Bediüzzaman'ın siyasetten beklentisi asgaridir

Bediüzzaman'ın siyasetten beklentisi asgaridir

“Risale-i Nur ve siyaset” ilişkisini uzmanlara sorduk. 18. konuğumuz Prof. Dr. Bünyamin Duran

Ropörtaj:Hüseyin Tuna-Risale Haber

“Risale-i Nur ve siyaset” ilişkisini uzmanlara sorduk. 18. konuğumuz Prof. Dr. Bünyamin Duran

BEDİÜZZAMAN ÇOK ÖNEMLİ BİR SOSYO-POLİTİK PROJE TASARLAR

Risale-i Nur'a göre Demokratlık nedir?

Bildiğim kadarıyla Bediüzzaman demokrasi kelimesini hiç kullanmaz. O demokrasi anlamında ‘meşrutiyet-i meşrua’ kavramını kullanır. Bu kavramı ise İkinci Meşrutiyet’ten (1908) sonra kullanmaya başlar. ‘Meşrutiyet-i meşrua’ anayasal demokrasi anlamını taşır. O günkü şartlarda doğal olarak bu demokratik monarşi demektir. Yani içerisinde padişahlığı da barındıran, fakat padişahın yetki ve sorumluluklarını anayasa ve yasalarla belirleyip sınırlandıran bir demokratik model. Bugünkü İngiltere, Hollanda gibi demokratik fakat cumhuriyet değil. 

Bu kavramla Bediüzzaman çok önemli bir sosyo-politik proje tasarlar. Bu proje sadece politik bir içerik taşımaz, aynı zamanda ekonomik, dini, kültürel, ahlaki, hatta felsefi içerikler de taşır. Bediüzzaman ‘meşrutiyet-i meşrua’ kavramına negatif ve pozitif içerikler yükler. Negatif içerik olarak ona göre meşrutiyet-i meşru;
a-politikada; her türlü keyfi yönetim, baskıcı ve otoriter karar ve davranış ve her türlühukuk dışılıktan,
b-ekonomide; kaynakların akıl ve hikmet dışı kullanılmasından; amiriyet ve memuriyet gibi üretici ve verimli olmayan sektörlere  rağbet etmekten,
c-sosyal hayatta; baskıcı ve ayrıştırıcı kültürel dayatmalardan,
d-dini alanda; dinsel istibdattan, kişi ya da belli zaman ve mekan için ‘hak’ olan içtihadı mekan ve zamanlar üstüymüş gibi görüp herkese dayatmaktan; dini metinlerin yorumlanmasında zamanın yorumuna itiraz etmekten uzaklaşmayı ifade eder.

Pozitif içerik olarak meşrutiyet-i meşrua;  toplumsal eğilimleri, efkar-ı ammeyi, toplumsal maslahatı esas alır. Kaynağı şeriat ve İslami gelenektir.  Politikada; toplumsal katılımı, açık, engelsiz ve baskısız müzakere ve istişareyi; müzakereye din ve mezhep ayırımı yapmadan en geniş katılımı sağlamayı; çok kültür ve çok dinliliğe dayanan bir toplumsal barış ve kardeşliği; azınlıklarla yapıcı diyalog ve yardımlaşmayı ve onların hukukunun güvence altına almayı; ekonomide; tarım, sanayi gibi verimli sektörleri canlandırmayı; modern teknolojileri kullanmayı; dünyanın dört bir yanına yayılmış azınlık mensuplarından (özellikle Ermenilerden) yabancı teknolojileri ülkeye transfer etmede azami ölçüde yararlanmayı; bu alanda Batı toplumlarını geçmeyi hedeflemeyi; onların trenle gittiği yerlere bizim balonlarla gitmemizi; hulasa bu zamanda İ’la-i kelimetullah’ın maddeten terakkiyle olabileceği gerçeğini anlamayı içerir.

