Bediüzzaman'ın asırlık yazıları
Bediüzzaman Said Nursi, bundan tam 100 yıl önce Volkan Gazetesi'nde makaleler yazmıştı. İşte 23 Mart 1909 tarihli yazısı
RisaleHaber - Haber Merkezi
Bediüzzaman Said Nursi bundan tam 100 yıl önce Volkan Gazetesi'nde makaleler yazmıştı. İşte 23 Mart 1909 tarihli yazısı:
Volkan
No: 83
11 Mart 1325
23 Mart 1909
Bu makale,Volkan 83 ve 84
sayılarında yayınlanmıştır.
“BEDİÜZZAMAN-I KÜRDÎ’NİN FİHRİSTE-İ MAKASIDI VE EFKÂRININ PROGRAMIDIR.”
Ey şu müşevveş sözlerimi temaşa eden zât! Gayet dikkat ve muhakeme ile mütalaa et. Yoksa sathi nazardan hâsıl olan su-i tefehhüm zannınızı helâl etmem. Sen de okuma!..([1])
İfadatım zekîlere hitaptır. İşâret kâfidir. Benim mekteb-i edebim Kürdistan’ın yüksek dağları olduğundan kusurumu ümmîlik ve acemiliğime bağışlamak mukteza-yı mürüvvettir.
Ben ki, İslâmiyete, Maarif-i İslâmiyeye, ulemâya, talebeliğe ve Osmanlılığa ve hilafete ve İttihad-ı Muhammediyeye ve Kürdlüğe intisabım cihetiyle şu sıfatlardan neş’et eden devair-i mütekatia gibi cemiyetlerin mültekası olduğundan ve her bir hey’et-i içtimaiyenin cism-i nâmı gibi tenbihe muhtaç olan ukdetül-hayatiyesinde mündemiç istidadatı fiile çıkarmasının muharriki ve mûkızı meyl-üt terakki olduğundan o ukde-i hayatı mütenebbih etmek ve meyl-üt terakkiyi faaliyete sevk etmek için herbir hey’ete mahsus birer fikrim vardır.
Birinci Madde
Âlem-i İslâmiyetin ukde-i hayatiyetisini tenbih ve te’min ve meyl-ütterakkisini faal etmek için adâlet ve meşveretten ibâret olan meşrutiyetin me’hâz ve menbaını, ezel ve ebed şanında olan Kanun-u Îlâhînin şârihi olan mezahib-i erbaayı ittihaz etmektir. Zîrâ milyonlarla dâhilerin ecr-i âhiret için istinbat ettikleri bahr-ı umman gibi mesâil-i şeriyeye kanaat etmeyip; Avrupaya ahkâm ve ahlâkta dilencilik ve izhar-ı fakr etmek, din-i İslâm’a büyük bir cinâyettir. Meşrûtîyette hâkîm, kânun olduğundan bu kânun, libas-ı milliye-yi İslâmiyeyi giymeli. Tâ ki, asabiyyet-i manevîye onun riyasetine karşı cevab-ı red vermesin. Meşrûtiyette Şeriat-ı Garra hükümferma olduğu halde,([2]) üç şecere-i zakkumu kökünden ihraç edecek. Ve üç şecere-i tûbâ zemin-i meşrutiyette neşv-ü nema bulacak ve dal budaklar saçacaktır.
Zakkum şecereleri; dinsizlik, iftirak ve nifak ve zünûb ve mesavi-yi medeniyet ve hakkımızda şematetli olan zann-ı fâsid-i ecânibdir.
Ve tûbâ şecereleri: ruhânî manyetizma ile ittihad-ı âmme ve inbisat-ı Şeriat cihetiyle terakki ve tenzih-i din ve nokta-i metîn-i dîne istinad, meşrutiyet sebebiyle ikbâl-i istikbâlimizdir. Hem de anasır-ı gayr-ı müslime, meşrutiyetin devamına mutmain olacaktır.
Cemi-i kuvvetimle derim ki: hiçbir hakiki mehasin-i medeniyet yoktur ki; İslâmiyet sarahaten veya zımnen veya iznen onu veya daha ahsenini mütekeffil olmasın. Ammâ vâesefâ ki; Çabuk([3]) aldatıcı mesavi-i medeniyeti çocuk tabiatlı bâzı ehl-i heva ve heves mehasin zannederek tûtî gibi en evvel onu taklid ettiler.
Hem de meşrûtiyet, şeriatın abd-i memlûkudur. Ondan gasbolunmaz. Dikkat isterim ki; Şeriat ile hiç münasebeti olmayan o müthiş istibdâd-ı zâlimâne sırf milleti aldatmakla bir münasebet-i mevhumeye istinad ile ol kadar dâhil ve haric mühacemata karşı bu kadar zaman kendini muhafaza ettiğinden, şimdi asl-ı şeriatla münasebet-i hakikiyesi olan meşrutiyetin bekâsı bu kuvvet-i âliyeye istinad etmek zarurîdir.
İkinci Madde
Maarif-i İslâmiye ordusunun fırkaları olan ehl-i mederese ve ehl-i tekye ve ehl-i mektebin ifrat ve tefrit ile birbirlerini tadlîl ve techîl ile hâsıl olan; ve ahlâk-ı İslâmiyeyi esasıyla sarsan ve aheng-i terakkiyi ihlâl eden tebâyün-ü efkârları ve tehalüf-ü meşariblerini izâle; ve efkarı tevhid, meşaribi takrib zarurîdir.
Nasıl ki; cesim bir fabrika-yı muntazamanın ve bir kasrın odalarının kapıları birbirine açılıyor, bir maksada hizmet eder.
Kezalik mektep ve medrese ve tekye, te’yid-i münasebet ile o kasr-ı âli-yi İslâmiyenin birer açık kapılı odası gibi olmak ve salonu da hükûmet olmak zarurîdir. Tâ herbiri diğerinin noksanını tekmîl ile kâide-i taksîm-ul-mesaî tatbik edilsin.
Te’yid-i münasebet şöyledir ki: Mekâtib-i âliyede hakaîk-i İslâmiyeyi berâhin ile okutmak ve medreselerde fünûn-u lâzime-i medeniye, eski hükemânın bataklığına bedel tedrîs olunmak ve tekyelerde de mütebahhirîn ulema bulunmaktır.
Üçüncü Madde
Devlet-i ilmiyede meşrûtiyet-i ilmiyeyi te’sis etmektir. Tâ ki, efkâr-ı umumiye-i ilmîye feveran ile, ağraz ve enaniyet ve evhâm ve şübehatı bel’ etsin. Zîra herbir âlim, kendi fikrini herkese kabul ettirmekle taklid yolunu açmak ve taharri-i hakîkatın yolunu seddetmekle bir nev’i istibdâd-ı ilmiye yapıyor.
Elhâsıl: İstibdad gerek idarede gerek ilimde olsun, semerât-ı sa’ yi istihlâkla istikbâle istidbâr ediyor. İdarede kuvvet kanunda olmalı. Ve ilimde de kuvvet hakda olmalı. Yoksa istibdâd hükümferma olur.
Dördüncü Madde
Talebelik sanat-ı mütenevviasında taksîm-ül mesaî kaidesini medresede tatbik etmekle beraber, içtimaat ile münazara ve müdavele-i efkârdan feveran eden bir nevi efkâr-ı umumiyeyi üstad-ı mânevî ittihaz etmektir. Tâ ki talebelikte ukdet-ül hayatiye tenebbüh ve meylût-terakki faaliyete ve meylüt-teceddüd zuhûra başlasın.
Elhâsıl: Nasıl ki, devlette efkâr-ı amme hâkimdir. Müftüsü de efkâr-ı umumiye-i ulemâ olmalı. Ve üstad ve muallimi de efkâr-ı âmme-i talebe olmalıdır. Tâ ki, meşrutiyet mütesaviyen ve mütenasiben cereyan esin. Şeriatta icma-ı ümmet hüccet-i kat’-i olduğundan efkâr-ı âmmenin kıymet ve mevkiini gösterir.
