Bu sır ile bir karınca Firavunu, bir sinek Nemrudu mağlûb eder

Bu sır ile bir karınca Firavunu, bir sinek Nemrudu mağlûb eder

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

İkinci Şuâ

İkinci Makam

Siracü’n-Nur’un yüz yerinde, en muannid bir münkiri dahi susturacak bir kat’iyetle ispat edilmiş ki, bütün eşya birtek Zât-ı Vâhid-i Ehade verilse, birtek şey gibi kolay ve çabuk ve ucuz olur. Eğer esbaba ve tabiata dahi hisse verilse, birtek şeyin icadı bütün eşya kadar çetin ve geç ve ehemmiyetsiz ve pahalı olacak.

Bu hakikatın burhanlarını görmek istersen, Yirminci ve Otuz Üçüncü Mektuplara ve Yirmi İkinci ve Otuz İkinci Sözlere ve tabiata dair Yirmi Üçüncü ve İsm-i Âzama dair Otuzuncu Lem’alara ve bilhassa Otuzuncu Lem’anın ism-i Ferd ve ism-i Kayyûma dair Dördüncü ve Altıncı Nüktelerine baksan göreceksin ki, iki kere iki dört eder kat’iyetinde bu hakikat ispat edilmiştir. Burada, o yüzer bürhanlarından bir tanesine işaret edilecek. Şöyle ki:

Eşyanın icadı ya ademden olur, ya terkip suretinde sair anâsırdan ve mevcudattan toplanır. Eğer birtek zâta verilse, o vakit herhalde o zâtın herşeye muhit bir ilmi ve herşeye müstevli bir kudreti bulunacak.

Ve bu surette, onun ilminde suretleri ve vücud-u ilmîleri bulunan eşyaya vücud-u haricî vermek ve zahir bir ademden çıkarmak ise, bir kibrit çakar gibi veya göze görünmeyen bir yazıyla yazılan bir hattı göze göstermek için gösterici bir maddeyi üstüne geçirmek ve sürmek gibi veya fotoğrafın âyinesindeki sureti kâğıt üstüne nakleden kolay ameliyat gibi gayet kolay bir sûrette, Sâniin ilminde plânları ve programları ve mânevî miktarları bulunan eşyayı, emr-i 1 كُنْ فَيَكُونُ ile adem-i zahirîden vücud-u haricîye çıkarır.

Eğer inşa ve terkip sûretinde olsa ve hiçten, ademden icad etmeyip belki anâsırdan ve etraftan toplamak suretiyle yapsa, yine nasıl ki bir taburun istirahat için her tarafa dağılmış olan efratlarının bir boru sadasıyla toplanmaları ve muntazam bir vaziyete girmeleri ve o sevkiyatı teshil ve o vaziyeti muhafaza hususunda bütün ordu kendi kumandanının kuvveti ve kanunu ve gözü hükmünde olduğu gibi; aynen öyle de, Sultan-ı Kâinatın kumandası altındaki zerreler, Onun kaderî ve ilmî düsturlarıyla ve müstevlî kudretinin kanunlarıyla ve temas ettikleri sair mevcudat dahi o Sultanın kuvveti ve kanunu ve memurları gibi teshilâtçı olarak o zerreler sevk olunup gelirler. Bir zîhayatın vücudunu teşkil etmek için, ilmî ve kaderî birer mânevî kalıp hükmünde bir miktar-ı muayyen içine girerler, dururlar.

Eğer eşya ayrı ayrı ellere ve esbaba ve tabiat gibi şeylere havale edilse, o halde, bütün ehl-i aklın ittifakıyla, hiçbir sebep, hiçbir cihetten, hiçten, ademden icad edemez. Çünkü o sebebin muhit bir ilmi, müstevlî bir kudreti olmadığından, o adem ise, yalnız zahirî ve haricî bir adem olmaz. Belki adem-i mutlak olur. Adem-i mutlak ise, hiçbir cihetle menşe-i vücud olamaz. Öyle ise, herhalde terkip edecek. Halbuki inşa ve terkip suretinde bir sineğin, bir çiçeğin cesedini, cismini zeminin yüzünden toplamak ve ince bir elekle eledikten sonra binler müşkülâtla o mahsus zerreler gelebilirler.

