Bediüzzaman’ın ilk risaleleri formül gibi

Bediüzzaman’ın ilk risaleleri formül gibi

Risale-i Nur ve tasavvuf konusunda uzman olan Muhsin Demirel sorularımızı cevapladı

Röportaj: Dursun Sivri-Risale Haber

II. BÖLÜM:

RİSALE-İ NUR’UN ÖZÜNDE BUNLAR MÜNDEMİÇ

Müşterek bir proje bağlamında aslında ritüelin tanımlanması, kategorize edilmesi, bilginin test edilmesi, hayata geçirilmesi, sistematik tanımlanmasına ihtiyaç yok mu?

Var… Bu husus, bilmek, mukayese edebilmektir.
Biz, Risale-i Nur’u bu şekliyle biliyoruz da tasavvuf dünyasını bilmiyoruz. Bunun adabı, erkânı, ritüeli, şeyhe bağlılığı, oradaki mertebeler, fena fişşeyh, fena firresul, fena fillah, beka billâh; şeriattan tarikata, tarikattan marifete, marifetten muhabbete geçmenin mertebeleri vs. nasıl yapılıyor?
Muhiddin-i Arabî ne yapmış? Ebu’l Hasen-i Şazeli ne yapmış? Şah-ı Nakşibendî ne demiş? vs… Bunlar dev gibi adamlar, tabiri hoş görülürse.. Bizim bu dünyadan haberimiz olmadığı için bunları kategorik olarak yapamıyoruz. Mesela bunların hangisi gelmiş? Hangisi almış? Ne almış? Nasıl almış? Ne yapmış? Bunları bilemiyoruz. Motor, motor da yanma oluyor biliyor musun? Düz bir hareket. Bunu tekere dönüştüren mekanizmalar nasıl bir mekanizmadır? Neticede motorun içerisinde silindirin içinde pistonlar yukarıdan aşağıya inip çıkıyor.

Bu, bir mühendislik bilgisi istiyor. Şimdi sen bu ilmi bilmezsen, bunu yapamazsın. Bizim elimizde o bilgiler yoktur. Bu gibi konularla uğraşan insanları da esgarib-i cemaat ediyor adam. Bu da ayrı bir konu ama Risale-i Nur’un özünde bunlar mündemiç.

Ülfet peyda ettiğinden dolayı o satır aralarında mündemiç olanı mânâları göremiyoruz denilebilir mi?

Bu ilimleri bilsen görürsün. Yazdığı bir kelime veya bir kavramın nereye atıf olduğunu şak diye biliyorsun.

Yine başa dönecek olursak. Kalp noktasındaki bir alanın bir boşluğu olduğu noktasındaki görüşe ne diyorsunuz?

Doğru söylüyorsun. Benim anlattığım senin dediğinden daha kapsamlı bir şey.

KALP NOKTASINDA BOŞLUK VAR

O alanda bir boşluk var. O boşluğu doldurma noktasındaki bir proje çalışmasına ihtiyaç yok mu?

Sadece kalp noktası değil daha başka bir sürü boşluklar var. Sadece kalp olsa kabul.
Ruh boyutu var, daha başka boşluklar var. Şimdi burada bahsettiğimiz afakî ve enfüsi seyr-i sülûk var. Bunları bilmeden bu işi yapamazsın. Üstad’ın hayatı içerisinde ele alalım. Birincisi; İstanbul’a gelmesi. O zamana kadar bütün ilimleri öğreniyor.