Beşinci Madde
Mürşid-i umumî olan vaiz ve hatipler hem âlim-i muhakkik olmalıdır, tâ bürhan ile ikna’ eylesin. Zîrâ tasvir ve tezyin-i müddea, müteharri-i hakikata karşı faidesizdir. Ve hem de hakîm-i müdakkik olmalıdırlar, tâ ki bir şeyi terğib veya terhib ile, ondan daha mühim şeyi tenzil ve tahfîf edip muvazene-i Şeriatı bozmasınlar. Ve hem de belîğ-i hakîm olmalıdırlar. Tâ ki,muktezayı hâle mutabık ve ilcaat-ı zamana muvafık ve teşhis-i illete münasib söz söylesinler.
Altıncı Madde
Osmanlılığın meyl-üt terakkisini faal etmektir. Şöyle ki: Bu devletin mâbihilhayatı ve dini, Din-i İslâm olduğundan her bir Osmanlı İ’lâ-yı şevket-i İslâmiyeye mükellef ve her bir mü’min İ’lâ-yı Kelimetullaha muvazzaftır. Ve bu zamanda i’lâ’nın en büyük sebebi maddeten terakki olduğundan; ve terakkinin en müthiş düşmanı olan cehâlet ve zarûret ve ihtilâfa; seyf-ül mârifet ve sa’y-i insanî ve ittihad ile din namına ittihad edeceğiz. Amma a’da-yı harici, medenî olduklarından fikren galebe çalmak lâzımdır. O cihadı da berâhin-i Şeriata havale edeceğiz.
Yedinci Madde
Hilafete dair bir rüyadır. Âlem-i mânâda padişahı gördüm. Dedim: “Sen zekat-ül ömrü Ömer-i Sânî’nin mesleğinde sarfet!.. Tâ ki, meşrutiyet riyasetine lâzım ve biatın mânâsı olan teveccüh-ü umumiyeyi kazanasın.”
Pâdişah dedi: Ben O’nun yolunda gideyim. Siz de ol zaman ehlini taklid edebiliyor musunuz... bir de sizde, onlardaki kuvvet-i İslâmiyet ve safvet ve ahlâk...
Ben dedim: Bizdeki tenebbüh-ü efkâr-ı umumî ve tekemmül-ü mebadi ve vesait ve ihata-i medeniyet, o noktaların yerini tutmakla; hem o noktaları istihsal, hem de netice-i matlûb olan terakkiyi intac edebiliyor.([4]) Düvel-i ecnebîyenin adaleti bunu isbat eder.
O dedi: Nasıl yapacağım?
Dedim: “İstibdad, kalb-i memalik olan İstanbul’da kan bırakmadığından hüsn-ü niyeti göster. Pür şefkat ile meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, menfur olmuş Yıldızı mahbub-u kulûb etmek için eski zebanîler yerine melâike-i rahmet gibi muhakkikîn-i ulemayı doldurmak... ve Yıldızı dâr-ül fünûn gibi etmek... Ve ulûm-u İslâmiyeyi ihya etmek ve meşihat-ı İslâmiyeyi ve hilâfeti, mevki-i hakikisine is’ad etmek... Ve milletin kalb hastalığı olan za’f-ı diyanet ve baş hastalığı olan cehaleti, servet ve iktidarınla tedavi etmekle Yıldızı Süreyya kadar i’lâ et. Tâ Hânedân-ı Osmanî ol burc-u hilafette pertevnisâr-ı adâlet olabilsin. Hem de havaîc-i zaruriyeye iktisad et. Tâ alıştırılmış olan israfa iktidarı olmayan biçare millet de iktida etsin. Madem ki, imamsın...”
Birden uyandım, gördüm ki, asıl bu âlem-i yakaza rüyadır. Asıl uyanmak ve hakîkat o rüya imiş.
