Bediüzzaman’ın vehimleri reddeden asırlık yazısı

Bediüzzaman’ın vehimleri reddeden asırlık yazısı

Bediüzzaman, 100 yıl önce Volkan Gazetesi'nde İttihad-ı Muhammedî cemaatine isnad edilen vehimleri işte böyle reddetmişti

Volkan
18 Mart 1325
31 Mart 1909
Sayı: 90
REDD-ÜL EVHAM
İttihad-ı Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) cemaatine ([2]) isnad ettikleri dokuz evham-ı fâsideyi reddedeceğim.
 
Birinci Vehim: Böyle nâzik bir zamanda din mes’elelerini ortaya at­mak münasib görülmüyor.
 
Elcevab: Biz dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz.
Sâniyen: Madem ki Meşrutiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milliyetimiz de yalnız İslâmiyet’tir. Zîrâ Arab, Türk, Kürd, Arnavut, Çerkez ve Lazların en kuvvetli ve hakikatlı revabıt ve milliyetleri, İslâmiyet’ten başka bir şey değildir. Nasılki az ihmal ile tavaif-i mülûk temelleri atılmakta ve onüç asır evvel ölmüş olan asabi­yet-i cahiliyeyi ihya ile fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu gördük…
 
İkinci Vehim: Bu ünvan tahsisiyle, müntesib olmayanları vehim ve telaşa düşürüyor?
Elcevab: Evvel de söylemiştim. Ya mütalaa olunmamış veya sû’-i te­fehhüme uğramış olduğundan tekrarına mecbur oldum. Şöyle ki:
İttihad-ı İslâm olan İttihad-ı Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) de­diğimiz vakit, umum mü’minlerin mabeyninde bilkuvve veya bilfiil sabit olan ittihad muraddır. Yoksa İstanbul ve Anadolu’daki cemaat ([3]) murad değildir. Amma bir katre su da, sudur. Bu ünvandan tahsis çık­maz. Tarif-i hakikîsi ([4]) şöyledir:
Esas temeli, şarktan garba cenubdan şimale mümted ve merkezi Ha­remeyn-i Şerifeyn, cihet-i vahdeti tevhid-i İlahî.. peyman ve yemini iman.. nizamnamesi, Sünnet-i Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm).. ka­nunnamesi, evamir ve nevahi-i şer’iye.. kulüp ve encümenleri, umum medaris, mesacid ve zevaya.. o cemaatin ilelebed ve muhalled naşir-i ef­kârı, umum kütüb-ü İslâmiye ve her vakit naşir-i efkârı başta Kur’ân ve tefsirleri ([5]) ve i’lâ-yı kelimetullahı hedef maksad eden umum dinî ve müstakim ceraiddir. Müntesibîni, umum mü’minlerdir. ([6]) Reisi de Fahr-i Âlem’dir (Aleyhissalâtü Vesselâm).
Şimdi istediğimiz nokta, mü’minlerin teveccühleri ve teyakkuzları­dır. Teveccüh-ü umumînin tesiri inkâr edilmez. İttihadın hedef-i mak­sadı i’lâ-yı Kelimetullah ve mesleği de kendi nefsiyle cihad-ı ekber ve başka­larını irşaddır. Bu mübarek heyetin([7]) yüzde doksan dokuz him­meti siyaset değildir. Siyasetin gayrı olan hüsn-ü ahlâk ve istikamet ve saire gibi makasıd-ı meşruaya masruftur. Zîrâ bu vazifeye müteveccih olan cem’iyetler pek az, kıymet ve ehemmiyeti ise pek çoktur. Ancak yüzde biri, siyasiyyunu irşad tarîkiyle siyasete taalluk edecektir. Kılınçları, berâhin-i kat’iyyedir. Meşrebleri de muhabbet olduğu gibi, beyn-el mü’minîn uhuvvet çekirdeğinde mündemiç olan muhabbete şe­cere-i tûbâ gibi neşv ü nema vermektir.
 