ÜSTAD HAZRETLERİNİN İLK DÖNEMLERDEKİ RİSALELER FORMÜL GİBİ

Zaten o zaman 30’lu yaşlarında…

muhsin_demirel4.jpgEvet, 27-28 yaşlarında var. İstanbul’a geliyor. 1914’e kadar bazı eserler telif ediyor. İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi’ni telif ediyor. Münazarat’ı telif ediyor. Muhakemat’ı telif ediyor. 1913 yılında Talikat’ı ve Kızıl İcaz’ı telif ediyor. 1911 yılında Hutbe-i Şamiye’yi telif ediyor. 1914 yılında da İşarat-ül İ’caz-ı telif ediyor. Esarete gidiyor. Esaretten geldikten sonra 1918 hatta 1919 ile 1922 yılları arasında Rumuz, İşarat, Sünuhat, Şuarat, Lemaat, Tuluat ve Mesnevi Nuriye’nin içerisinde bulunan on kadar risaleyi; Nokta, Lemalar, Lasiyyemalar, Reşhalar, Hubab, Şeme, Zerre vs. onları telif ediyor. Onların hepsi küçük risaleler halinde telif edilmiş.

Mutavassıt dönemi, bunları telif ediyor. Bunların bir kısmı, bu zamanda telif ettiği Eski Said Dönem Eserleri’dir. Mesnevi Nuriye’deki Nokta risalesi hariç diğerleri Yeni Said’in ilk eserleridir. İlk eseri de Katre Risalesi’dir. 1925’ten sonra, 25’te Burdur’da Nur’un İlk Kapısı ondan sonra da vefatına kadar Risale-i Nur ve bunlara bağlı olarak lahikaları neşrediyor.

Üstad Hazretlerinin ilk dönemlerde neşretmiş olduğu risaleler, İşarat-ül i’caz hariç, diğer risaleler formül gibi. Orada bir cümlede bahsettiği mevzu; mutavassıt dönemde bir paragrafta veya bir i’lemde veya yarım sayfada bilemedin bir sayfada onu açmış. Arkasından onların içerisinde önemli gördüklerini bilahare telif ettiği Risale-i Nurlar’da beş, on, yirmi sayfalık bir eser olarak açmış. Bu, Üstad’ın hayatında hep var. Münacat Risalesi’nde var. Münacat Risalesi İmam Ali’nin bir münacatının açılımıdır. Yeni Said’in ilk eseri olan Mesnevi’nin başında diyor ki “Bu Mesnevi Nuriye, turukû hafiye misullü enfüsi seyr-i sülûkum. Onun bahçesi Risale-i Nur enfüsi özellikleri taşımakla birlikte esas afakî seyr-i süluk” diyor.

ÇETİN BİR İŞ, HER BABAYİĞİDİN YAPACAĞI BİR İŞ DEĞİL

Nedir bu enfüsi ve afakî seyr-i süluk?

Enfüsi, insanın nefsinden ve latifelerinden başlayan keyfiyet. Âfaki, harici âlemden başlayan keyfiyet. Mesnevi Nuriye’de bir paragraf var diyor ki “enfüsi tefekkürü yapmadan afaka çıktığın zaman zihin dağılır.”

Boğulursun, diyor.

Boğulursun. Onun için Mesnevi Nuriye’de derc edilen hakaikle daha sonradan Risale-i Nur’da bu açıdan veya Mesnevi Nuriye bütün olarak bu açıdan mukayese edilmesi lazım. Bu çok çetin bir iş, her babayiğidin yapacağı bir iş değil.

ÜSTAD’IN ZİHNİ NASIL ŞEKİLLENİYOR?

Asliyet çalışması.

Evet. Yani şimdi bu Katre Risalesi’ne baktığınız zaman “elli beş lisanla kâinattaki her şey Cenab-ı Hakk’ın tevhidini ifade eder” diyor. Ayet-el Kübra’ya baktığımız zaman orada da aynı şeyi anlatıyor. Yirmi Dokuzuncu Arabî Lema ile Ayet-el Kübra’yı mukayese etmek lazım. Odan evvel Ayet-el Kübra Kastamonu’dadır. Ondan evvel yazmış olduğu Sözler’de, ki 1930’dan önce yazılmıştır. Sözler’in tamamı, Yirmi İkinci Söz ile Otuz Üçüncü Söz, ikisi toplamı nedir? 22+30 = 55 al sana. Üstad’ın zihni nasıl şekilleniyor? Bu bilgiyi nasıl alıyor? Nasıl ufku açılıyor? Bu macera çok önemli…

Bir de o günün konjonktürünü de dikkate alıyor diyebilir miyiz?

