetleyebilen sağlıklı bir kamuoyunun varlığı, yönetenler için dıştaki bu tazyike karşı bir imkâna dönüşür. Dış tazyike karşı iç tepki hükûmetler için sağlam bir dayanaktır: “Bunu yapamam; çünkü yaparsam kamuoyuna anlatamam,” “Kamuoyu tepkisi bunu uygulamamıza imkân vermez.”

Eğer demokrasi iseniz, sizi zorlayan güçlere bunu dersiniz, diyebilirsiniz. Sizden onlara giden taleplere karşı, demokrasiyle yönetilen başka ülkeler bunu size de söylüyordur zaten. Ama yönetenin gücü tekelinde tuttuğu, kamuoyunun tepkisini manipüle etmeye muktedir olduğu veya özgür kamuoyu diye birşeyin zaten olmadığı durumlarda, bunu asla diyemezsiniz. Siz içeride gücünüzle halka kendi kararınızı dayattığınız gibi, dışarıda da sizden güçlü ülkeler kendi kararlarını size dayatır ve siz er ya da geç boyun eğersiniz.

Gördünüz, değil mi? Daha fazla güç, sizi daha da güçlü kılmaz. Düz matematiğin işlemediği bir alandır bu; daha fazla güç, bazı durumlarda, bilakis zayıflığı netice verir. Dıştan gelen bu tazyiki aşmanın yolu, gücü bir elde toplamak değil, hakkâniyetli bir güç dağılımıyla birlikte, bütün bu yönetici güçlerin kamuoyunca denetlenmesini de sağlamaktır. Zayıflık gibi görünen şey, sizi güçlendirir; daha fazla güç diye gördüğünüz şey ise zayıflık sebebidir.

Anladınız, değil mi? Kendi ülkelerinde demokrasi kararlılığı gösteren Batılı güçlerin Müslüman dünyada kamuoyunun denetleyebildiği yönetimler yerine kendilerinin denetleyebildiği otoriter rejimleri yeğlemeleri; otoriter yönetimlerle çalışmaktan asla yüksünmemeleri bu sebeptendir. Denetleyebiliyorsa, yönetir ve yönlendirir; denetleyemiyorsa şeytanlaştırır; neticede, otoriter yönetimlerin işleyişi her iki halde de onun lehinedir...

Tablo apaçık: Yönetilenlerin özgürlüğü, hürriyetlerin fiilen teminat altına alındığı bir yönetim anlayışı ve özgür bir kamuoyu, sadece yönetilenler için değil, bütün ülke için, herkes için en iyisidir. Yönetilenlerin özgürlüğü, yönetenleri de özgürleştirir…

(Not: Bütün bunlar, söyleyeceğim bir söze, geleceğim bir konuya girizgâh olarak yazılmıştı aslında. Ama söz bu noktaya gelince, devamını bir sonraki yazıya bıraktım. Pazartesi devam edelim…)  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum