Bilimi kullanmada Bediüzzaman'ın dehası

Bilimi kullanmada Bediüzzaman'ın dehası

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer'in Risale Akademi'de yayınlanan 'Bilim Felsefesi, Dil ve Kelimeleri Kullanmada Bediüzzaman’ın Dehası' başlıklı makalesi...

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer'in makalesi

Bilim Felsefesi, Dil ve Kelimeleri Kullanmada Bediüzzaman’ın Dehası

Her konunun kendine göre seçilmiş bir kelimeler ailesi ile ifade edilmesi edebiyatın ve dile hakimiyetin önemli uygulamalarından biridir. Bediüzzaman anlattığı konu ve temalarda seçmiş olduğu kelimeler ile büyük bir usta, üstad ve dehadır. İnsan zekasının, özellikle hafızasının  bu kadar harika bir seçim ile konularını yoğurması ve bahisleri şekillendirmesi önemli bir bahistir. Bediüzzaman büyük bir ilim –esma imtizacı sağlamakta, esmaları ilimle bütünleştirerek okumaktadır. O varlıkta ve olaylardaki esmaları kendisine gelinceye kadarki meslekten tamamen farklı okumalarla gerçekleştirir. O bir ilmi ve fenni esma okuyucusudur. Çünkü Allah isimlerini her fennin bünyesine katmış onunla bütünleştirmiş, onunla imtizaç ettirmiştir. Sonra insanları onları okumaya  çağırmıştır, alemin yaz boz tahtasına yazılan varlık kelimelerini insan okumaya çağrılmıştır. Bütün bilim adamları ve peygamberler onları okumakla sorumludur. Çünkü dünya “gayet manidarane  ve hikmetperverane bir mütalaagahtır”(Şualar, 324) Mana ve hikmet yüklenmiş olan yeryüzü ve kainat elbette onları anlıyan insanın hikmet üretmesini isteyecektir. Çünkü varlık hikmet ve mana ile yüklüdür. Bu yükü ancak insan çözecek ve anlayacak düzeydedir.

Bediüzzaman’ın  Adl ismini okuması sanki de bir fenni risale gibidir. Zooloji, biyoloji, kimya, tıp, fizyoloji, bedensel estetik, coğrafya, astronomi, fizik, anatomi, genel estetik gibi birbiri içinde ve bağımsız bilim dallarının yeryüzündeki ve kainattaki yansımalarından hareketle  a d l isminin yansımalarını okur. Verdiği örnekler bütün bu bilimlerin verileri ile Allah’ın isimleri arasındaki vahdani ve ehadi bağları gören bir büyük tevhidi, nebevi zekanın, sentezi görülür. Bunları ifade ederken kullanılan kelimeler ve anlatılan esmanın tezahürleri ile ilmin verileri arasındaki uyumu görmek sıradan bir zekanın ve hafızanın ve sentezleyici zihnin ürünü değildir.

Eskişehir Hapishanesinde iken Adl isminin bir cilvesini görmüş ve yakınlaştırmıştır.Afifüddin Süleyman et Timsani’nin Esmaü’l-Hüsna isimli eserinde Adl isminin izahı tamamen tasavvufi bir mahiyet arzetmekte kesinlikle a d l isminin arzdaki ve evrendeki dengeyi sağlayan tesirleri görülmemektedir. Diğer güzel isimler şarihleri de  a d l ismini hukuki açıdan yorumlamakta evrendeki denge ile bir bağlantı kurmamaktadırlar. Bu yüzden Bediüzzaman asrın gözüne ve mantığına ve bilimlerin verilerine göre ismi, esmaları  okumaktadır. Bediüzzaman büyük bir esma okuyucusudur. Hatta kaşifidir dense yeridir. Zaten keşifler de esmalarda yapılan derinlikli bakışlardan doğmuştur, aslında esmaların derinliklerinde çok daha fazla ilmi hakikatler vardır, onları ortaya çıkarmaya çalışan ilim ve mana adamları gelecektir. Esmalar sadece mana değil maddenin  de sırlarını gizlerler, önemli olan onları görecek kadar büyük rasathane zekaların olmasıdır. Bediüzzaman bunlardan biridir.

Metnin başında  bir dengenin sağlanması imkansız olan bir ortam tasvir edilir. Dokuz kelime kullanılmış, kelimeler her cümlede üç kelime var ve cümlelerin karakteri ve aralarındaki zıtlıktan dengenin sağlanmasının imkansızlığı anlatılır.