Tabii ki alıyor, ya da aldırılıyor. Senin dediğin şey işin giriş noktası. Ben daha geniş kapsamlı bir şey anlatıyorum. Sadece o değil nelerin nelerin ele alınması lazım.
Bunları bilmeden bugün mesela kalp meselesi. Kalp ile ilgili Risale-i Nur’da geçen ne kadar şey varsa; bilgisayarda kalp yaz ne çıkarsa çıksın. Onları al, alt alta üst üste diz. Bunu kalp ile ilgili gör. Böyle bir şey yok yani.

ESASINDA ESMANIN TECELLİSİ BU

O cerrahi kalbe benziyor şimdi.

Sadece o değil ki. Şimdi şuraya geliyoruz; İnsan ve kâinat. İnsan, kâinatın misali musağğarı; kâinat, insan-ı kübra. Yani insana verilen özellikler, latifeler, kabiliyetler, hususiyetler vs. kâinatta olan biten ne varsa hepsini anlayabilecek, hepsini kavramlaştırabilecek, hepsi üzerinde düşünebilecek, hepsini bilebilecek, hepsini tasnif edebilecek, hepsinden istifade edebilecek, hepsini dönüştürebilecek, hepsini üretebilecek bir özelliği var insanın. Kâinatta ne varsa insanı ilgilendiriyor.

Bilmem kaç metreye sondayı vurduktan sonra petrolü çıkarıyor. Petrolü çıkardıktan sonra nasıl kullanacak? Onu da düşünüyor, rafineri vs yapıyor. Ondan sonra çıkan ürünü nasıl kullanacak? İşte bu telefon, petrol ürünü. Yürüdüğün asfalt, petrol ürünü. Asfaltta yürüyen lastik petrol ürünü vs. insanoğlu bunları düşünebiliyor.

Bu, aynı bilgisayarla kâinat arasındaki münasebet gibi. İnsanoğluna bütün bunları anlayabilecek, kavrayabilecek, dönüştürebilecek, kullanabilecek ne kadar program varsa hepsi yüklenmiş. Bunla ilgili bir program yüklenmişse onu kullanıyorsun, indiriyorsun, çarpıyorsun, dinliyorsun vs. Ama bir program yüklenmemişse anlamaz diyor. Bu itibarla insanoğlu kâinatta ne kadar ürün varsa ağaçtan gökyüzüne, yıldızdan hayvana, mahlûkattan bitkiye, taştan toprağa, sudan elektriğe, ne varsa her şeyi kavrayacak bir özellik var.
Esasında esmanın tecellisi bu. Buraya tecelli eden esma oraya, oraya tecelli eden esma da buraya tecelli ediyor.

HAFIZA, HAVA, SU DEĞİL, GÖRÜNMÜYOR AMA NURANİ

İnsan kâinatın her tarafıyla kollektif çalışmak zorunda.

O ayrı bir şey. Potansiyel olarak sende bunu anlayacak her şey var. Ama ben anlayamıyorum, sana soruyorum. Sen, benim ilim saham, diyorsun ve üç cümle ile bana anlatıyorsun. Ama bende bunu anlayacak bir özellik var, o an için yetersiz. Yani total olarak insana baktığımızda insanda bütün bu kabiliyetler var. Ruh, şuur giydirilmiş bir kanundur. Kâinattaki Sünnetullah kanunlarını şuur giydirirsen ruh olur, insandaki şuurun ruhunu çıkarırsan kanun olur.