Sekizinci Madde
İleride tavaif-i mülük temelleri hükmünde olan anasır-ı muhtelife klûplerinin ittihadının temeli ve nokta-i istinadımızın esası olan “İttihad-ı Muhammedî”den anasır-ı gayr-ı müslime tevahhuş etmesinler. Zîra mesleğimiz sırf ahlâkî ve dinî olduğundan onlara faide-i azimeden başka zarar vermez.([5]de mâsun kalmışlardır. Ne vakit cemiyyetimizden tevahhuş etseler, Meşrutiyete adem-i kabiliyetlerini ve vatana hiyanetlerini ve meşrutiyeti muvakkat ve gayr-ı meşru’ istediklerini göstermiş olurlar.) Bizi kendilerine kıyas etmesinler. Zîrâ milliyetleri çoktan vicdanî olan dinlerine galebe çalmış... Hem de onları medenı biliriz. Medenîlere ikna’ ile muhabbetle galebe çalınır. Bâhusus en vahşi zamanlarda bu kadar edyân ve akvâm-ı muhtelife ferman-ı ile medeniyet-i İslâmiye
Hemde ecnebiler bu cemiyyet-i ahlâkiyye ve mürşidaneyi istihsan etmeleri gerektir. Zîrâ eski zamanda ecnebiler vahşi olduklarından İttihad-ı Muhammedî (A.S.M) onların vahşetine karşı taassub ve husûmet göstermeğe mecbur idi. Şimdi onların medenileşmeleri ile o mahzur zail olmuştur. Zîra din noktasında medenilere galebe ikna iledir. Ve mezheb ve dinin ulviyetini ve mahbûbiyetini fiilen göstermek iledir. Söz anlamayan bedeviler gibi icbar ve husumetle değildir. Amma vaesefâ ki, İslâmiyyet ve hamiyyet nâmını taşıyan bazı zevzek ve lâubalilerin “kamerin menfaatı, ayyaşlar mehtâbında işret etmeğe münhasır ve şemsin faidesi bataklıkta mevadd-ı hasise taaffün etmeğe münhasırdır.” diyen eblehler işret ve taaffüna mania’ olmak için şems ve kamerin men’-i tulûuna kalkışmaları gibi, en mukaddes ve ulvî olan Şeriat-ı Garra ve onun hâdimi ve en hakikîkatlı ve uhrevî olan İttihad-ı Muhammedîyi kendi cemiyet-i dünyeviyelerine kıyasen ağrâz-ı fâside ve metalib-i süfliyeye vasıta etmek gibi bir emr-i muhale ihtimal veriyorlar. Ve Şems-i hakikate püf püf ediyorlar. Heyhat nerede Süreyya süpürge olur? Veya üzüm salkımı gibi yenilir? Cihan arslanları silsile-i şeriata bağlı olduğundan tilkinin onu koparmağa kalkışması sırf mecnûnanedir.
Cemiyyetimizin meşrebi, beyne’l-İslâm muhabbetin mânâsına muhabbet ve husûmetîn medlûlune husûmettir. Ve mesleği: “ Ahlâk-ı Ahmediye (A.S.M.) ile tahalluk ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihya etmektir. Ve rehberi Şeriat-ı Garra... ve seyfi berahîn-i kâtıa... ve maksadı İ’lâ-yı Kelimetullahdır....”
Dokuzuncu Madde
Kürdlerin ihtilafından zayi’ olan kuvve-i cesimelerinden istifade etmek için ittihad-ı millî ile efkâr-ı umumiyelerini izhar etmek ve maarif ile o efkârı terakki ettirmektir. Tâ ki, meyl-üt terakkileri faaliyete ve ukde-i hayatiyeleri tenvîre([6]) başlasın. Halbuki maarif-i cedideden dört sebepten tevahhuş ediyorlar. İstîzâh olunca izâh edeceğim. Bâhusus şimdiki bazı gençlerimizin dinlerindeki lâubâliâne hareketleri daha ziyâde milleti tevhiş ediyor. Bu gibi lâubâliler Meşrûtiyete hizmet değil, bilakîs Meşrutiyete ve millete büyük bir darbe vurarak tarîk-ı terakkîyi sedde sebep oluyorlar.
Kürdistan’a maarif-i cedidenin idhâline çâre-i yegâne: Hamidiye alaylarında askerlik münasebetiyle mekatibte, medrese nâm-ı me’lûfiyle ulûm-u diniye ile beraber fünun-u lâzîme-i medeniyeyi; aşâir-i mezkûrenin üç muhtelif nikatında talebenin tayinatının te’miniyle beraber üç dâr-ul ilim küşâd... Ve bunlardan neş’et eden Kürd üleması da, ihya olacak medaris-i münderisede Kürdlerin isti’dadlarına göre tedris-i fünûn etmektir.
Kader bana Türkçeyi az vermiş. Hattı hiç vermemiş. Dikkatinizle bana yardım edin.
Yüzbin def’a yaşasın Şeriat’ı Garra!..