“Şu kainat öyle bir saraydır ki, o sarayda mütemadiyen tahrib ve tamir içinde  çalkalanan bir şehir var” (Lem’alar, 308) Tahrib ve tamir birbirine zıt  kelimeler, bir taraftan tahrib edilen diğer taraftan tamir edilen, ikisi arasında tahribin sınırları ile tamirın  sınırlarını belirlemek güç bir şey. Üstelik tahrib ve tamir içinde çalkalanmak var. Tahrib, tamir, çalkalanma üçü de dengenin sağlanması imkansız bir olaylar grubu.

İkinci cümle “Ve o şehirde  her vakit harp ve hicret içinde kaynayan  bir memleket var.” (Lem’alar, 308) Bir tarafta harp var, diğer yanda ise göç var, harp ve göç arasında yine denge sağlanması zor, birbiri ile savaş  halinde çok şey var, bir taraftan da göç eden çok şey var alemde. İkisi arasında kelimelerin temsil ettiği manalar itibariyle denge sağlamak güç. Üstelik bu şekilde iki zıt olaylar grubunun kaynadığı bir memleket. Kaynamak, kaynayan bir şey üzerinde denge sağlamak zor.

Üçüncü kelime, "Ve o memlekette  her zaman mevt  ve hayat içinde yuvarlanan bir alem var.” (Lem’alar, 308) Ölüm ve hayat birbirine zıt olaylar, alemde ölenler var, hayata yeni gelenler var, zerrelerin ölümünden insanların ölümüne kadar, zerrelerin yaratılışından insanların yaratılışına kadar. Bu kadar çok ölüm ve hayat arasında denge sağlamak üstelik yuvarlanan bir alemde  bunu temin etmek güç.

Tahrib  ve tamir içinde çalkalanan
Harp ve hicret içinde kaynayan
Mevt ve hayat içinde yuvarlanan

Her üç kelime grubu dengenin, muvazenenin imkansızlığını anlatır. Daha sonra gelen cümleler ise dengenin nasıl sağlandığını anlatır. Bu imkansızlığı varlığın sahibi nasıl sağlar. Halbuki o sarayda, o şehirde, o memlekette, o alemde  o derece hayret engiz bir muvazene, bir mizan, bir tevzin hükmediyor.

Tahrib ve tamir içinde çalkalanan sarayda hayret engiz bir muvazene, bir mizan bir tevzin hükmediyor. Tahrib ve tamir içinde çalkalanan bir sarayda hayret verici bir denge, bir eşitlik, parelellik, bir uyum sağlanıyor. Alemde de, şehirde de, memlekette de,  bu denge sağlanıyor. Sağlanması imkansız olaylar ve ortam içinde. Birbiri ile uzlaşması imkansız olan olayları, üstelik kararsız ortamlarda dengelemek imkansız. Biz şu anda yaşıyoruz, ve hiçbir bunalım ortamı olmadan, dengesi sağlanmış bir kainatta, bu hayret verici emniyetli dengeli ortamı görüyoruz. Bunlar neyi gösteriyor.

“Bilbedahe isbat eder ki: Bu hadsiz mevcudatta  olan tahavvülat ve varidat ve masarif, her bir anda umum kainatı görür, nazar-ı teftişinden geçirir bir tek Zatın mizanıyla ölçülür, tartılır”(Lem’alar, 308) Her canlı sürekli değişiyor, bir halde karar kılmıyor, sonra her canlının hayatı için gerekli gelirleri, varidatı var, üstelik aynı canlılın masrafları, giderleri var. Vücuda giren ve çıkan var, üstelik sürekli değişiyor. Bir canlının  bu üç önemli hali arasında denge sağlamak yine güç. Bütün canlıların bu birbirine zıt değişim, masraf ve gelirlerini dengelemek zor, ama bu sağlanıyor. Teftiş denetleme demektir, bir eve bir kuruma, bir varlığa giren çıkan ve meydana gelen değişmeyi müfettiş denetler ve kar zararı hakkında bilgi verir. Bütün kainatdaki varlıkları denetleyen bir nazarla, nazarı teftişle gören bir zat  bu birbirine zıt olaylar arasındaki dengeyi  bir terazi ile bir mizanla, ölçer ve tartar ki o varlık hayatını devam ettirir, bütün varlıklar gibi.

Şimdi dengeyi anlatmak için seçilen kelimelere  bakalım. Tahrib, tamir, çalkalanma, harp, hicret, kaynama, mevt, hayat, yuvarlanma, tahavvülat, varidat, masarif. Ve bunların karşısında nazarı teftişten geçirme, muvazene, tevzin, mizan. İşte Bediüzzaman’ın konu için seçtiği kelimeler ve onların temsil ettiği olaylar grubu arasındaki ilişkiler ve sağlanan denge. Bunları tasarlamak bir metne dizmek ve A d l  isminden doğan dengeyi okumak, büyük ustalık ve sanatlı seçim, kelime seçimi, kullanma, harikalık ve deha burada.

Bu bahis kainatta dengeyi anlatan bilim felsefesidir. Kainattaki bütün bilimlerin birbirine katkısıyla hasıl olan dengeyi bu kadar veciz ve çok yönlü anlatan insanlık tarihinde böyle bir metin olduğunu kimse söyleyemez. Bilim tarihinin denge konusundaki araştırmalarına bakmak gerekir. Her bilimin verileri ile değil bütün bilimler arasındaki alışveriş ile sağlanan bir denge, Bediüzzaman burada bunu yapmıştır.

Dengenin sağlanmasındaki meharete örnekler verir Bediüzzaman. Çünkü  her varlığın sayısı ve artması ile bulunması gerektiği kadar bulunması arasındaki tartı ve dengeleme insan zihninin içinden çıkamadığı bir sorundur. Bu yüzden Bediüzzaman örneklerle meseleyi her zaman olduğu gibi daha elle tutulur hale getirir. “Yoksa balıklardan bir balık bin yumurtacık ile  ve nebatattan  haşhaş gibi bir çiçek yirmi bin tohum ile  ve sel gibi akan unsurlardan, inkılapların hucumu ile  şiddetle muvazeneyi bozmaya çalışan  ve istila etmek isteyen  esbab  başı boş olsalardı  veyahut  maksatsız serseri tesadüf  ve mizansız kör kuvvete  ve şuursuz zulmetli  tabiata havale edilseydi, o muvazene-i eşya  ve muvazene-i kainat öyle bozulacaktı ki  bir senede belki  bir günde  hercü merc olurdu. Yani deniz karma karışık şeylerle dolacaktı, taaffün edecekti, hava gazat-ı muzırra ile zehirlenecekti, zemin ise bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklığa dönecekti. Dünya boğulacaktı” (Lem’alar, 308)

Örnekleri çoğaltır, dengenin azametini anlatmak için. Hücre, alyuvar akyuvar, atom, insan bedeninin estetik düzeni, denizler, zemin altındaki çeşmeler, hayvan ve bitki doğum ve ölümleri, bahar ve sonbaharın tahrib ve tamiri, elementler, yıldızlar, hizmetleri hareketleri, ölüm hayat, ışık, karanlık, sıcak soğuk, arasındaki ilişkilerin dengelenmesine dikkat çeker. Daha sonra güneş sisteminin astrofizik yorumlarını yapar. Hareket kavramının doğası ile dünyanın ve gezegenlerin hareketlerini anlatır. Elmanın düştüğünü gören Newton, “Neden güneş düşmüyor” demesi gibi, neden hareketle yeryüzü sakinlerini boşluğa atmıyor der gibi konuşur. O Newton’un aklının kesmediği çok boyutlu fizik, tıp, astrofizik  ve bilim tarihi yorumları yapar.

Sonuç: “Herşeyin dizgini elinde  ve her şeyin anahtarı yanında  ve bir şey bir şeye mani olmuyor, umum eşyayı birtek şey gibi  kolayca idare eden  bir tek Halık-ı Adl ü Hakim’in  mizanıyla, kanuniyle, nizamiyle terbiye ve idare oluyor. “(Lem’alar, 309)

Bütün bilimler kendi gözlükleriyle alemdeki dengeyi görmüşlerdir. Bediüzzaman bunlardan yirmiye yakınından birer misal verir. Ben bu bilimlerin profesör düzeyinde  şahıslarla temsil edilenlerinden alemdeki dengeye kendi dallarındaki tesbit cümlelerini almaya çalıştım ne yazık ki bulamadım. Bediüzzaman’ın burada fenni bir yorumla alemdeki dengeyi anlatması Türkiye’de bugün bile ilmin varamadığı, özellikle fennin varamadığı bir boyutta düşünmesi çok ideal bir tesbittir. Her ilmin denge konusundaki fikirlerini bulmaya gayret edeceğim. Her ilim bu dengeyi kendi ilmi terazisinde tartsa da Bediüzzaman gibi birçok ilmi bir metin halinde dengeye örnekler vererek anlatmak çok zor bir şey. Bu metin bugün dahi aşılamamış aşılması da imkansız bir metindir. Bediüzzaman’ın aleme dini-fenni bir boyutta bakması ve isimlerin tezahürlerini fenni ilimlerden ortaya koyması dünya da dahi başarılmış bir gözlem ve yorum tarzı değildir.

