Bediüzzaman’ın vefatından sonra yaşananlar

Bediüzzaman’ın vefatından sonra yaşananlar

Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Abdullah Yeğin ile yaptığımız röportajın 8. bölümü

Röportaj: Abdurrahman Iraz, Mehmet Ali Bulut, İhsan Atasoy, Nurettin Huyut / Risale Haber

Teknik Yönetmen: Abdülkadir Özsoy

 

 

8. BÖLÜM

 

(1. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)

(2. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)

(3. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)

(4. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)


(5. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)

(6. BÖLÜM için TIKLAYINIZ) 

 

(7. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)

 

 

İNNA LİLLAH VE İNNA İLEYHİ RACİUN, ÜSTAD VEFAT ETMİŞ

 

(Abdullah Yeğin Bediüzzaman Said Nursi’nin vefat anlarını anlatıyor…)

Saat dört sıralarıydı sanırım. Sabaha kadar bekledik, sesimizi çıkarmadık. Üstadın vefatını hiç kimseye söylemiyoruz. “İstirahat ediyor” diyoruz, “rahat olun, Üstad rahat” dedik. Bayram vesaire hiç biri bir şey demiyorlar. Susuyorlar. Sabah oldu yine Ütadı ziyaretler başladı. Gelen geliyor biz kimseye diyemiyoruz. Orada iyi tanıdığımız münzevi Mehmet Efendi isminde kurra hafız bir hoca efendi vardı. Osmanlı zamanında imamlık yaparmış, yaşlı bir zat, biz onu ara sıra ziyaret ederdik. Risale-i Nur okurdu, çok severdi Üstadı. Mahmut Hasırcı’yla beraber otele gelmiş. Kapıda karşıladım, “ben Üstadı ziyarete geldim. Bana Üstadı gösterin” dedi. Dedim “Üstadımız rahatsız baygın halde yatıyor hastadır, şimdi olmaz” dedim. “Yok. Ben rahatsız etmeyeceğim. Siz bana kapıyı açın şu mübareğin yüzünü bir göreyim. Buraya kadar gelmişim bir yüzünü gösterin başka bir şey istemiyorum” dedi.

 

 

Sonra orda diğer kardeşler de vardı. Kapıyı açtık şöyle yüzünü gösteriverdik, “İnna Lillah ve İnna ileyhi raciun. Üstad vefat etmiş. Niye söylemiyorsunuz?” dedi. O öyle deyince polisler de duydu. Herkes duydu. Doktor çağırdık geldi, baktı. Doktora dedik ki “Üstad yatıyor, baygındır.” Doktor da anlayamadı ve “Eskiden de böyle oluyorsa öğlene kadar bekleyelim” dedi. Velhasıl öğleye kadar bekledik. Ondan sonra vali miydi emniyet müdürü müydü tam hatırlamıyorum geldi baktı. Artık “gidin” demekten de vazgeçtiler. Vali Şerafettin isminde bir zattı, Üstada hürmet eden, cenaze namazında da bulunmuştu. Menderes merhum haber göndermiş demiş ki “Üstad vefat etmiş istedikleri gibi merasim yapsınlar, yardımcı olun sen de git demiş.” Valiyi göndermiş. Yani bunlar hep yardımcı olarak.

 

ÜSTAD MEZARIM GİZLİ OLACAK DEMİŞ, SİZ NİYE AÇIK MEZARA KOYUYORSUNUZ

 

Türkiye’nin her tarafından geliyorlar istişare ediyoruz, bize soruyorlar, “Üstad mezarım gizli olacak demiş, siz niye açık mezara koyuyorsunuz” diyorlar.