Üçüncü Vehim: ([8]) Volkana mensub cemiyetin, tefrikadan ve baş­ka­larına tevlid-i ye’sinden başka ne faidesi var?
Elcevab: Bu tefrik değil, tevhiddir. Ye’s değil ümiddir. O hakikat-ı uzmâ ki, nısf-ı küre-i arzda meknuz-u uruk-u zeheb gibi bir köşesini keşf ile tecelli etmiş yeni bir meş’aledir. Bahr-ı umman bir destide sığışma­dığı gibi, İttihad-ı Muhammedî de Volkan idaresinde veya İstanbulda sıkışıp kalmayacaktır. Belki şimdiki kuvveden fiile çıkmış bir parça İttihad-ı Muhammedî kar’ul asâ gibi ikâzdan ibârettir. Hem de o derece uzun ve müteselsil ve merâkiz-i İslâmiyeyi birbirine rabt eden sil­sile-i nuraniyi ihtizâza getirmekle, onunla merbut umum mü’minleri İ’la-i Kelimetullahın bu zamanda en büyük vasıtası olan maddeten ve manen terakkiyata bir şevk ve emr-i vicdanî ile sevk etmektir. Zîrâ istibdad ve tahakkümden tahallüs, hahiş ve şevk-i vicdanî ile sevk olur. Halbuki binde bir tane münevver-ül fikirdir, vicdanen mütehassıs oluyor. Hiss-i din olsa ehass-ı havas ve en âmi hiss-i din ile mütesâviyen tarik-ı terak­kide mü­nevver-ül fikir gibidirler. Hem de tenvir-i fikre sebeb olan mârifet-i amm veya medeniyet-i tamm bizde olmadığı için nur-un nur olan din-i İslâmı menâr etmeliyiz, tâ ahengi terakki muhtell olmasın.
 
Dördüncü Vehim: İçimizdeki gayr-ı müslimler ürkecekler veya ba­hane tutacaklar?
Elcevab: Bahane tutmak çocukluktur veya hainliktir. Ürkmek ise, cehalet veya tecâhüldür. Zîrâ gayr-ı müslimler kurun-u vustada vahşi ol­dukları zamanlarda ferman-ı dinde zorlama yoktur ile, bu kadar edyan ve akvam-ı muh­telife medeniyyet-i İslamiyede masun kaldıklarından İslamiyetin uluvv-u cenabı ve gayri müslim tevehhüm ettikleri mahzurun ademî gü­neş gibi tezahür ediyor. Hem de gayr-ı müslimlerin selameti, vatanın sa­adeti iledir. Ve meşrutiyetin devamı, ruhu, nokta-i istinadı ve mürşidi, Şe­riat ve milliyetimiz olan İslâmiyyet olduğundan, gayr-ı müslimler bu ittihaddan ürkmek değil, takdis ve ünsiyet etmek lâzımdır.    
 
Beşinci Vehim: Ecnebilerin bundan tevahhuş etmek ihtimali var?
Elcevab: Bu ihtimale ihtimal verenler mütevahhiştir. Zîrâ merkez-i taassublarında İslâmiyet’in ulviyetine dair konferanslarla ([9]) takdis etme­leri bu ihtimali reddeder. Hem de düşmanlarımız onlar değil; asıl bizi bu kadar düşüren i’lâ-yı Kelimetullah’a mani olan cehalet ve neti­cesi olan muhalefet-i Şeriattır. Ve zarûret ve onun semeresi olan sû’-i ahlâk ve harekattir ve ihtilaf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki, ittihadımız bu üç insafsız düşmana hücumdur.
Amma ecnebilerin vahşi oldukları kurûn-u vustâda; İslâmiyet, vah­şete karşı husumet ve taassuba mecbur olduğu halde, adaleti ve itidalini muhafaza etmiş. Hiçbir vakit engizisyon gibi etmemiş. Ve bu zaman-ı me­deniyette ecnebiler medenî ve kuvvetli olduklarından, o zararlı ([10]) olan husumet ve taassub zâil olmuştur. Zîrâ din nokta-i nazarından me­denîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Ve İslâmiyeti, mahbub ve ulvî olduğunu evamirine imtisalen ef’al ve ahlâk ile göster­mek iledir. İc­bar ve husumet, vahşilerin vahşetine karşıdır.
 
Altıncı Vehim: Bazıları “Sünnet-i Nebeviyeyi hedef-i maksad eden İttihad-ı İslâm, hürriyeti tahdid eder ve levazım-ı medeniyete münafîdir” diyorlar.
Elcevab: Asıl mü’min, hakkıyla hürdür. Sâni’-i Âlem’e abd ve hiz­metkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek imana ne kadar kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur.
Amma hürriyet-i mutlaka ise, vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarından zarurîdir.
Sâniyen: Çocukluk tabiatı ile, heva ve heves ile zünûb ve mesâvi-i medeniyyet mehâsin zan olunuyor. Halbuki medeniyyetin hiçbir hakiki mehâsini yoktur ki, İslamiyette sarahaten veya zımnen veya iznen o, veya daha ahseni bulunmasın.
Sâlisen: Bazı sefih ve lâübaliler hür yaşamak istemediklerinden, nefs-i emmarenin esaret-i rezilesi altına girmek istiyorlar.
Elhasıl: Şeriat dairesinden hariç olan hürriyet, ya istibdad veya esa­ret-i nefis veya canavarcasına hayvanlık veya vahşettir. Böyle lâübaliler ve zındıklar iyi bilsinler ki, dinsizlikle ve sefahetle sahib-i vicdan hiçbir ecnebiye kendilerini sevdiremezler ve benzetemezler. Zîrâ mesleksiz ve sefih sevilmez. Ve bir kadına yakışır -istihsan ettiği- libası erkek giyse maskara olur.([11])
 