Demek ki kâinattaki Sünnetullah kanunları insanda ruha tekabül ediyor. Arş nedir? Arş, Cenab-ı Hakk’ın tecelli ettiği platform. Bu kâinatta dört tane arştan bahsediyor; toprak, su, hava, nur. Toprakta ne ekersen bitiyor. Burada Cenab-ı Hakk’ın tecelliyatını gösteriyor. Aynı şey suda oluyor. Aynı şey havada oluyor, Hüve Nüktesi’nde. Aynı şey nur âleminde oluyor, Nur Âleminin Bir Anahtarı diyor mesela.

Orada bir de akıl, beden ile karşılaştırmalar da var sanki?

Doğru. Burada bütün Risale-i Nur’u anlatacak halimiz yok. Nurani şeyler.
Mesela hafıza. Hafıza, hava değil, su değil, görünmüyor ama nurani. Hafızaya şak şak şak şak bilgiyi yazıyorsun. Hayal, tasavvur. Bir bina tasavvur ediyorsun. Bunun aslı faslı yok. Bu nurani işte. Bunlar Cenab-ı Hakk’ın tecelliyatı. Kâinatta toprak, su, hava, nur varsa insanda da buna karşılık bir takım şeyler var. Mesela kalp. Kalp dediğin zaman buradaki kalp değil, beyinde bir kategori bu.

NAZAR, GÖZÜN GÖRDÜĞÜ DEĞİL ARKASINDAKİNİ GÖRMEKTİR

Bir fonksiyon aslında.

sivri_demirel2.jpgEvet fonksiyon. Bunun da bir sürü alt şeyi var. Latife-i Rabbaniye vs bir sürü şeyi var. Belki akıl da bu kalbin bir fonksiyonu. Kalp de ruhun fonksiyonu. Ruh da Rabbani bir emir. Oradan başka yerlere çıkıyorsun. Bu itibarla bir köşeye kâinatı bir köşeye insanı koyduğunuz zaman; insan, kâinata bir ayine. Kâinata muhatap. Bunu niyet, nazar deniliyor ya hani. Niyet fiiller üzerine, nazar isimler üzerine. Nazar demek; esasında arkasında cereyan eden terettüb-ü eşyayı bilmek demektir. Cenab-ı Hakk’a götürecek silsileleri idrak edebilmek demek. Böyle sana baktığım gibi değil. Sana baktığım zaman arkandaki yaşadığını görmek demektir.

İdrak, belki de?

Tabi neticede onu idrak ediyorsun. Eşyanın arkasında cereyan eden terettübü eşyanın silsilesini idrak etmek demek. Böyle bir bakış açısına sahip olduğu zaman nazar seni ta seyr-i lilallah’a kadar beka billâh, fena fillah nereye çıkacaksan oraya kadar götürüyor. Tasavvufun alanı bunlar zaten. Kalbin de alanı tefekkür-i esasidir. Yani diğerlerinin mesela tarikat zikri 70 bin defa Kelime-i Tevhid çekiyor. Bu da güzel ama 70 bin defa Kelime-i Tevhid çekmenin aslı yani niye çekiyor? Onun hakikatine ulaşmak için.

O hakikate nasıl ulaşıyor ben hala anlayabilmiş değilim?

Anlaşılmaz çünkü bizim Nur Talebelerinin böyle bir tecrübesi yok. Bir şekilde keşfe açılıyor.

Vehbi bir şey mi geliyor? Kaynama noktasına mı ulaşıyor?

Bilginin alınma şekilleri var. Bunu Üstad anlatıyor. Akl-ı heyulani denen bir akıl var. Bu akl-ı heyulani bilgi, bilginin temelleri. Aynen bilgisayarın ana kartı gibi.

AKLİ MELEKE BU BİLGİLERİ BİRLEŞTİREREK DİYORSUN Kİ

Yani fıtrat donanımı mı?