Abdulkadir Saraç vardı, “Üstadın mezarı nerede olacak” diye tartışırken “Üstadın mezarı dergâhta. Oraya mezar yapılmış” dedi. Şeyhmus isminde bir şeyh vardı, Nakşî Şeyhi o zat rüyasında İbrahim Peygamberi (AS) görmüş ona “camiyi tamir et demişler” o da cemaatle beraber bir cemiyet kurmuş, Dergâh camisini tamir ettirmiş. Tamir ettirirken kubbeli iki yer yaptırmış, iki oda görmüşsünüzdür. Demişler “bu kubbeli yeri sen kendin için mi yapıyorsun? Türbe olacak gibi bir yer.” “Yok, buranın sahibi gelecek” demiş. O şeyh Müslim. “Buranın sahibi gelecek” demiş işte o, Abdulkadir Saraç da orayı kastederek “Üstadın yeri belli. İşte o yerdir, orası yapılmış hazır” dedi.

 

 

Orası deyince orada mezar kazınmaya başlandı. O mezarın kazıldığı yerin ilerisine cami yapıldı. Orada Üstadı yıkadılar. Başta Molla Hamit diye bir zat vardı, Arapça dersi verirdi, işte oranın imamı, Dergah camisinin imamı, bir de Elazığ’dan gelmiş, Hacı Ömer vaiz, gezici vaiz o da gelmiş ordaydı. İşte onlar hep orda toplanmışlar Üstadı yıkıyorlar. Hep beraber biz de yardım ettik su döktük.

 

ÜSTADIN VEFAT ETTİĞİNİ BİLİYORUZ DA CANLI GİBİ PEK BİR FARK ETMEDİM

 

Yıkanırken bizzat gördünüz yüzünü. Hatırlıyor musunuz?

 

Evet, evet hatırlıyorum. Eski hali gibi gözleri açık gibi, aynı bildiğimiz Üstad. Vefat etmiş gibi değil vefat ettiğini biliyoruz da canlı gibi pek bir fark etmedim. Zübeyir abi Molla Hamid Efendiye haber göndermiş, Üstad Şafii olduğu için, “Üstadı o yıkasın” diye. Molla Hamit de itikaftaymış, demiş “ben itikaftayım itikafım bozulur mu” diye istihareye yatmış, rüyasında Üstad kendisini görmüş, demiş ki “Mülteka kitabının filan sayfasını aç bak.” Oraya bakmış, “itikafta olan cenazeye giderse, cenazeyi yıkarsa itikafı bozulmaz” fetvasını görmüş. Uyanınca doğru gidip o kitaba tekrar bakmış hakikaten doğru. Onun üzerine gelmiş. Başkasından duydum hatırayı kendisinden sormadım.

Molla Hamid Efendi Üstadı çok severdi, Cevşen okurdu, Risale-i Nur okurdu, dinlerdi. “Şeyh Seyda” diye bir zat var, onun müridiydi.

 

O GECE HATİMLER İNDİRİLDİ ULU CAMİNİN BİR KÖŞESİNDE, DUALAR EDİLDİ

 

Şeyh Seyda Cizre’de değil mi?

 

Evet, Cizre’de olabilir. İşte onun müridiydi, devamlı bu Seyda’ya mektup yazardı Molla Hamid Efendi. Devamlı o da Üstada selam gönderirdi. Bizlere selam gönderirdi. Selamlaşırdık çok muhterem bir zatmış. Onlar o gün yıkadılar.

 

 

O gün çarşambaydı. Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece yıkanmış ve kefenlenmiş olarak Ulu Caminin avlusuna getirdik. Millet hep iştirak ediyor, yardım ediyor. Biz mümkün mertebe Üstadın hemen kaldırılmasını istemiyoruz, bekletiyoruz, kardeşlerin, arkadaşların gelmesini bekliyoruz. Bir kısım arkadaşlar uzak yerlerden telefon ediyorlar “geleceğiz, bekletin” diyorlar. “Cenaze namazına yetişelim” istiyorlar. Onlar da acele ediyorlar böyle bir karmaşa var. Velhasıl o gece hatimler indirildi Ulu Caminin bir köşesinde, dualar edildi herkes geldi her taraftan gelenler vardı. Toplandı insanlar, gazeteciler vardı devletin adamları vardı, çok insan geldi o zaman toplandılar. Biz bekletmekten yanayız. Bir sonraki gün Vali Bey geldi.