Yedinci Vehim: İttihad-ı İslâm cemaati, ([12]) sair cem’iyet-i di­niye ile şakk-ul asâdır. Rekabet ve münaferatı intac eder.
Elcevab: Evvelâ umûr-u uhreviyede hased ve müzahamet ve müna­kaşa olmadığından bu cem’iyetlerden hangisi münakaşaya, rekabete kal­kışsa ibadette riya ve nifak etmiş gibidir.
Sâniyen: Muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden cemaatlerin iki şart ile umumunu tebrik([13]) ve onlarla ittihad ederiz.
Birinci şart: Hürriyet-i şer’iyeyi([14]) ve asayişi muhafaza etmektir.
İkinci şart: Muhabbet üzerinde hareket etmek, başka cem’iyete leke sürmekle kendisine kıymet vermeğe çalışmamak. Birinde hata bulunsa, müfti-i ümmet cem’iyet-i ülemaya havale etmektir.
Sâlisen: İ’lâ-yı Kelimetullahı hedef-i maksad eden cemaat,([15]) hiç­bir garaza vasıta olamaz. İsterse de muvaffak olamaz. Zîrâ nifaktır. Hak­kın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda olunmaz. Nasıl Süreyya sü­pürge olur veya üzüm salkımı gibi yenilir? Şems-i hakikata “püf, üf” eden, divane­liğini ilân eder.
Ey dinî cerideler! Maksadımız: Dinî cemaatlar maksadda ittihad et­melidirler. Mesalikte ve meşreblerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zîrâ taklid yolunu açar ve “Neme lâzım, başkası düşünsün” sözünü de söylettirir.
 
Sekizinci Vehim: Asıl ittihad-ı İslâm([16]) olan buradaki cemaata, ma­nen gibi sureten de intisab edenlerin ekserisi avam, bir kısmı da meç­hul-ül hal olduğundan, fitne ve ihtilafı([17]) îma ediyor.
Elcevab: Belki ağraza adem-i müsaadesine binaendir ki, evail-i İs­lâm’a müşabehetidir. Hem de ma­dem maksadı, ittihad ve i’lâ-yı Kelimetullahtır. Teşebbüsat ve harekâtı da ibadettir. İbadet câmiinde şah ve geda birdir. müsâvât hakikî düstur­dur. İmtiyaz yoktur. Zîrâ en ekrem, en müttakidir. Ve en müttaki, en mütevazidir. Binaenaleyh manen asıl hakikat-ı ittihada intisabiyle ile beraber sureten onun nümunesi olan bu uh­revî ve sırf dinî cemaate ([18]) intisab ile teşerrüf edecek, yoksa şeref vermeyecektir. Bir katre, bahr-ı ummanı tezyid edemez. Hem de bir günah-ı kebire ile imandan çıkmadığı gibi, şems garbdan tulû’ etmedi­ğinden tevbenin kapısı da açıktır. Bir desti müteneccis su, bir denizi tencis etmediği gibi, kendi de temizlendiğinden şimdi bu nümune-i itti­hada intisab eden adama şartımız olan Sünnet-i Nebeviyeyi (Aleyhissalâtü Vesselâm) ihya ve evamirine imtisal ve nevahiden içtinab ve asayişe ilişmemek([19]) -elinden gelse- azm-i kat’î ile dâhil olan bazı meçhul-ül hal olanlar bu hakikat-ı âliyeyi lekedar edemez. Zîrâ kendi lekedar olsa da, imanı mukaddestir. Bu ünvan-ı mukaddese böyle bahane ile leke sürmek; İslâmiyet’in kıymet ve ulviyetini bilmemekle beraber, kendini ahmak-un nâs ilân etmektir. Nümune-i ittihad olan cemaatimize([20]) –sair cem’iyat-ı dünyeviyeye kıyasen– leke sürmeyi, ta’riz etmeyi cemi’ kuvvetimizle reddederiz. İstif­sar tarî­kiyle bir itirazları olursa cevaba ha­zırız. İşte meydan…
Benim dâhil olduğum cemaat burada tafsil ettiğim ittihad-ı İslâmdır.([21]) Yoksa mu’terizlerin bâtıl tevehhüm ettikleri cem’iyet-i mütehayyele değildir. Bu dinî heyet efradı, şarkta olsa, garbda olsa, cenubda olsa, şimalde olsa beraberiz.
 