Fıtrat donanımı. Yani bunlar olmadan düşünemiyorsunuz. Dünyaya geliyorsun, bir şeyler öğreniyorsun. Evvela ananı öğreniyorsun. Niye? Şefkat eden o, seni emziren o, besleyen o, yıkayan o vs. Sonra evin içinde baba diye bir şey karşına çıkıyor. Baba ekmeği getiriyor. Sonra kardeş denen bir şey var, bu odayı paylaşıyorsun.
Ondan sonra komşu, arkadaş ilişkisi falan temel bir takım şeyleri bilmen lazım. Acıkıyorsun ekmeği bilmen lazım. Susuyorsun suyu içmen lazım. Buna akl-ı heyulani deniyor. Ana kart bu. Buna yükleyeceğin bilgileri hazır, temel bilgi yüklü. Ondan sonra akli meleke. Akli meleke bu bilgileri birleştirerek diyorsun ki ‘anne, bana su ver’ bu bilgiyi kullanabilir hale getiriyorsun. Akl-ı fiili; bu bilgiyi düşünerek, bir takım düşüncelerini, isteklerini vs. sadece içmek değil, bulunduğun yerden çıkıp bir yerlere gitmek. Hayatını tanzim ediyorsun. Normal insanlar akl-ı fiili mertebesindedir. Normal hayatta kullanıyorsun.

Bundan sonra akl-ı müstefa denilen bir çizgi var. Akl-ı müstefa; yaşadığı, öğrendiği bilgilerden soyut neticeler çıkarmadır. Bu, ilmi, bilimsel bilgi denen bilgi bu. Bir dördüncü bilgi türü var: akl-ı hadsi. Hads, şimşek gibi sür’at-ı intikaldir.
Mesela; şimdi Libya’da olaylar oluyor. Burada herkes bir yorum yapıyor, şöyle olacak, böyle olacak. Ben, bunun üç mertebe berisini seyrediyorum. Bu silsile-i meratibe bakmadan sonucu görmektir. Bu akşam olmasa bile birkaç hafta içerisinde Kaddafi gider, diyorum. Ondan sonra bu gelir, demokrasi kurulur, Türkiye’nin Libya’ya ticari münasebetleri şu şekilde olur, diyorum. Herkes bugün ne oldu, ona bakarken ben tak diye orayı görüyorum. Hads demek bu. Şimşek gibi eşyanın arkasındaki bilgiye nüfuz etmek.

İleride alacağı keyfiyeti tahmin etmek mi?

Evet. Ama silsileyi atlıyorum. Bir de akl-ı kudsi var. Akl-ı kudsi ilham ve vahiydir. Bu, kazanılmaz verilir. Kesbi değil vehbidir.

RİSALE-İ NUR OLAYI BU

Ama ona liyakat kesb edebilmek için de belirli bir mertebeye ulaşmak lazım değil mi?

Belki de ulaşıyorsun ya da ulaşmıyorsun o ayrı bir şey. Bilgi türü sana veriliyor. Altı tane kategorisi var bilgi edinmenin. Risale-i Nur bilgisi, akl-ı müstefat var ve akl-ı hadsi var. Üstad, Eskişehir hapsinde pencereden bakıyor, kızlar oynarken şak diye elli sene sonraki mevzuyu görüyor. Bu ilhamla teyid ediliyor. Ve elli sene sonra böyle olacak bir nesillere ne vermek lazım diye düşünüyor. Nasıl bir bilgi? Bu bilgi veriliyor, kendisi de onun eserini yazıyor Risale-i Nur olayı bu.

Risale-i Nur’daki bilgi de katmanlar halinde bir bilgi. Bu katmanlar halindeki bilgi bir yönüyle, Risale-i Nur, hem mektep, hem medrese, hem tekke üslubunu ihtiva etmesinden kaynaklanıyor. Bir de Kur’an 350 bin küsur harf, 77 bin kelime, 9 bin satır, 6666 ayet, 114 sure, 6 yüz sayfa bir kitap. Peki, 6 yüz sayfanın içerisinde yaş kuru ne var? Hepsi nasıl olabilir? Kâinatın ezeliyetinden ebediyetine kadar, gaybından şehadetine kadar. Kur’an’daki bilgi, katmanlar halinde elfaza yüklenmiş. Belki her bir harf, belki her bir kelime, belki her bir cümlenin yüz, bin, milyon, milyar mânâsı var. Biz bugün analitik düşünce geleneğine göre yetiştiğimiz için, analitik düşünce de nedir biliyor musun?