BEDİÜZZAMAN’IN ÖN GÖRDÜĞÜ ÇAPTA BİR DEMOKRAT KUŞAĞI HENÜZ YETİŞMEMİŞTİR

Buna göre ‘demokrat’ kavramı biri geniş diğeri dar anlamda olmak üzere iki anlam kazanmaktadır. Geniş anlamda demokrat yukarıda verilen ilkeleri benimseyen, hayatında içselleştiren, bir ideal olarak görüp hayata geçirmeye çalışan politik kişi demektir. Bediüzzaman’ın ön gördüğü bu çapta bir demokrat kuşağı henüz yetişmemiştir. Dar anlamda ‘demokrat’ ise yukarıdaki ilkelerin hepsini değil, ancak belli başlılarını benimseyen, yani en azından yönetimlerin vatandaşın seçimiyle el değiştirmesini benimseyen, toplumsal eğilimlere önem veren, hukukun üstünlüğünü savunan, her türlü otoriterliğe karşı olan kimse demektir. 

Bediüzzaman Demokrat Parti ekibini bu dar anlamdaki demokrat kişiler kategorisinde değerlendirmiştir. Demokrat Partililerin demokratlığı nisbi demokratlıktır. Yani rakipleri olan CHP’lilere göre demokrattırlar. CHP’lilerin toplumun politik ve kültürel değerlerine karşı savaşması karşısında DP’liler o değerleri savunma pozisyonunda olmuşlardır. Bunların çoğu seküler bir hayat tarzını benimsemiş kişilerdir. Zaten bunların önde gelenleri CHP’de politika yapmış ve daha sonra CHP’den ayrılmışlardır. Zaten Bediüzzaman da sık sık “dindar demokratlar” diye söz etmektedir, hatta içlerinde dinsiz ve masonların olduğunu söyler. Bu nedenle bunları geniş anlamda demokrat olarak görmek mümkün değildir. 

‘AHRARLIK’ ZATİ BİR ÖZELLİK MİDİR YOKSA VASFİ BİR SIFAT MIDIR?

Risale-i Nur'a göre Ahrarlık nedir?

Bu zaviyeden bakıldığında Ahrarlar’ı da yukarıdaki kıstaslarla değerlendirebiliriz.  Bir kere kategorik olarak Ahrar diyebileceğimiz belli bir kast, bir sınıf, bir kabile, bir parti, bir cemaat yoktur, olamaz da. Böyle bir kabul Bediüzzaman’ın hikmetiyle ve aklıyla bağdaşmaz. O zaman Ahrar belli politik inanç, tutum ve davranış vasıflarına sahip bulunan kişi ya da kişiler demektir.  Bu vasıflar kabile, sınıf,  hatta dini aidiyetten bağımsızdır. Belli bir kabilenin fertlerine toptan ahrar diyemeyeceğimiz gibi otoriter de diyemeyiz. Çünkü o kabilenin bazı fertleri ahrar olabileceği gibi bazıları da otoriter olabilir. Nitekim aynı kabile reisinin bir oğlu demokrasiyi önceleyen partide milletvekili olabilirken diğer oğlu otoriterliği savunan partide olabilmektedir. Aynı şey zengin ve fakir sınıfları için de geçerlidir.

Bu özelliklere sahip hürriyetçi insanlar her zaman bulunmuş ve zaman zaman güçlü politik partilerde toplanmışlardır. Bediüzzaman zamanında Demokrat Parti genellikle hürriyetçi politikacıların ve seçmenlerin partisi idi. Bu nedenle Bediüzzaman onları Osmanlıların son dönemindeki hürriyetçilerin devamı olarak görüp ahrarlar olarak tavsif etmiştir.

Bediüzzaman’ın tavsifi bağlamında genel olarak Nur talebeleri arasında Demokrat Partililerin ahrar olduğunda ihtilaf yoktur, ihtilaf Bediüzzaman’ın vefatından sonra ortaya çıkan partilerin ahrar geleneğine bağlı olup olmadığındadır.

Burada konuyu netleştirmek için bazı sorulara cevap arayalım. Acaba Bediüzzaman’ın ‘ahrarlık’kavramı zati bir özellik (cevher) midir yoksa vasfi bir sıfat mıdır? Şayet zati bir özellik ise bu özellik gelecek nesillere de geçebilen bir özellik midir (Ehl-i Beyte mensup olmak gibi), yoksa sadece o nesille sınırlı (Sahabe olmak gibi) bir özellik midir? Şayet o özellik zati ise bu durumda ahrarlık sadece Demokrat Partililere mahsus bir şey olarak kalacak ve onların vefatlarıyla bitmiş olacaktır.  Babadan oğula geçen bir özellik olması durumunda da Demokrat Partililerin çocukları ve onların nesilleri irsi olarak ahrar olacaklar ve ahrar kalacaklardır. Ancak bu durumda Aydın Menderes’i nereye koyacağız? Kendisi rahmetli Menderes’in oğlu olması hasebiyle ahrar, fakat bazı Nur Talebelerince ahrar kabul edilmeyen başka bir partiden milletvekili olduğu için ahrar değil.  Sıkıntılı bir durum!