 

ULU CAMİ ÖNÜNDE CENAZE NAMAZI KILINDI

 

Üstad yıkandığı, kefenlendiği zaman her hangi bir olay yaşandı mı?

 

Ben bir şey hatırlamıyorum. Vali bey geldi. Mehmet Kayalar vardı Diyarbakır’dan, Vali ile konuştu, münakaşa eder gibi. Vali bey, “fazla bekletilirse mevsim yaz, havalar sıcak, kokuşma falan olur, fazla bekletmeyelim” dedi. Mehmet Kayalar dedi ki “o öyle bir zattır ki ona hiçbir şey olmaz.” Methetti. Valiyi tersledi. “Sen ne karışıyorsun der” gibi. Çok sertti, asker menşeli olduğu için o böyle yüksek sesle konuşurdu.

Netice bekledi, beklettik Perşembe günü sabahleyin mi öğle vakti mi tam hatırlamıyorum. Baktık dediler “Ulu cami önünde cenaze namazı kılındı” ben cenaze namazını kim kıldırdı hala bilmiyorum. Soruyorum herkes başkasını söylüyor, Ya Molla Hamid Efendi mi, Ömer Efendi mi, vaiz mi? Kim kıldırdı daha bilmiyorum bilen vardır muhakkak. O zaman telaşlıyım sağa sola koşturuyorum. Bir şeyler araştırıyorduk, misafirleri yönlendiriyordum. Misafirleri aç bırakmamak için Urfalılar o zaman caminin avlusuna kazanlar koydular, yemekler yaptılar, kimseyi aç bırakmayacak şekilde, çok misafirperverler Urfalılar. Velhasıl çok hürmet ettiler, hizmet ettiler Allah razı olsun. Dershanede konuşuyoruz, Mehmet Kayalar, Ceylan Çalışkan, Tahiri abi Üstadın eski talebeleri… İşte kim geldiyse.

 

 

BUNDAN SONRA KİM İDARE EDECEK NURCULARI?

 

Hulusi abi de var mıydı?

 

Hulusi abi sonradan geldi. “Bundan sonra kim idare edecek Nurcuları” diye Mehmet Kayalar böyle bir söz attı. Dedi ki “biz şarkı hallettik, iş garpta” dedi. Batıda da birleşin bir cemaat gibi olun ve “ben burada reisim” der gibi konuşuyordu. Ceylan oradan söze karıştı, “şimdi, bizim mesleğimizde şahıs yok, ferdiyet yok, biz şahs-ı maneviyiz, cemaati, istişare idare eder. İstişare ile bundan sonra cemaat idare edilir” dedi.

 

Sonra mezar konusu gündeme geldi. Bize sordular, “Üstad mezarının gizli olmasını istemiş vasiyet etmiş siz aşikâre yapıyorsunuz.” Biz dedik ki “Üstad ihlâsından öyle söyler. Üstad teşhiri sevmiyor, herkes tarafından bilinmek istemiyor. Elbette bu söylediklerinin bir hikmeti vardır.” Yani o şekilde cevap verdik. Hulusi abiye sormuşlar başka zaman, demiş “bekleyin muhakkak bir hikmeti vardır çıkar” demiş. Velhasıl böyle çok münakaşalar, konuşmalar oldu. Tabi üzerinden çok zaman geçti ben bu konuşmaların çoğunu unuttum zaten. İşte hayal meyal hatırımda kalanları söylüyorum.

 

MEZARA KARŞI YAPILAN YANLIŞLAR

 

O sıralarda çok değişik insanların geldiğini ve bir takım yeşil kuşların cenazenin üzerinde gezdiğini, Halilürrahmana konduğunu söylüyorlar. Siz böyle bir şey fark ettiniz mi?