RİSALE-İ NUR DA KUR’AN’DAKİ O ÖZELLİKLERİ TAŞIYOR

Nedensellik değil mi?

Kompozisyonda bize öğretiliyor ya… Giriş, gelişme, sonuç. Her şeyi böyle düşüneceksin. Bu tek boyutlu ve tek fazda bir düşünce. Böyle bir düşünce ile çok iyi okul kitabı yazılır. Biz, bu sisteme göre yetişmiş bir milletiz. Ve bu, tek boyutlu bir düşüncedir. Meselâ; bir nesne, suyun bir yerde kullanılması, diyor. Sudan elektrik enerjisi elde edilmesi, adam bunu anlatıyor. Evet, başından sonuna kadar baktığında, bunun nasıl olacağını öğreniyorsun. Kur’an böyle ise, onun manevi mucizesi olan Risale-i Nur da Kur’an’daki o özellikleri taşıyor. Ve bilgi, hem ilim kategorileri bakımından hem de sair ilimleri bir paragrafta ihtiva ediyor. Şimdi biz böyle bir metine baktığımız zaman, tek boyutlu bir düşünce ile yetiştiğimiz için…

Donanımımız öyle.

Evet. Bilgisayarız ama tek office programına göre ayarlanmışız.

Başka bir yazılım programı yüklü değil…

muhsin_demirel5.jpgMesela photoshop ile ilgili bir şey geldiği zaman, anlamaz diyor. Muhasebe hesabını yap diyor, anlamaz. Şimdi biz böyle bir bilgi türü ile muhatap oluyoruz. Böyle bir bilgiyle muhatap oluyoruz. Tek fazda düşünceye sahip olduğumuz için, bunu anlıyoruz. Kendimiz hangi bilgi türüne göre yetişmişsek, oradakine göre anlayabiliyoruz.

RİSALE-İ NUR’U BUGÜN ANLIYORUZ, TAMAMINI KAVRAYAMIYORUZ

Orada da bizi tatmin eden bir sürü şey var zaten.

Tabi, o katmanın bilgisini alıyoruz. Ama burada 10 tane, 20 tane, 80 tane, 90 tane katman var. Dolayısıyla biz, Risale-i Nur’u bugün anlıyoruz, tamamını kavrayamıyoruz. Donanımımız kadar olan şeye cevap bulabiliyoruz. Ama başka şeylerin farkına varamıyoruz. İşte bütünü kavrayamıyoruz. Üstad, Bayram ağabeylere, Sungur ağabeylere diyor ki “Kardeşim, ben bunu yiyorum. Siz ancak kavanozun dışında bir kokusunu duyuyorsunuz. O size yeter” diyor. Sungur ağabeyler ve diğer ağabeyler için yeter de; böyle bir bilginin, cihanşümul hakaikin insanlara anlatılabilmesi için yetmez. Bu çok ayrı bir şey. Bu bilgiyi kavrayabilmek için iki şey lazım:

Birincisi; bütün bu medrese ulûmunun, mektep ulûmunun, tekke ulûmunun hepsini, oturacağız bir iki üstadın nezaretinde, temsil-i âvamilden başlayıp, riyazet yapmaktan başlayıp, erbain çıkarmaktan gidip, laboratuara gidip bütün bu ulumu öğreneceğiz ve Risale-i Nur’a böyle bakacağız. Bunun için böyle ne bir okul var, ne bir mektep var, ne de bunu bize öğretecek adam var. Veya bu bilgi türünü biz rafineri yapacağız. Varsay bahçeyi kazarken, artezyen çıkaracakken ham petrol çıkmış. Bu ne işe yarıyor? Çakmağı yakıyoruz, yanıyor. Bu güzel, demek ki kandile koysak aydınlanırız. Ertesi gün diğeri diyor ki, ağabey bu kandile konulduğuna göre çorbayı da pişirir, doğru. Çorbayı pişirirse hamamı da ısıtır, banyo da yaparız. Ama bu kadar yani. Şimdi ham petrol, dünyayı bir birine katan bir şey. Dünya bunun üzerine dönüyor. Biz çıkarmışız, elimizde var bu ham petrol ama çok ilkel bir şekilde kullanıyoruz.