Bediüzzaman gibi bir hikmet abidesinin ahrarlığı zati bir özellik olarak görmesi düşünülemez. Ona göre ahrarlık bazı vasıflarla muttasıf olmadır ve bu vasıfları taşıyan herkes ahrar olma kategorisine girer.

BEDİÜZZAMAN, DEMOKRAT PARTİ’DEN BEKLENTİSİNİ ASGARİ DÜZEYDE TUTMUŞTUR

Demokrat Partisi’nin genel özelliklerinden hareketle ‘ahrarlık’ın vasıflarını şöyle sayabiliriz: hürriyetçi olmak, yani Kemalist ve militarist vesayetten devlet kurumlarını arındırarak toplumun öz enerjisine güvenmek ve onları yönetime katmak; toplumun ekseriyetinin benimsediği bir siyasi hareket olmak; İslami Şeaire taraftar olmak, yani ezanın Arapça okunmasına, camilerin, türbelerin bakım ve onarımına özen göstermek, kamu alanında hanımların İslami tesettürüne müsaade etmek; toplumun değerleriyle ters düşecek politikalardan kaçınmak; din eğitimi veren okulların açılması ve devamına önem vermek; sivil toplumun yürüttüğü İslami hizmetlere engel olmamak; İslam dünyasıyla ekonomik, politik, askeri ve kültürel bağları güçlendirmeye çalışmak; ekonomik ve teknolojik gelişmeye önem vermek…

Bediüzzaman, realist bir âlim olarak Demokrat Parti’den beklentisini asgari düzeyde tutmuştur. O, Ahrarların iktidar olduğu ama muktedir olamadıklarının bilinci içindedir. Halkçılar ve ırkçıların el ele verip dindar ahrarlara büyük zararlar vereceği endişesini taşımaktadır. Nitekim zaman onun bu endişede ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.

BEDİÜZZAMAN’IN AHLAK VE İHLASA GÜÇLÜ BİR ÇAĞRISI

Risale-i Nur'a göre siyaset nedir ve nerede durulmalıdır?

Bediüzzaman Risale-i Nur’un Cenab-ı Hak’ın Hakim ismine mazhar olduğunu söyler. Hikmet, ifrat ve tefritten kaçınmayı gerektirir. Nur Talebesi, iman hizmetinin kainatın en önemli meselesi olduğunu dikkate alarak siyasete önemi kadar yaklaşır. Yani hayatında ‘Şeytan ve Siyaset’ten Allah’a sığınarak yaşar. Bu sığınmanın biri stratejik ve mesleki, diğeri psikolojik ve ahlaki iki boyutunun olduğunu bilir. Birinci boyut, kurulu otoriter düzene karşı silahlı isyana kalkışma anlamındaki siyasetten kaçınmadır. Böyle bir siyaseti ‘şefkat-i İmaniyye’ ve ‘hizmet-i Kuraniyye’ yasaklamaktadır. Çünkü bu tip siyasete katılmada sınırsız kan dökülme tehlikesi vardır; dökülecek kan da zalimlerin değil büyük ölçüde her iki taraftaki masumların kanı olacaktır. Bediüzzaman’ın bu içtihad ve stratejisi günümüzdeki ‘Arap Baharı’ olaylarıyla doğrulanmıştır.

İkinci boyut ise kişinin ahlakı ve ihlası ile ilgilidir. Ahlak ve ihlas iyi ve olumlu hareket ve fiillerin kimden gelirse gelsin benimsenmesini gerektirir. Ahlak ve ihlaslı kişi siyasi muhalifinde gördüğü olumlu bir fiili alkışlar ve kabullenir. Aynı şekilde kendi partisine mensup birinde gördüğü olumsuz bir davranışı da reddeder.
Ancak mevcut siyaset ahlak ve ihlas ilkelerini devre dışı bıraktığı için şeytanla eş tutulmuştur. Bediüzzaman’ın siyaseti bu şekilde ele alınmasını ahlak ve ihlasa güçlü bir çağrı olarak görülmelidir.

www.RisaleHaber.com