 

Ben sonradan duydum farkında değildim. Telaşeden hiç öyle bir şey hatırlamıyorum. Sonradan böyle çok şey söyleyenler oldu. Şimdi Üstadın mezarı oradayken oradayız bekliyoruz. Üstad mezara konuldu, onu söyleyeceğim; Geliyorlar Üstadın mezarı üstüne bir kilo şeker koyuyorlar. Üstadın mezarı topraktı henüz taştan yapılmamıştı. Birisi geliyor bir şişe su koyuyor. Götürüyor o suyu hastasına içiriyor. Şekeri götürüp şerbet yapıyor hastasına içiriyormuş. Sonra bazıları geliyor mezarın üstündeki toprağı cebine koyuyor. Mezarın üzerinde toprak kalmıyor. Biz söylüyoruz “böyle yapmayın” kimse bizi dinlemiyor. Polisler, askerler nöbet bekliyor. Biz de ordayız. “Yav tapıyorlar” polisler öyle diyor. Bazıları Şafii. Şafii mezhebine göre altı ay içinde mezara karşı namaz kılınırmış. Köylerden geliyorlar cenaze namazı kılıyorlar, mezara karşı. Böyle şey görmemişiz. Polisler o kılınan cenaze namazını sanıyorlar ki Üstada tapıyorlar.

 

 

27 MAYIS’TAN SONRA “BURADA KİMSE KALMASIN” DEDİLER

 

Yani bunları ne için söylüyorum; Üstadımızın “benim mezarım gizli olacak” demesi dört ay evvel bize mektup yazarak “benim mezarım açık olmayacak” demesi, kardeşine Konya’da söylemesi, bu hususta mektup da var. Emirdağ lahikasında o mektup var. Yani biz o manzarayı gördükten sonra mezarı demir parmaklıklarla örttük, kapısını da kilitledik. Anahtarı da cebimize koyduk. Ama insanlarla baş etmek mümkün değildi. Bu defa başka şeyler yapıyorlardı. Toprağını alamıyorlardı ama dediğim şeyleri yapıyorlardı.

Bu defa Polisler geldi dediler ki “siz buradan gideceksiniz.” “Niye” dedik. “Vali Beyin emri” dediler. Üstadın mezarı definden sonra yapıldı, her şey tamam. Ondan sonra bize dediler ki “siz burada durmayacaksınız.” Yukarıdan emir mi geldi, ne oldu bilmiyorum. Benle Zübeyir abi kalmıştık Urfa’da. Dediler “Vali emrediyor buradan gideceksiniz.” 27 Mayıs’tan sonra bunu söylediler. “Burada kimse kalmasın” dediler. Biz oradan gittik. İkimiz de memleketimize gittik. Zübeyir abi Konya’ya gitti, ben de Kastamonu Araç'a gittim.

 

BAKTIM O BENİ TAKİP EDEN POLİS KARŞIMA ÇIKTI

 

 

Bir kaç gün geçtikten sonra birisi Cumhuriyet Gazetesi verdi bana; “Said Nursi'nin mezarı yıkıldı, cesedi meçhul bir semte götürüldü” haberi var. Ben onu görünce dedim “Üstadın kerameti çıktı.” Üstad mezarım gizli olacak diyor ya. Nereye götürüldüğü belli değil. 111 gün geçti ondan sonrasını anlatıyorum. Üstad mezardan çıkarılıp götürüldüğünde ben takvime bakmıştım tam 111 gün ediyordu. 

Onun üzerine kendi kendime dedim ki “bana Üstad sen Urfa’dan ayrılma. Senin vazifen Urfa’da” demişti. “Oysa ben buraya geldim. Sadakatsizlik oluyor. Gizli gideyim. Hiç olmasa Urfa’da bir müddet kalayım” dedim.