J.  D. Bernal İki ciltlik Tarihte Bilim isimli  kapsamlı eserinde bazen denge konusunu gündeme getirir.  İnsanların ve kapitalizmin alemdeki dengeyi bozduğunu ifade eder. “İnsanın doğanın yerleşik dengesine  başka herhangi bir organizmadan  esas olarak  daha farklı bir biçimde  müdahale etmeye başlamasıyla  birlikte, gezegenimiz tarihinde  yeni bir evreye girildi. Bir avcı  onun da ötesinde bir köylü olarak insan, ilkin bilinçsizce  ve küçük çapta  sonra bilinçli bir biçimde  ve dünya çapında  doğanın dengesini  kendi yararına  değiştirmeye başladı. En başından beri  bu işte  ne kadar başarılı olduğunu, insan soyunun giderek artan  bir hızla çoğalıp yayılmasından anlaşılmaktadır. İşlemlerin küçük ölçekli olması  yeryüzü kaynaklarının  kalıcı bir hasar görmesini önledi. Şimdi ise durum farklı, ne bilgi eksik ne de güç. Bununla birlikte  modern tarımın  başarıları  gezeğenin toprağının tehlikeli bir oranda mahvolması ve iklimin neredeyse  tüm canlı  türlerine zarar verecek ölçüde  değiştirilmesi pahasına elde edilmektedir.” (Cilt 2, s. 224) Sadece toprağın dengesinin bozulmasının sorunları bazı koruma tedbirlerine gidilmesini sağlamıştır.

Bilim sadece olaya baktığı için dengeyi görmekte hala beceriksizdir. Yine yazar anlatır. “Herhangi bir organizmanın yaşam çevresinin kaçınılmaz olarak sayısız başka organizmayı da  içermesi olgusu, sorunu çok daha güçleştirmektedir. Darwin’in kendisi de 19. yüzyılın ortalarında  özellikle çiçeklerin  döllenmesi  ve toprak solucanı  üzerine yürüttüğü  çalışmalar sırasında bunun farkına varmıştı. Ne var ki bugüne kadar yapılan çalışmalar organizmaların  kendi aralarındaki ilişkilerin aşırı  karmaşık olduğunu  ve bizim onların pratik önemi  konusundaki  su katılmamış cehaletimizi ortaya koymaktadır.” (aynı eser, cilt 2, s. 222)

Alemde denge vardır ama ilim hala o dengeleri belirleyecek araştırmalar konusunda kısırdır. “Tüm bitkilerin  dolayısıyla da  karada yaşayan tüm hayvanların  yaşam temeli olan toprak, içinde belki  yüzeyinde bulunandan  daha çok fazla canlı  organizma barındırmasına karşın biyoloji bilimi açısından büyük ölçüde keşfedilmemiş bir dünyadır.” (aynı eser, cilt 2, s. 222)

 Newton ünlü eseri Principa’nın önsözünde, evrendeki düzeni ve dengeyi hissetmiş, bir takım güçleri fark etmiştir. Ama bunları bir sisteme oturtmuştur denemez, Bediüzzaman ise bunu esmaya dayandırarak dengeyi somutlaştırmıştır. “Bu eseri felsefenin matematiksel ilkeleri olarak sunuyorum. (principa) Çünkü felsefenin tüm yükü  buradan kaynaklanmaktadır, hareketler fenomeninden yola çıkarak doğa güçlerinin araştırılması  ve bu güçlerden de  diğer fenomenlere varılması dağa fenomenlerinin geri kalanını mekanik ilkelere dayalı aynı uslamlama yöntemiyle çıkarsayabilmeyi  umardım, çünkü cisimlerin parçacıklarını henüz bilmediğimiz nedenlerle birbirlerine doğru itip her zamanki biçimlerini almalarını sağlayan  veya birbirlerinden uzaklaştırıp cisimlerin parçalanmasına yol açan  bir takım kuvvetlerin diğer doğa fenomenlerinin de temelinde yattığını  düşünmemi gerektiren  pek çok  neden var. Bu nedenlerin neler olduğu  bilinmediğinden  filozofların ve bilginlerin doğa araştırmaları bugüne kadar sonuçsuz  kalmıştır, ancak burada ortaya konan ilkelerin buna ya da daha doğru bir felsefe yöntemi bulanmasına ışık tutacağını umuyorum. “(Cilt 1, s. 425)

Bediüzzaman’ın örnekler verdiği denge konusunu sağlayını yapmak ve onu teyid etmek çok zor bir iş olduğu kanaatindeyim.

Kaynaklar:
Afifüddin Süleyman et Timsani, Esmaü’l-Hüsna, İnsan Yayınları, İst 2002
J. D. Bernal, Tarihte Bilim, 1-2 cilt,  600 -510
Said Nursi, Lemalar, İst, 2002
Said Nursi, Şualar, İst, 2003

www.RisaleAkademi.com