Niye? Çünkü biz bu bilgiyi; “kuş, yavrusuna kay verir, koyun, yavrusuna süt verir” diyor. Kay nedir? Böcek, tırtıl, solucan her ne ise kuş bunu yakalıyor, kursağında kusmuk haline getiriyor, yavrusunu böyle besliyor. Süt nedir? Karpuz kabuğu yiyor, ot yiyor, yaprak yiyor, saman yiyor hayvan. Ondan sonra orada bir süt çıkıyor. Yedikleri bütün bu şeylerin vitamin, mineral özellikleri olmakla birlikte başka şeyler de var. Bu kuşun yenilebilen bir tür olduğunu varsay. Mesela bıldırcın veya keklik. Yavrusunu besledi. Biz bundan nasıl istifade ederiz? Etini yeriz, 300 tanesinin tüyünden bir tane yastık yaparız, ömrü boyunca ne kadar onları da alır, saksının dibine koyarsın, gübre olarak kullanırsın. Başka ne yapabilirsin?

HER AN  BİLGİYİ YENİDEN ÜRETEBİLEN BİR MEKANİZMANIN KURULMASI LAZIM

Sınırlı kalıyoruz...

Bu kadar. Bu koyunun yavrusuna baktığın zaman. Bu koyunun yavrusu büyür. Biz bunun etinden istifade ederiz, tüyünden istifade ederiz, derisinden istifade ederiz, kanından istifade ederiz, kemiğinden istifade ederiz, boynuzundan istifade edersin, her şeyinden istifade edersin. Artı anasının o sütü, buraya bir mandıra kurarsın, o sütleri toplarsın buradan süt olarak, yoğurt olarak, yağ olarak, kaymak olarak, peynir olarak çok çeşitli ürün çıkar. Bu ürün, birçok sanayiye ham madde olarak girer. Bu, hayatı değiştiren dönüştüren bir şey.

O zaman yapmamız gereken mandıra veya rafineri bir mühendislik projesi yapmamız lazım. Bu bilgi buradan ham petrol gibi girecek; buradan gaz, lpg, tiner, gaz yağı, motorin, parafin, benzin, vazelin, gres yağı, sonra poliüretanın yüz-iki yüz çeşidi, lastik, dibinde kalandan da asfalt. Bütün dünya bu.

Biz, bu bilgiyi bugün yeniden üretemiyoruz. Şimdi diyorsun ki ‘Muhsin ağabey, en yaşlımız sensin, en bilgilimiz sensin, en iyi sen anlatıyorsun, bu dersi sen yap’. Peki.
Ben açıyorum kitabı, başlıyorum, okuyorum. Orada diyor ki, bedevi Arap çöllerinde bu iş böyle oluyor, vs. okuyorum. Herkes feyzini alıyor, istifadesini alıyor, basıp gidiyorum. Biliyorsan sana bir iki cümle kendime göre veriyorum. Bu, bilginin tekrarıdır. Bilginin yeniden üretimi değildir. Ben çok temel bir şeyden bahsediyorum. Yani bunun metodolojisini kurabilirsen Bediüzzaman gibi her an bu bilgiyi yeniden üretebilen bir mekanizma kafada çalışması lazım.

(Devam edecek)

www.RisaleHaber.com
 
BİRİNCİ BÖLÜM:

 
Risale-i Nur'un tasavvuf ve tarikat ilişkisi