 

Bir otobüsle gittim gece Urfa’ya vardım. Bir tanıdığın evinde 20 gün kadar kaldık. Bekliyorum, gelen giden oluyor, gizli kalıyoruz. Dedim bundan sonra bu kadar zaman geçti Üstadın mezarını da kaldırdılar. “Ne olacak dışarı çıkayım.” Çıktım hemen baktım o beni takip eden polis karşıma çıktı, 15-20 adım gittim baktım karşımda polis. Benim orda olduğumun farkına varmışlar demek. “Sen ne geziyorsun burada” dedi. “Gezmek yasak mı? Ne var ne olmuş?” dedim. Hemen beni aldı karakola götürdü, Valiye haber verdiler. İşte “burada durması yasak olan Abdullah Yeğin gelmiş.” O da demiş “askeri ceza evine hapsedin.” O zaman Valiler değişmişti asker Vali atanmıştı. Bir ay askeri cezaevinde hapsettiler. Sade beni hapsetseler neyse, yaşlı bir zat vardı Halil Babe derlerdi. Bizimle çok alakadardı, Üstadı çok severdi. Risale-i Nuru okurdu, tüccar bir zat, onu da hapsettiler. Demişler “bunları himaye ediyor” onu da benimle beraber hapsettiler, ikimiz beraber bir ay kaldık.

 

ŞİMDİ SİZ GİDİN, ZAMAN DEĞİŞİP, ORTALIK DÜZELİNCE GELİRSİNİZ

 

Evinde kaldığınız zat mıydı?

 

Hayır, başka bir zat, onu eskiden beri tanıyoruz, evlenmemiş, kardeşi vefat etmiş olduğundan kardeşinin çocuklarına bakıyor, bekâr bir zat, fakat çok takva İstanbul’da da akrabaları var, çarşıda manifaturacılık yapıyor, o da bizimle beraber hapsoldu. Bir ay hapsolduktan sonra, çıkardılar. Polisler yine geldiler “gideceksin” dediler. “Biz ne yapmışız biz vatandaş değil miyiz?” diye itiraz ettik. “Yok gideceksiniz. Vali beyin emri var eğer gitmezlerse yine hapsedin” dediler. İstişare ettik, istişarede dediler “şimdi siz gidin, sonra zaman değişip, ortalık düzelince gelirsiniz.”

 

İlk gidişimiz şöyle olmuştu. Bize gidin dedikleri zaman 27 Mayıs’tan sonra 15-20 kişi Jandarma karakolunda topladılar, o zaman bizim ifademizi aldılar. Meşhur şahısları Sivas’ta topladılar kampta. Mehmet Kayalar oraya gitti. Biz Urfa’da iken bir Üsteğmen vardı ifademizi alan Akif üsteğmene dedik ki, “bizim buradan gitmemizi istiyorlar.” Daha Zübeyir abi gitmeden, daha ilk defa… Üsteğmen, “bunlar askerdir, bunlar emir verir askerler yapar bir şey diyemiyoruz, şimdi gidin sonra ortalık düzelince gelirsiniz” dedi. 27 Mayıs’tan sonra asker olduğuna göre, her yere asker bakıyor artık, ifademizi aldıktan sonra “ben sizin kitaplarınıza baktım ifadeleriniz hiç bir suç teşkil etmiyor, siyasiler bunu abartıyorlar. Bu kitaplarda bir suç yok. Ben iade edeceğim kitapları” dedi. Teypler var, camide ders okutuyorduk. Ne varsa iade ettiler, Üsteğmenin sözüne itimat ettik, “madem öyle gidiverelim” dedik. Oradan çıktık herkes gitti memleketine. Ben gitmedim. Daha doğrusu ben geri geldim. Zübeyir abi yoktu o zaman. Gizlice dönüp gelmiştim ondan sonra beni tekrar gönderdiler. İşte o gittiğim, tekrar gönderdikleri zaman ben dedim “nereye gideceğiz.” Dediler, “nereye gidersen git yeter ki Urfa’dan git.” Dedim, “en yakın neresidir?” Gaziantep. Oraya gittim.

(Devam edecek)