Dokuzuncu Vehim: ([22])Cemiyyetlerde teşebbüsat-ı hafiye olduğu halde, İttihad-ı Muhammedinin izhar-ı serâiri neden lüzum görülmüş?
Elcevab: İslamiyet aşikârdır. Hem de kuvve-i ittisâiyyesi tazyik olunsa âleme zelzele verecek. Hem de, ihfâ, hile ve şüpheyi davet etti­ğinden, hile ve şübheden münezzeh olan hakikat, hafâdan da müstağni­dir. Hem de, müesses iken bazı köşelerden tecelli ediyor. Hem de bida­yet-i İslâmda kırk oldu, saklanmadı.. Nasıl üçyüz milyondan sonra gizle­necek! Hem de bir şeyi akıl görür, kabul eder.. Fikir uğraşır, teslim eder. Bir hakikat, hafâ perdesini kabul etmez.
Yüzbin defa cemi’ mü’minlerin lisanıyla insanların adedi kadar de­riz: Yaşasın Şeriat-ı Garra-i Ahmedî (A.S.M.)
 
İttihad-ı Muhammedî’nin
Küçük Efradından
Bediüzzaman-ı Kürdî Said
 
 






[1] Volkan’da “cemi’yetine” kelimesiyledir. –Naşir–



[2] Volkan’da “cemi’yetine” kelimesiyledir. –Naşir–



[3] Volkan’da “İstanbul ile Volkan idarehanesi murad değildir” ifadesiyledir,



[4] Volkan’da “tasrif-i hendesisi şöyledir” şeklindedir. –Naşir–



[5] Ve bu zamanda bir tefsiri, Risale-i Nur. –Müellif–



[6] Volkan’da “mü’minlerdir”den sonra “kalu beladan beri müntesiptirler” cümlesi,



[7] Yine Volkan’da “cemiyyetin” kelimesiyledir. –Naşir–



[8] Asar-ı Bediiyyenin (Osmanlıca) birinci tabında, Hazret-i Üstadın Nur Risalelerinde derc edipte neşrettirmediği şekliyle tanzim edilmiş dipnotunda izahı verilmiş olmakla beraber tab’ sırasında Volkan Gazetesinin aslı nüshaları elimizde olmadığı için beraber yayınlanmamıştı. Osmanlıca Asar-ı Bediyyenin bu ikinci tab’ında, dercedilmemiş olan Üçüncü ve Dördüncü Vehimleri de beraberce neşrediyoruz. Çünkü Asar-ı Bediiyye eseri, hususiyle Bediüzzaman Hazretlerinin bütün makale ve nutuklarını ilk asılları ile tazammun etmektedir. –Abdülkadir Badıllı–



[9] Bismark ve Mister Karlayl gibilerin malûm beyanatlarına işaret eder.–Müellif–



[10] Volkan’da “o mahzur olan”kelimesiyledir. –Naşir–



[11] Volkan’da “erkek giyse müsteskal olur” ifadesiyledir. –Naşir–



[12] Volkan’da “Bu cemiyyet” şeklindedir.  –Naşir–



[13] Volkan’da “takdis” kelimesiyledir. –Naşir–



[14] Volkan’da “meşrutay-i meşruayı” şeklinde ve



[15] Volkan’da “cemiyyet” kelimesiyledir. –Naşir–



[16] Volkan’da “asıl ittihad-ı Muhammedînin..” şeklinde,



[17] Volkan’da “bir esas-ı metine adem-i istinadı ima ediyor” cümlesiyledir. –Naşir–



[18] Volkan’da “ön cemiyete” kelimesiyledir.



[19] Volkan’da “ve muhafaza-i meşrutâ-i meşruaya ” ifadesi ve



[20] Volkan’da “cemiyetimize” kelimesiyledir.



[21] Volkan’da “cemaat ve ittihad-ı İslâm ve heyet” kelimeleri yerine: “cemiyyet” ifadesi vardır.–Naşir–      



[22] Asar-ı Bediiyyenin Osmanlıca ilk tab’ında şu dokuzuncu vehim mevcud olmadığı gibi; “sen imzanı Bediüzzaman olarak atıyorsun” bölümü de yeri burası değilken yan­lışlıkla derc olunmuştu. –Naşir–