Bitmeyen çile: Sınav

Bitmeyen çile: Sınav

Sınavlarımızın adlarını büyük harfli kısaltmalarıyla sayarken iş bulmacaya dönüşüyor; insanın kafası karışıyor: YGS, LYS, YDS, KPSS, DGS, ALES, TUS, ÜDS, yürürlükten kaldırılan SBS... Her aday kendi sınavının ateşiyle yanıyor. Biri bitmeden öteki başlıyor

Hasan Öztürk'ün yazısı

Türkiye, artçı şokları hiç kesilmeyen sınav depreminin fay hattında duran bir ülke görüntüsünde.

Sınavın ardından merakla beklenen “sonuç”, pek çok kişinin geleceğine yön verecek.

Sınavlarının türü ve çokluğuyla bilinen ülkemizde doğrudan ve dolaylı olarak, her birimiz bir yanıyla sınavlarla ilgilenir olduk. Bu bakımdan, yüzdelik başarı ölçüsüyle sınanan adaylar kadar başkaları da -aileler, eğitimciler vs.- sınav yorgunudur.

Sınavlarımızın adlarını büyük harfli kısaltmalarıyla sayarken iş bulmacaya dönüşüyor; insanın kafası karışıyor: YGS, LYS, YDS, KPSS, DGS, ALES, TUS, ÜDS, yürürlükten kaldırılacağı söylenen SBS... Ateş, düştüğü yeri yakar sözüne benzerlikle, her aday kendi sınavının ateşiyle yanıyor. Biri bitmeden öteki başlıyor sınavların ve iç yangını devam ediyor.

Gelecek sınava tabi

Sınavlarla ilgili benzer pek çok eleştiriden sonra durulan ortak nokta, başka türlü seçim yapmanın mümkün olmadığıdır. Her birimiz, en iyinin kendimiz olduğuna inanıyor ve bizden üstün bir başkasına öncelik vermeyi kesinlikle düşünmüyorsak sınavın adaletinden başka güvenilir seçenek yok demektir. Geriye kalıyor sınavların uygulama biçimi ve seçilenlerin niteliği. Elenenlerin hayal kırıklığıyla uğraşacak zaman mı var?

Hoca’nın, aradıklarını bulmak için elini sazın sapında gezdirenleri yeren fıkrası gibi biz de her yıl sınavların S’siyle uğraşıyoruz, aradığımızı bulmak için: Ad değiştiriyoruz, sayıları azaltıp çoğaltıyoruz, uygulama biçimini başkalaştırıyoruz vs. Potansiyel adaylar her yıl mevcut nasıl olsa; onlar her tür uygulamaya boyun eğerler.

Eğitim programlarının uzun zamana yayılan beklentileriyle, sınavların pratik sonuç kurguları bir türlü örtüşmez bu ülkede. İlkokul çocuğunun

seviyesindeki bir matematik işlemini 2010 YGS’de altı yüz bine yakın adayın yapamamış olmasından yakınan ÖSYM Başkanı, haklı olarak “eğitimde tehlike çanlarının çaldığını” söylüyor (Star, 14.06.2010).

Bu durumda, “eğitimin kalitesi” tartışılırken yargılanması gereken belleği güdükleştirilen “öğrenciler” mi yoksa onların eline lise diploması vererek mezunlarını sınava gönderen “yetersiz eğitim/ciler” mi? Sınavlar, öğrenciyi sıkboğaz ediyor, eğitimden uzaklaştırıyor. Eğitim programlarında yazılanların aksine uygulamalar öğretim/bilgi ölçüsünü öne çıkarıyor. Eğitimin evrenselliği ile öğretimin sıradanlığı arasında bocalayan öğretmen, öğrencinin test sorularının şıklarına takılmış, maraton parkurunun kenar çizgileri gibi içerdeki hengâmeyi seyrediyor.

Okul müdürleri, kendilerinden istenilen yüzdelik hesabı doğru verebilmenin telaşında; kim bilir, lise eğitimi süresince bir kez olsun günaydın demediği ve belki de adını bile bilmediği herhangi bir öğrencisinin sınavdaki doğru cevaplı şıklarıyla basamak atlamayı bekliyor. Sınavlarda yarışmak elbette ki güzel lakin gençlerimize yaşanacak hayatın ve üstlenilecek sorumlulukların, şıklardan birini işaretlemek olmadığını nasıl anlatacağız, bunu kim/kimler kavratacak?

Sınav süresinin aday başarısını ölçmede yeterli olmadığı/olamayacağı, hemen her kesimin sıklıkla dillendirdiği bir eleştiridir. Hemen her tür sınavın bitiminde sınav sorularıyla ilgili tartışmalar başlar; sınav sorularından birkaçının, yanlış olduğu gerekçesiyle, iptal edildiği bile olur. Düşünün ki üzerine KPSS kâbusu çökmüşken YGS veya LYS’ye giren bir adayın, o gergin ortamda “bir dakikalık” sürede bir soruyu yanlış yapma hakkı yoktur ancak soruları bir yıllık sürede hazırlayan ÖSYM komisyonu yanlış yapabilir.(ÖSYM’nin sınav sorularındaki Türkçe yanlışları ayrıca ele alınmalıdır.) Sınava giren örencilerden kim bilir kaçı, yalnızca bir soruluk eksiği için sınavı kaybeder; bir ömürlük umutları yok olur. Soruları yanlış hazırlayarak iptaline neden olan komisyon üyelerinden herhangi bir ceza alan ya da görevine son verilen var mı, kimse bilmiyor. Test tekniğinin, öğrencilerin düşünme ve anlatma becerilerini olumsuz etkilediği de sınavların olumsuz sonuçlarından biridir.

Ne çok şey yazılıp söylenmiştir bu konuda: fıkralar, makaleler, öyküler, seminerler, açıkoturumlar... Yıllardır, diyenler dedikleriyle kalır; uygulamalar devam eder. Sınavların konumu

bir yana; her bir sınavın, seçerek bir üst okula gönderdiği öğrencilerden, öğretmelerinin bir türlü memnun ol(a)mayışı, bu bağlamdaki tartışmaların, yakın gelecekte gündemden düşmeyeceğini gösteriyor.

Değerin yüzdelik dilimin

Sonuç; acılı bir hüzün tablosu, nerden baksak “bir tutarsızlık”... Gencecik canlar, gözlerimizin önünde bir bir gidiyor elimizden, varlıklarının hiçbir izi kalmadan. Okul binalarını içten ve dıştan kameralarla gözetlediğimiz kadar gençlerin iç dünyalarına bakamıyoruz ne yazık ki. Sınav, çevresinde akıl almaz büyüklükte bir ekonomik sektör oluşturarak neredeyse kutsal bir öğretiye dönüşüyor.

Sınav sonuçlarının yüzdelik başarı oranları için toplantı üstüne toplantı yapılırken bu ülkede intihar eylemleri günlük bir haber olarak geçiştiriliyor. İnsanın, uğrunda yaşanmaya değer idealleriyle var olduğunu, yolun başındaki gençlere, benimsediğimiz değerleri önemsediğimizi göstermekle mümkün olabileceğini düşünüyorum. Sahi, biz ne için yaşıyoruz ve bizden sonrakilere söylenecek sözümüz nedir?

Star