Bir kısmı isteyerek, bir kısmı istemeyerek de olsa Allah’a secde eder

Bir kısmı isteyerek, bir kısmı istemeyerek de olsa Allah’a secde eder

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Ra'd Sûresi 14-16. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

14 . Hak duâ (ve da‘vet) ancak O’nadır. O’ndan başka (kendilerine) duâ etmekte oldukları şeyler (putlar) ise, kendilerine hiçbir şekilde cevab veremezler; (onlar) ancak ağzına erişsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir; hâlbuki (elini suya doğru açmakla) o (su, onun ihtiyâcını anlayıp da) ona ulaşıcı değildir. Kâfirlerin (kendi putlarına olan) duâsı da (böyle) sapıklık içinde kalmaktan başka bir şey değildir.(*)

15 . Hem göklerde ve yerde bulunan kimseler ve onların gölgeleri, sabah-akşam (bir kısmı) isteyerek, (bir kısmı da) istemeyerek (de olsa) Allah’a secde eder.(**)

16 . De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’dır?” (Hem) de ki: “Öyle ise O’nu bırakıp da kendilerine ne bir fayda ne de bir zarar vermeye sâhib olmayan birtakım dostlar mı edindiniz?” (Hem yine) de ki: “Kör olan ile gören (kâfir olanla îmân eden) bir olur mu? Yâhut karanlıklarla nûr bir midir?” Yoksa Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar kıldılar da, kendilerince bu yaratma (Allah’ın yaratmasıyla) birbirine benzer mi oldu? De ki: “Herşeyi hakkıyla yaratan Allah’dır. Ve O, Vâhid (bir olan)dır, Kahhâr (herşeye kudretiyle mutlak gālib olan)dır.”

(*) “Herşeyin Hâlıkı (yaratıcısı) olan Rabbini unuttun, mevhum (hayâli) bir tabîata isnâd ettin (dayandırdın), Hâlıkın âsârını (eserlerini) esbâba (sebeblere) verdin, O Hâlıkın malını bâtıl ma‘bud (ilâh) olan tâğutlara taksîm ettin! Şu noktada ve o dehân nazarında her bir zîhayâtın (canlının), herbir insanın, tek başıyla hadsiz a‘dâya (düşmanlara) karşı mukāvemet etmesi (dayanması) ve nihâyetsiz hâcâtın tahsîline (ihtiyaçların giderilmesine) çabalaması lâzım gelir.

Zerre gibi bir iktidar, ince tel gibi bir ihtiyâr (irâde), zâil lem‘a (geçici bir parıltı) gibi bir şuûr, çabuk söner şu‘le (alev) gibi bir hayat, çabuk geçer dakîka gibi bir ömür ile, o hadsiz a‘dâ ve hâcâta (ihtiyaçlara) karşı dayanmaya mecbûr olur. Hâlbuki o bîçâre zîhayâtın sermâyesi, binler matlûblarından (isteklerinden) birisine kâfî gelmez. Musîbete giriftâr olduğu (düştüğü) zaman, sağır, kör esbabdan başkasından meded beklemez, وَماَ دُعآَءُ الْكاَفِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلاَلٍ [Kâfirlerin (kendi putlarına olan) duâsı da (böyle) sapıklık içinde kalmaktan başka bir şey değildir] sırrına mazhar olur.” (Lem‘alar, 17. Lem‘a, 121-122)

(**) Bu âyet-i kerîme, Kur’ân-ı Kerîmdeki on dört secde âyetinin ikincisidir.