Hem geldikten sonra dahi, o cisimde dağılmadan muntazam bir vaziyeti muhafaza etmek için -mânevî ve ilmî kalıpları bulunmadığından- maddî ve tabiî bir kalıp, belki, âzâları adedince kalıplar lâzımdır; tâ ki o gelen zerreler o cism-i zîhayatı teşkil etsinler.

İşte, bütün eşya birtek zâta verilmesi, vücub ve lüzum derecesinde bir kolaylık; ve müteaddit esbâba verilmesi, imtinâ ve muhal derecesinde müşkülâtlar bulunduğu gibi, herşey Zât-ı Vâhid-i Ehade verilse, nihayet derecede ucuzluk içinde gayet derecede kıymettar ve fevkalâde san’atlı ve çok mânidar ve gayet kuvvetli olur. Eğer şirk yolunda müteaddit esbaba ve tabiata havâle edilse, nihayet derece pahalılık içinde, gayet derecede ehemmiyetsiz, san’atsız, mânâsız, kuvvetsiz olur.

Çünkü, nasıl bir adam askerlik haysiyetiyle bir kumandan-ı âzama intisap ve istinat ettiğinden, hem bir ordu onun arkasında -lüzum olursa- tahşid edilebilir bir kuvve-i mâneviyeyi, hem o kumandanın ve ordunun kuvveti onun ihtiyat kuvveti olmasıyla, kuvvet-i şahsiyesinden binler defa ziyade maddî bir kudreti, hem o ehemmiyetli kuvvetinin menâbiini ve cephanesini ordu taşıdığı için kendisi taşımaya mecbur olmadığından fevkalâde işleri yapabilecek bir iktidarı kazandığından, o tek nefer, düşman olan bir müşiri esir ve bir şehri tehcir ve bir kal’ayı teshir edebilir. Ve eseri, harika ve kıymettar olur. Eğer askerliği terk edip kendi kendine kalsa, o harika kuvve-i mâneviyeyi ve o fevkalâde kudreti ve o mu’cizekâr iktidarı birden kaybederek, âdi bir başıbozuk gibi, kuvvet-i şahsiyesine göre cüz’î, kıymetsiz, ehemmiyetsiz işleri görebilir. Ve eseri de o nisbette küçülür.

Aynen öyle de, tevhid yolunda herşey Kadîr-i Zülcelâle intisap ve istinat ettiğinden, bir karınca bir Firavunu, bir sinek bir Nemrudu, bir mikrop bir cebbarı mağlûb ettikleri gibi, tırnak gibi bir çekirdek dağ gibi bir ağacı omuzunda taşıyarak o ağacın bütün âlât ve cihazatının menşei ve mahzeni bir destgâh olmakla beraber; herbir zerre dahi, yüz bin san’atlarda ve tarzlarda bulunan cisimleri ve suretleri teşkil etmek hizmetinde bulunmak olan hadsiz vazifeleri o intisap ve istinatla görebilir.

Ve o küçücük memurların ve bu incecik askerlerin mazhar oldukları eserler gayet mükemmel ve san’atlı ve kıymettar olur. Çünkü, o eserleri yapan zât, Kadîr-i Zülcelâldir, onların ellerine vermiş, onları perde yapmış.

Eğer şirk yolunda esbâba havale edilse, karıncanın eseri karınca gibi ehemmiyetsiz; ve zerrenin san’atı, zerre kadar kıymeti kalmaz ve herşey mânen sukut ettiği gibi maddeten dahi o derece sukut edecekti ki, koca dünyayı beş parayla kimse almazdı.

Madem hakikat budur ve madem herşey nihayet derecede hem kıymettar, hem san’atlı, hem mânidar, hem kuvvetli görünüyor; gözümüzle görüyoruz. Elbette tevhid yolundan başka yol yoktur ve olamaz. Eğer olsa, bütün mevcudatı değiştirmek ve dünyayı ademe boşaltıp, yeniden ehemmiyetsiz muzahrafatla doldurmak lâzım gelecek, tâ ki şirke yol açılabilsin.

İşte, İmam-ı Ali’nin (r.a.) tabirince “Siracü’n-Nur” ve “Siracû’s-Sürc” olan Resâilü’n-Nur’da tevhide dair beyan ve izah edilen yüzler burhanlardan birtek burhanın icmalini işittin; ötekileri kıyas edebilirsin.

1 : “(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Bediüzzaman Said Nursi
Şualar